Emek Partisi, Şiddetsiz bir yaşam için kadınların tek güvencesi: Örgütlü mücadelesi!
Türkiye bugün, Saray rejiminin içeride sömürü ve baskıyı derinleştirdiği, dışarıda ise emperyalist güçlerin savaş politikalarına eklemlendiği yeni bir dönemeçten geçiyor. Emperyalist saldırganlığın bütün bölgede büyüttüğü savaş, yoksulluk ve zorbalık politikaları; Türkiye’de tekelci sermayenin çıkarları için faşist bir rejimin inşasıyla birleşiyor. Bu koşulların yarattığı en ağır yük ise işçi sınıfının, emekçilerin ve özellikle de kadınların omuzlarına yıkılıyor. Yoksulluk ve güvencesizlik, “aile” ve “ahlak” adı altında yürütülen gerici politikalarla perçinleniyor; kadınlar hem ucuz işgücü olarak çalışma yaşamında hem de toplumsal yaşamın her alanında sömürü, şiddet yoksullukla karşı karşıya kalıyor.

2025 yılı, “aile yılı” ilanıyla başladı. Kadınlar yine ve yeniden “ailenin taşıyıcısı” ve “çocuk doğurarak” sermayeye ucuz işçi üreten bir varlık olarak tariflendi. Erken evlilik ısrarı yeniden üretildi, LGBT’ler düşmanlaştırıldı, kadınların, çocukların yaşam hakkını ve varoluşunu hedef alan yeni yargı düzenlemeleri gündeme getirildi.
Aynı dönemde Diyanet, kadınların miras hakkını yok sayan açıklamalar yaparak, eşitlik anlayışının iktidar nezdinde nasıl reddedildiğini açıkça ortaya koydu. Kadınlara tüm yıl boyunca “aile yaşamı ile uyumlu iş” vaat edildi. Ancak bu vaatlerin gerçeği; yarı zamanlı, esnek, güvencesiz, düşük ücretli ve emeklilik hakkı olmayan bir çalışma rejimiydi.
Hayatın her alanında örgütlenen bu güvencesizlik, işçi ve emekçi kadınlara şiddet olarak geri döndü.
Devlet failleri kolluyor
2024 yılında 394 kadın öldürüldü, 258 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. 2025’in ilk 10 ayında 235 kadın cinayeti gerçekleşti. Koruma kararlarına rağmen öldürülen, “intihar” denilerek kapatılmak istenen, faillerin devlet mekanizmaları tarafından korunup kollandığı kadın cinayetleri her gün artıyor. Kadınları şiddete karşı koruyacak mekanizmalar, gerek tasarruf tedbirleriyle gerek “aileyi koruma” bahanesiyle işletilmiyor. Koruma kararlarına rağmen katledilen kadınların, neden devlet tarafından korunmadığı soruşturulmuyor; sorumlular aynı ihmal politikalarını sürdürüyor.
Çocuk işçiliği artıyor, çocuk işçiler iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor; fakat hükümet çocukların açlığına, eğitimden kopuşuna, güvenli yaşama erişimine ilişkin tek bir ciddi adım atmıyor. Tersine MESEM gibi uygulamalarla sermaye için ucuz çocuk işçi devşirmenin peşinde düşüyor.
Kadın işçiler en düşük ücretleri alıyor, en güvencesiz alanlarda çalıştırılıyor, mobbing ve taciz patronların kâr hırsının bir aracı haline getiriliyor.
Denetimsizlik, taşeronlaştırma, esnek çalışma ve performans baskısı; kadınları iş cinayetlerine, meslek hastalıklarına ve şiddete sürüklüyor.
Tıpkı Dilovası’nda iş cinayetinde katledilen 3 kız çocuğu, 3 kadın işçinin göz göre göre katledilmesi gibi
Tıpkı Digel işçisi kadınların, Tokat Şık Makas direnişçisi kadınların ve daha nice işçinin yaşadıkları gibi…
Tıpkı üniversiteli genç kadınların yurtlarda, kampüslerde ve güvencesiz işlerde maruz bırakıldıkları gibi…
Kadınlar hem emeğiyle sömürülüyor hem de şiddetle terbiye edilmeye çalışılıyor.
Savaşlar şiddeti derinleştiriyor
Dünyanın dört bir yanında savaşların ve işgallerin bedelini en ağır şekilde kadınlar ve çocuklar ödüyor. Filistin’de aylardır süren soykırım, açlık, bombardıman ve toplu imha saldırılarında en çok kadınlar ve çocuklar yaşamını yitiriyor. Kadınlara yönelik her türlü şiddet, emperyalistlerin bir savaş aracı haline getiriliyor.
Bu tablo, emperyalist sistemin insanlığa sunduğu geleceğin apaçık göstergesidir. Dünya ölçeğinde yürütülen saldırganlık, içeride kadın düşmanı politikalarla birleştiğinde hem yoksulluğu hem şiddeti derinleştirmektedir.
Şiddetsiz, eşit ve insanca bir yaşam için 25 Kasım’da alanlara!
Kapitalist düzen kadınların emeğini ucuzlaştırmakta, yaşamını güvencesizleştirmekte, şiddeti sistematik hale getirmekte ve kadına yönelik şiddeti bir yönetim aracı olarak sürekli üretmektedir.
Bu düzen çocukların geleceğini, kadınların özgürlüğünü, emekçilerin yaşamını yok sayarak sermayenin çıkarlarını büyütmektedir. Ancak bu zinciri kırabilecek olan ise ancak işçi ve emekçi kadınların örgütlü mücadelesidir.
Bugün ülkenin dört bir yanında kadınlar yan yana geliyor, örgütleniyor, sendikalara üye oluyor, iş yerlerinde mücadeleyi büyütüyor. Direnişin sesi, Digel işçisi kadınların kararlı duruşunda yankılanıyor. Tokat Şık Makas’taki kadın işçilerin örgütlü iradesi karanlığı yarıyor. Temel Conta işçisi kadınlar onurlu bir yaşam için sendikal haklarına sahip çıkıyor. Genç kadınlar, kaybedilen ve katledilen kadınlar için adalet mücadelesini büyütüyor. Demokrasi ve özgürlük talep eden kadınlar, meydanları doldurarak faşizme karşı ses çıkarıyor.
Bugün kadınların attığı her adım, her direniş, her örgütlenme çabası demokrasi mücadelesinin de temel dayanaklarından biridir.
Şimdi yan yana gelme, örgütlenme, sokağa çıkma, itiraz etme zamanıdır. Yönetenlerin kadınlara reva gördüğü hayata değil, insanca yaşam hakkına sahip çıkma zamanıdır.
Esnek, güvencesiz çalışmayı aile masalıyla süslemeye çalışanlara karşı, “ahlak” adı altında şiddeti meşrulaştıranlara, kadınları koruma, güçlendirme mekanizmalarını işletmeyip kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin arşa varmasına sebep olanlara karşı bir araya gelmek bugün, her zamankinden daha önemlidir.
Patron baskısına maruz kalıp susan, ev içi angarya yüzünden rahat bir nefes dahi alamayan, güvencesizlik yüzünden şiddet döngüsüne mahkum edilen, “dayanmak zorundayım” diyen hiçbir kadın yalnız değildir. Sorunlar nasıl birlikte yaşanıyorsa, mücadele de ancak birlikte gerçekleştirilebilir. Şiddetsiz, eşit ve özgür bir yaşamın güvencesi, kadınların birlikte mücadelesidir. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde, böyle bir yaşamı kurmak üzere mücadeleyi büyütelim!



