Erkan Baş: AİHM kararının uygulanması için Bahçeli’nin açıklamasına, Erdoğan’ın onayına ihtiyaç yok!

Example HTML page

Erkan Baş: AİHM kararının uygulanması için Bahçeli’nin açıklamasına, Erdoğan’ın onayına ihtiyaç yok!

TİP Genel Başkanı Baş, haftalık basın toplantısında gündemi değerlendirdi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, İstanbul’da düzenlediği haftalık basın toplantısında, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Demirtaş” açıklamasına ilişkin “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararının gereğinin yerine getirilmesi için Bahçeli’nin açıklama yapmasına, Tayyip Erdoğan’ın onay vermesine ihtiyaç yoktur. Milletin aklıyla alay etmeyin!” ifadelerini kullandı.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin İstanbul İl Örgütü’nde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Baş, kürsüyü işten çıkarılan Şişecam işçileri ile de paylaştı.

Sözlerine partisinin geçtiğimiz günlerde tamamlanan 3. Olağan Konferansı’nı hatırlatarak başlayan Baş, “Karşı devrimci bir saldırıya karşı Türkiye’de işçileri, emekçileri, o saldırıyı püskürtecek bir cevabı örgütlemek üzere yola koyulmuş durumdayız. Sermayeye, faşizme, gericiliğe ve onun siyasal temsilcisi olan Saray Rejimi’ne karşı devrimci bir yanıtın öncüsü olmanın kararlılığıyla bugün karşınızdayız” diye konuştu.

Erkan Baş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, gazetecilerin Selahattin Demirtaş sorusuna yönelik “Tahliyesi Türkiye için hayırlara vesile olacaktır” şeklindeki açıklamalarına da değindi. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararının gereğinin yerine getirilmesi için Bahçeli’nin açıklama yapmasına, Tayyip Erdoğan’ın onay vermesine ihtiyaç yoktur. Milletin aklıyla alay etmeyin!” diyen Baş, “Tüm siyasi tutsaklar derhâl serbest bırakılmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmalıdır” ifadelerini de kullandı.

TİP’İN 3. OLAĞAN KONFERANSINI HATIRLATTI

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:

“Öncelikle geçtiğimiz cumartesi ve pazar günü Türkiye İşçi Partisi’nin 3. olağan konferansını tamamlayan toplantılarımızı gerçekleştirdik. Ülkenin dört bir yanından gelen delege arkadaşlarımız, yurt dışındaki parti örgütlerimizi temsil eden delege arkadaşlarımızla beraber son derece umutlu, heyecanlı ve coşkulu geçen 2 günümüzün ardından sizlere sesleniyorum.

Bunu çok önemli buluyoruz değerli arkadaşlar, değerli yurttaşlar. Çünkü Türkiye’deki bütün kötülüklerin anası aslında bu bozuk düzen, bozuk siyaset düzeni ve biz Türkiye İşçi Partisi olarak her yönümüzle Türkiye’deki hâkim siyasi parti anlayışından kopup onu tam karşı kutbunu inşa etmeye çalışan bir yaklaşımla hareket ediyoruz. Mesela Türkiye’deki diğer siyasi parti kongrelerine baktığınızda ya bir tek adam ve ona biat edenler oluyor ve bunların herhangi bir tartışma yapmadan el kaldırıp indirip geçtikleri kongreleri yaşıyoruz ya da koltuk kavgalarının belirleyici olduğu kongreler yaşanıyor. Türkiye İşçi Partisi’nin bunlarla uzaktan yakından bir ilgisi yok. Bizim kongrelerimizde olması gereken oluyor. Partinin yeni döneme ilişkin siyasal stratejisi tartışılıyor. Türkiye değerlendirmesi yapıyoruz, dünya değerlendirmesi yapıyoruz ve bu öyle sadece seçilmiş delegelerle yapılan bir toplantı da değil. Partinin bütün üyelerinin etkin bir biçimde katıldığı aylar süren tartışmalar, aylar süren değerlendirmeler neticesinde bir araya gelen delegeler son şeklini veriyorlar.

‘KARŞI DEVRİMCİ BİR SALDIRIYA KARŞI BİR CEVABI ÖRGÜTLEMEK ÜZERE YOLA KOYULMUŞ DURUMDAYIZ’

Şunu büyük bir mutlulukla ifade ediyorum: Başka türlüsünün mümkün olduğunu gösteriyor Türkiye İşçi Partisi. Bizde kişisel ikbal, koltuk kavgaları; bunların zerresi yer bulmuyor. Yeni dönemde bu Saray Rejimi’ne karşı halkın mücadelesini nasıl daha etkili kılarız, nasıl daha büyük zaferlere taşıyabiliriz Türkiye’yi, onu tartışıyoruz. O yüzden gerçekten heyecanımı mazur görün. Belki dışarıdan bakanlar için bir siyasi partinin kongresi ne kadar heyecan verici olabilir diye düşünülüyor. Ama siyasetin maskeli baloya döndüğü, herkesin her gün yön değiştirdiği bir siyaset arenasında ilkeleriyle, inadıyla, iradesiyle ve memleketin derdini, işçi sınıfının derdini dert edinen, işçi sınıfının öfkesini, hüznünü umuda dönüştürmeye çalışan yoldaşlarımızla buluşmuş olmaktan ve yeniden aslında yola koyulma kararlılığımızı teyit etmiş olmaktan son derece mutluyum, son derece umutluyum, son derecede heyecanlıyım.

