Soma: Bir Davet Vakti
Gürsel Karaca-Gözlem
Allah sabır versin.
Acımız büyük.
Allah yardımcınız olsun.
Acil şifalar diliyorum.
Allahtan ümit kesilmez.
Kader!..dedi devlet büyüklerimiz.
Ve bu coğrafyada yaşayanlar “Kader”in sadece bir kadın adı olmadığını öğreniyordu bir kez daha.
Başbakan; bu işin fıtratında kaza var, doğasında var bu işin dedi.1860’lardaki İngiltere’den, 1900’lerin başındaki Fransa’dan,
1960’ların Japonyasin daki büyük maden iş kazalarından örnekler verdi.
Evet 21. yüzyılda ancak 18. yüzyılın maden ocaklarında yaşananlarla kıyaslanabilecek bir toplu işçi katliamı ile karşı karşıyayız!
Çünkü Başbakan bilmiyor ki alınan önlemler sayesinde, bu bahsettiği ülkelerde 1950-60’lardan itibaren bu tür kazaların olmadığını!
Başbakan, kaza fıtratında var bu işin dedi büyük puntolarla! “Abi 3 gün oldu. 3 gündür bulamıyorum,haber alamıyorum abi 3 gündür” diyor. Madenci yakını. Oysa Ömer Dinçer, 3 yıl önce Şili’de göçük altında kalan madenciler 69 gün sonunda sağ olarak kurtarıldığında, “bu da bir şey mi, biz olsak 3 günde kurtarırız!” demişti. Duymuyor madenci yakını Ömer Dinçer’i.
Abi diyor 3 gün oldu, 3 gündür bulamıyorum!
Bir kadın cehennemden çıkan cansız bedenlerin cebinde düğün davetiyesi arıyordu. Bir hafta önce nişanlanmışlardı, üç ay sonra düğünleri vardı. Cehennem ocağında da 5. iş günüydü!
O sırada bir vatandaş Enerji Bakanı Yıldız’a tepkisini, sitemini, derdini anlatmaya çalışıyordu. Dur, burada olmaz kameralar var, şöyle gel diyordu. Bakan! Kameralar vardı, Ve burada olmazdı Bir kadın cansız bedenlerin cebinde bir iz, bir işaret arıyordu o sırada. Bir düğün davetiyesi! Tam da bu sırada Başbakan’ın müşaviri yerdeki bir vatandaşı tekmeliyordu. Öyle bir hınçla, öyle bir nefretle, öyle bir kinle tekmeliyordu! Oysa bir kadın cansız bedenlerin cebinde bir iz, bir işaret arıyordu! Bir Bakan, kameralar var, burada olmaz diyordu! Cehennem ocağının derinliklerinden yaralı kurtulan bir işçi, çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin diyor. O cehennem karanlığından nasıl sağ çıktığını hiç düşünmeden! Çizmelerimi çıkarayım..sedye kirlenmesin! Dediği anda bir işçi, “Başbakan istifa” sloganları içinde bir Başbakan bir vatandaşı tokatlıyor. Tokat’ın sesi kulaklarımda, izi yanaklarımda kalıyor! Başbakan istifa diye bağırdılar diye tokat atıyor bir Başbakan bir vatandaşa. Çünkü Erdoğan, padişahım çok yaşa pankartlarına alışmış, doğduğu şehri bile kutsallaştırmış bir azınlığa alışmış, kendisine dokunmanın bile büyük bir lütuf olduğuna inanan insanlara alışmış! İşte bu yüzden Başbakan’ın tokatı, müşavirinin tekmesinden daha hınçla, daha bir nefretle, daha bir kinle iniyor vatandaşın suratına! Oysa çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin diyordu bir işçi! Biz ne mi yapıyorduk o anda? Bize gelince o anda.
Bir arkadaşın dediği gibi; vefat haberinizi LCD televizyonlarda süslü koltuklarda otururken izledik. Siz yaşam mücadelesi verirken biz ellerimizde sizin bir aylık maaşınız kadar olan telefonlarımızla sosyal paylaşım sitelerinde profil resimlerimizi siyaha bürüdük, paylaşımlar yaptık. Tuzumuz daha kuru olduğu için akşam yemeğinde yediğimiz rostonun fotoğrafını paylaştığımız sayfada taziyelerimizi sunduk size. Acınızla dertlenip yaktık bir parlement! Siz yerin 200 metre altında ekmek parası için çabalarken, bizler yerin metrelerce üstünde, teras katlarda yemekler yedik. Duyarsız kaldık halinize. İstemesi çok anlamsız ama hakkınızı helal edin! Ve artık kalemimin tükenmezi tükendi. Ve artık söz bitti.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık güzel bir yazı olmuş….