Her şey bir tutam mavi içindi
Küllerinden doğmaya çalışanların hikâyesi Simurg… Belgeseli çekmek için 12 yıl uğraşan yönetmen Ruhi Karadağ ile Simurg’u konuştuk.1996’daki ölüm orucu ve süresiz açlık grevinde sakatlanan, hastalanan altı direnişçiydi onlar. 2000’deki ölüm orucunda tekrar bir araya geldiler. Hasta olanlar hâlâ hasta, yaralananlar hâlâ yaralı… Simurg filmi, 2000’deki ‘Hayata Dönüş’ operasyonunun sarsıcı sahnelerini gerçek eylemcileriyle sorguluyor şimdi, onlar bu filmin gönüllü oyuncuları. Yönetmen Ruhi Karadağ, tam 12 yıl uğraştı. Daha önce hiç yayınlanmamış görüntüleri ‘bir operasyonun gerçek yüzü’ olarak gözümüze sokuyor.
Biraz hatırlayalım mı o dönemi, 1996’yı, 2000’i… Her şey bir tutam mavi uğrunaydı diyorsunuz ya hani…
– 1990’ların ikinci yarısı, gazeteciler açısından zor bir dönemdi. Devletin saklamak zorunda olduğu çok şey vardı. ‘Tek tip’ uygulamaları, F tipi dayatmaları cezaevlerini toplumun merkezine koymuştu. Gazeteciler üzerinde sansüre varan kontrol mekanizması, beni başka bir şey yapmaya itti. Gazeteciler bu zorlu sınavı ne yazık ki geçemediler, ben dahil… Ne yapılabilir diye düşünürken, Simurg diyor ya; “Her şey bir tutam mavi uğrunaydı;” ben de o dönemin siyahında boğulmaktan, bu maviyle kurtarmaya çalıştım kendimi…
Bu ‘kara kitabı’ neresinden açtınız?
– Gerçekten de o dönem vicdanı olan kimsenin yeniden yaşamak istemeyeceği kara bir dönemdi. Sadece cezaevleri değildi kara olan; her gün faili meçhul cinayet haberlerinin alındığı acıtıcı günlerdi. Zordu; evet. Ama tarihe not düşmenin verdiği sorumlulukla hareket ettim. Fakat bir ‘kara kitap’ söz konusuysa, o kara kitap bütün karanlığıyla devam ediyor…
Wernicke Korsakoff hastalığı… Bize anlatın lütfen. Bir Korsakoff hastasından simurg çıkar mı?
– Filmi yapmaya karar verdikten sonra, yaklaşık 60 Korsakoff hastasının yaşamını izledim. Bu lanet olası sendrom hepsinde farklı seyrediyor. En büyük ortak noktalarıysa, görüyorlar, dinliyorlar ama zihinleri kayıt yapamıyor… Hemen hepsinde konuşma bozukluğu var, el ve ayak kaslarına hakim olamıyorlar. Bu, onları çocuklaştırmış. Ve evet; onlar birer simurg. Çünkü, onlar içlerinde yeniden doğma gücünü hâlâ koruyorlar.
“Bu film yetmedi” diyorsunuz. Başka şahitlikleriniz oldu mu?
– Şunu söylemeliyim; çekilen hiçbir görüntünün tekrarı yok. Hepsi de biricik. Ama zorunluluklar nedeniyle kullanmadığım sahneler oldu elbette. Mesela bir ‘oyuncum’ kendisini izlediğim yıllar boyunca istediğim her şeyi yaptı ama kameranın karşısında hiç konuşmadı; bir gün hariç. O gün de tek cümle etti, ben o cümleyi kullanmadım.
Neydi o cümle?
– Elini kaldırarak, kızarak “Yeter be, ne anlatayım size” diyerek bitmiş bedenini gösterdi.
Son açlık grevi ne düşündürttü size?
– “Eyvah!” dedim. Buradaki oyuncularımı ziyaret ettim, yemek yemeyi kesmişler.
Sahiden Başbakan’ın dediği gibi yemek yiyorlar mı?
– Bu sözlere cevap vermek zul. Ama biz alışığız. Tansu Çiller başbakandı ve benzer şeyler demişti. Sonrakinde Ecevit başbakandı onun yaklaşımı da farklı değildi. Şimdi de Erdoğan. Ne yapalım…!
Bu filmi çekmek sizi zorladı mı, baskı gördünüz mü?
– Dışarıdan bir baskı görmedim. Ama korktun mu diye sorarsanız, korktum… 10 yıl sonra da Bayrampaşa Cezaevi’nde çekim yaptım ‘sabıkalı’ oyuncularımla, onları, ‘Hayata Dönüş’ operasyonlarında ironik bir şekilde ‘hayatını kaybeden’ eylemcilerin koğuşlarında dolaştırdım. Dışarıda polis vardı. Doğrusu korktum. Ama çekimimizi hızlıca yaptık ve polislere görünmeden tüydük.
Şimdi ne yapacaksınız?
– Filmi kimler izleyecek bakacağım. Mesela, onlar yemek yiyorlardır diyenler izlese; kuzu kebabı yiyorlar diyenler… Yani bir kere de şaşırsam.