Bize göre siyasi partiler kurulurlar, mücadele ederler ve çıkarttıkları deneyimlerle, derslerle kendilerini yeniden ve yeniden kurdukları sürece, ana hatlarında yeniden ve yeniden kendilerini üretebildikleri sürece yollarına devam ederler. Ne mutlu ki Türkiye İşçi Partisi bunu başarmış olarak bugün sizlerin karşısında. Biz kongremizi tam da böylesi bir yeniden kuruluş adımı olarak adlandırıyoruz. Türkiye’de çok ağır günlerden geçtiğimizin bilincinde olarak, adlı adınca kongremizde yaptığımız tespitle söyleyeyim: Karşı devrimci bir saldırıya karşı Türkiye’de işçileri, emekçileri, o saldırıyı püskürtecek bir cevabı örgütlemek üzere yola koyulmuş durumdayız. Sermayeye, faşizme, gericiliğe ve onun siyasal temsilcisi olan Saray Rejimi’ne karşı devrimci bir yanıtın öncüsü olmanın kararlılığıyla bugün karşınızdayız. Biz bu mücadeleyi aynı inatla yaşayarak, gülerek, eğlenerek ama en önemlisi bu sermaye iktidarına karşı dövüşerek devam ettirme kararlılığıyla kongremizi tamamladık.

Burada uzun uzun kongremizde aldığımız kararları paylaşmayacağım ama sesimin ulaştığı tüm yurttaşlardan rica ediyorum: Partimizin yayınladığı siyasi raporu, örgütsel raporu ve kongre kararlarımızı okumanızı, değerlendirmenizi, tartışmanızı yürekten diliyorum. Çünkü sadece Türkiye İşçi Partisi açısından değil, Türkiye’nin önünü açacak, bir bütün olarak Türkiye işçi sınıfının, emekçi halkının iktidar mücadelesinin önünü açacak bir siyasal yoğunlaşma içerisinde olduğumuzu bilmemiz lazım.

‘BİZ SİYASETTE KURTARICI BEKLENMESİNE KARŞIYIZ, HER ŞEYİ KENDİMİZDEN BEKLEYELİM’

Tam da bu noktada şunu söyleyeyim: Biz siyasette kurtarıcı beklenmesine karşıyız. Bugüne kadar da hiç kurtarıcı beklemedik, onlardan medet ummadık. Kahramanları bekleyen ve kaderine mahkûm olan bir toplum olmayı reddettik. Şimdi bunu niye vurguluyorum arkadaşlar? Muhalefet saflarında da son derece yanlış bir eğilim gelişmiş durumda. Yani sürekli olarak işte Saray Rejimi’nin içerisinde çatlak arıyorlar, Cumhur İttifakı’nın içerisinde çatlak arıyorlar, Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde çatlak arıyorlar ve gözlerin buraya yönelmesini, insanların bunu takip etmesini isteyen bir anlayış var. Bunu reddediyoruz. Bu siyaset yapma biçimini bir bütün olarak reddediyoruz. Öyle kabinede revizyon olacak, yok ittifakta çatlak olacak… Bunlar gerçekten söylüyorum, sözümüze kıymet veren herkes bilsin: Adı adında ‘cambaza bak’ oyunudur. Yani o saray mahfillerinde yaşanacak herhangi bir gelişmeden Türkiye’de halkın, emekçilerin, yoksulların lehine bir gelişme olmaz. Biz her şeyi kendimizden bekleyelim arkadaşlar. Her şeyi kendimizden bekleyelim. Neden bunu söylüyorum? Çünkü şunu görüyoruz: Bu gemi su alıyor. Bu iktidarın gemisi su alıyor. Bence saraydakiler de o Beştepe’deki kaptanı da geminin su aldığını biliyor. Ama bir taraftan da bu genel seçimlerde kelepir vekil pazarlığı yapmakta olağanüstü maharetli olan o AKP eskileri her gün açıklamalar yapıyorlar. Artık bunlardan bıktığımızı söylemem lazım. Görev verilirse kabul ederlermiş, çağrı gelirse evlerine dönerlermiş. Böyle sözler duyuyoruz. Hadi onu da bir kenara bırakın. Bu sözleri söyleyenler bir de dönüp bize diyorlar ki, ‘Ya bu ülkede de solcular çok kibirli, yok sol çok günahkâr’. Sanki memlekette her şeyin sorumlusu solmuş gibi bir algı yaratıyorlar.

