TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez: 2025’i, 2024’ten daha da zor bir yıl olarak görüyoruz
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “2024 hem üretici açısından hem tüketiciler açısından son yılların en zor yılı olarak geçti. 2024 yılında çiftçi borçlarının sürekli arttığı, kısa vadeli borçların arttığı ve aynı zamanda takipteki kredilerin arttığı yani çiftçinin borç batağına sürüklendiği ve borçlanmadan üretim yapamayacağı aşamaya geldi. Türkiye tarihinde belki de ilk defa tüm illerde ve ürünlerde, çiftçi eylemlerine tanık olduk. 2025’te çiftçilerin kar ederek üretime devam ettirebilecek bir alım politikası uygulanmazsa 2025’i, 2024’ten daha da zor bir yıl olarak görüyoruz” ifadesini kullandı.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez, tarım sektörünün 2024 yılının genel değerlendirmesini ve 2025 yılı beklentilerini ANKA Haber Ajansı‘na değerlendirdi. Suiçmez, 2024 yılının çiftçiler için borç ve eylem yılı olduğunu söyledi. Suiçmez, şu değerlendirmelerde bulundu:
“2024 hem üretici açısından hem tüketiciler açısından son yılların en zor yılı olarak geçti. Somut adımların atılmaması halinde 2025 de bu zorlukların katlanarak süreceği bir yıl olacak. Çiftçimiz maliyetlerinin yüksekliğine rağmen mazot, tohum, gübre, ilaç, yem, sulama suyu, sulamada kullanılan elektrik maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle maalesef yüksek maliyetlerle üretimde bulunmak zorunda kaldı. Yaşamını devam ettirebilmesi için belli bir karla kırsal alanda kalabilmesi için verilen destekler yetersiz oldu. Geç ödenmeye devam etti. 2025 yılında 91.6 milyar liradan 135 milyar liraya çıkacak toplam destek bütçesi son derece yetersiz ve yine desteklerin bir yıl sonra ödenecek olması çiftçilerin yaşamını döndürebilmesini zorluyor. Bu aşamada çiftçiler, bankalardan, özel sektörden, tarım krediden borçlanmak zorunda kalıyor.
“Türkiye tarihinde belkide ilk defa tüm illerde çiftçi eylemlerine tanık olduk”
2024 yılında çiftçi borçlularının sürekli arttığı, takipteki kredilerin arttığı yani çiftçinin borç batağına sürüklendiği ve borçlanmadan üretim yapamayacağı aşamaya gelindi. Bütün bunlara rağmen üretimde bulunan üreticilerimiz, gerek bitkisel üretimde gerekse hayvancılıkta ürettikleri ürünün alım fiyatları gerek kamunun açıkladığı alan fiyatları. Buğdayda yüzde 11-12’lik bir artış oranı, enflasyonunu yüzde 60’larda olduğu bir dönemde gerek arpaya verilen yüzde 3 artış oranlarını gerek çiğ süt referans fiyatının sürekli baskılanması üreticinin üretse bile kar edemediği bir sürece üreticilerimiz zorladı. Türkiye tarihinde belkide ilk defa tüm illerde, tüm ürünlerde çiftçi eylemlerine tanık olduk.
“Alım fiyatları baskılanmazsa daha zor olacak”
2025 yılında toplam destek bütçesi yine yetersiz. Yine destekler bir yıl sonra ödenecek. Girdi maliyetlerindeki artışa yönelik ÖTV, KDV indirimleri dahil bir somut adım atılmadı. Döviz baskılansa da yüksek ve girdilerde dışarıya bağımlıyız. Dolayısıyla girdi maliyetlerinin artışı, üretim maliyetlerine yansıyacak. Yetersiz ve geç ödenen destek çiftçinin alanda kalmasını zorlaştıracak. Yine bankalara, tarım krediye, özel sektöre olan borçları artacak ve 2025’te eğer alım fiyatları baskılanmazsa ve çiftçilerin kar ederek üretime devam ettirebilecek bir alım politikası uygulanmazsa 2025’i, 2024’ten daha da zor bir yıl olarak görüyoruz.
“Raflarda tane ile alma gibi bir zor yıl yaşadık”
Raflarda tane ile alma gibi bir zor yıl yaşadık. Somut politikaları maalesef yaşamda göremiyoruz. Bakanlığın yaşama geçirdiği 3 yıllık bitkisel üretim, hayvansal üretim planlaması var. Burada tarım sayımının sonuçları 2026 Haziranında açıklanacak. Güncel olmayan verilerle Bakanlığın taşra teşkilatındaki personel sayısı, uzman personel sayısının azlığı, 3 yıllık destek açıklamak önemli ama destek miktarları yine az olacaksa gibi kaygılarla planlı üretim döneminde çiftçinin önünü göremeyeceği bir yolu öneriyoruz. Bir başka boyutta kar eden çiftçi alanında kalır. Eğer tarlasını ekmiyorsa, neden ekmediğinin araştırılması yerine bir yıldan sonra ekilmeyen arazilerinin kamu tarafından başkalarına kiraya verilmesine yönelik bir uygulamanın da olması bu anlamda da yine 2025’in zor geçeceği bir yıl olmasını bekliyoruz.
“Biz kalıntılı ürünleri yemek zorunda değiliz”
Üretim yetmiyor, sağlıklı üretim gerekli. Bunun için belli girdileri kullanmak zorundayız. Bunlardan biri tarım ilaçları. 2024’te önceki yıllarda olduğu gibi şunu yaşadık; ‘gümrüklerden dönen ürünler iç pazara sürülüyor mu’. Akdeniz’de Akdeniz Meyve Sineği, Karadeniz’de kahverengi kokarca gibi istilacı türler ürünü, verimi olumsuz etkilediği bir yıl yaşandı. Tarım ve Orman Bakanlığının bu konuda eylem planları yapması önemli. Ama en önemlisi, en önemli ihracat kalemlerimizden biri olan fındıkta 2017 yılında ülkemizde ilk defa gözüken kahverengi kokarcayla mücadelenin neden zamanında yapılmadığı. Bu anlamda tarım ilaçlarıyla ilgili gerek pestisit kalıntısı gerek yurt dışındaki ürünlerdeki aflatoksitn sorunlarının çözümü içinde Tarım Bakanlığının yeterli miktarda personel alarak; kamu denetimini il ve ilçelerde doğrudan üretim alanında başlatması lazım. Zincirin tüm halkalarının gümrükte ya da iç pazarda tüketildiği aşamada hallerde ya da zincir marketlerde sürekli denetlenmesi lazım. Denetleme sonuçlarının sonradan açıklanması, tüketiciler açısından bir anlam ifade etmiyor. Çünkü kesilen idari para cezalarına rağmen biz kalıntılı ürünleri yemek zorunda değiliz. Tarım Bakanlığının üretimi planlarken aynı zamanda sağlıklı üretimi planlaması gerekir. Bu anlamda ziraat mühendislerinin gerek kamuda, gerek özelde tarım ilaçları boyutu dahil gıdadaki taklit, tağşiş ürünler boyutu dahil daha aktif bir şekilde görevlendirilmesi bir zorunluk.
“İstilacı türlerle mücadele artmalı”
Kahverengi kokarca istilacı bir türdür. Ülkemize Gürcistan’dan girdi. Önce Doğu Karadeniz daha sonra gerekli mücadele o aşamada zamanında yapılmadığı için Orta Karadeniz, Batı Karadeniz, Marmara’ya ve Trakya’ya kadar yayıldı. Hatta Ankara’da da var ama popülasyonu az. Gerekli önlemler alınmazsa tüm Türkiye’ye yayılabilecek 300’den fazla ürün üzerinde olumsuz etkisi olan bir tür. Bu aşamada öncelikle bunların kışlaklarda sonbahar, kış mevsiminde konutlarda, ahırlarda konakladığı ortamda mekanik ve elle mücadelenin yapılması. Tarım ilacı zehirdir. O anlamda en son aşamada kullanılmalı. Biyolojik mücadeleye başlandı samuray arılarıyla. Bunun yaygınlaştırılmasına devam edilmesi yine tuzak dediğimiz feromon tuzaklarla mücadele var. Biyolojik dışında biyoteknik mücadelede yaygınlaştırılmalı. Eğer tarım ilacı kullanılacaksa ki bu kullanılan ilaçlar da örneğin fındıklık gibi alanlarda tüm ekosistemi etkileyecekse bundan arılar dahil olmak üzere diğer canlılar zarar görecekse ruhsatlandırılmış ilaçlarla yine ziraat mühendislerinin kontrolünde en son önlem olarak zirai mücadele gündeme gelmeli. Geciktirilen her aşama tüm Türkiye’ye yayılması anlamına gelir. Bu da tüm ürünlerde verim ve kalite kaybı, ihracat boyutunun dışında iç tüketimde sağlıksız ürünle erişimimiz anlamına gelir. Tarım Bakanlığının; ticaret odalarıyla, belediyelerle birlikte başlattığı eylem planının gecikmeden yaşama geçirilmesi mekanik, biyolojik, biyoteknik en sonda kimyasal mücadele ile bu sorunu artık ülkemizin gündeminden çıkarmak zorundayız. Bu bir anda sonlanacak bir sorun değil uzun soluklu bir mücadele. Maalesef bazı sorunlar o an gündeme gelince gündem oluyor. Kahvrengi kokarca ülkemizin özellikle 2021’den sonraki bir sorunudur. Umarız 2026’ın sorunu olarak kalmaz. Aynı şey narenciye gibi önemli bir ihracat ürünümüzde Akdeniz meyve sineği dahil olmak üzere tüm hastalık ve zararlılarına da doğru mücadele uzman kişilerle mücadele ve kamunun bu mücadeleyi doğru yönlendirmesi halkı zamanında doğru bilgilendirmesi biz için önemli. Üretim miktarı önemli, sağlıklı üretim.”