‘İTTİFAK DEDİĞİNİZ ŞEY SOKAKTA, MÜCADELEDE, EYLEMDE GERÇEKLEŞİR’

Bunları herhangi bir şekilde ciddiye almadığımızı söylemem lazım ve yurttaşlarımıza tavsiyemiz de budur: Bunları ciddiye falan almayın. Bunların herhangi bir itibarı olduğu için değil. Aynı 14 Mayıs öncesinde de, 2023 seçimlerinden önce de böyle ‘cambaza bak’ oyunlarının bir parçası olduklarını hatırlayın. Çünkü bizim ittifak dediğimiz şey öyle tepelerde koltuk pazarlıklarıyla yapılmaz. İttifak dediğiniz şey sokakta, mücadelede, eylemde gerçekleşir. E biz bunların hiçbirisini şükürler olsun sokakta, mücadelede, eylemde halkımız direnirken onun yanında görmüyoruz. Biz çok açık söylüyorum arkadaşlar, bu iktidarın şu ya da bu hamlesini ya da bu iktidarın şu dönemini, öteki dönemini birbirinin karşısına koymuyoruz. Bunlardan bir tanesini diğerine tercih etmiyoruz. Biz bu iktidarın kendisine de, bu iktidarın temsil ettiği bütün değerlere de, sermaye iktidarının tümüne karşı durduğumuz için bunlardan farklıyız ve tek bir anlayışımız var: Memleketin derdini dert edinenlerin, sadece memleketin derdini dert edinenlerin yan yana gelmesini, gözyaşının ve alın terinin ittifakının kurulmasını savunuyoruz. Bu doğrultuda mücadele devam edecek.

BAHÇELİ’NİN ‘DEMİRTAŞ’ AÇIKLAMASI: ‘DAKİKA KAYBETMEDEN SERBEST BIRAKILMASI GEREKİYOR’

Bir örnek daha vereceğim. Onların siyaset anlayışıyla bizim siyaset anlayışımız karşı karşıya konulsun ve herkes net tercihte bulunsun. Şimdi dün herhâlde herkes izlemiştir. MHP Genel Başkanı, Selahattin Demirtaş ile ilgili son AİHM kararından sonra, yanlış olmasın okuyarak söyleyeyim, ‘Hukuki yollar sonuca ulaşmıştır. Demirtaş’ın tahliyesi hayırlara vesile olacaktır’ dedi. Gazeteciler geçerken sordular, bu yanıtı verdi. Daha ayrıntılı açıklamayı ise doğrudan genel başkan yardımcısı yaptı. Onu da aynen okuyayım, ‘Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı olması, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanıması hem de kabullere aykırı hareket edilmesi hukuken izah edilemez. İhlal kararlılığıyla belirlenen esasa müessir ihlal giderilmek zorundadır. Dosya istinafta bulunmaktadır. Mahkeme bakanlıkla yazışarak kararın aslını isteyebilir. Bu aşamadan sonra mahkeme tarafından tahliye kararı verilecektir’. Şimdi sevgili yurttaşlar, önce bir şeyi söyleyeyim, Selahattin Demirtaş serbest kalmalı mı? Kesinlikle evet. Hatta Selahattin Demirtaş’ın tutuklanması yanlıştı zaten, yani 9 yıl önce tutuklanması yanlıştı. Tutuklanması hukuki değil, siyasi bir karardı. Ve dikkatinizi çekiyorum, biz 9 yıldır Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Osman Kavala’nın, Tayfun Kahraman’ın, Can Atalay’ın, yani haksız, hukuksuz biçimde cezaevinde tutulan bütün arkadaşlarımızın serbest kalması gerektiğini, yargının iktidar tarafından bir baskı aygıtına dönüştürüldüğünü, muhalefeti sindirmek, dizayn etmek için basit bir enstrüman olarak kullanıldığını defalarca söyledik. ‘Bunlar hukuki değil, siyasi tutuklamalardır’ dedik. O yüzden altını çizerek bir kez daha ifade ediyorum: Derhâl, dakika kaybetmeden serbest bırakılması gerekiyor.

‘AİHM KARARININ UYGULANMASI İÇİN BAHÇELİ’NİN AÇIKLAMASINA, ERDOĞAN’IN ONAYINA İHTİYAÇ YOK’

Ama şunu sormam lazım, yani eğer aklımızı kaybetmediysek, eğer bizim aklımızla dalga geçilmiyorsa şunu sormamız lazım, ya bu ilk ihlal kararı değil ki. Daha önce defalarca benzer kararlar verildi. Ben hatırlıyorum, herkes hatırlıyordur. AİHM’in ilk ihlal kararından sonra Tayyip Erdoğan çıktı, ‘AİHM’in verdiği karar bizi bağlamaz, biz karşı hamlemizi yaparız’ sözü akıllarda. Devlet Bahçeli’nin ‘Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır’ sözü akıllarda arkadaşlar. Şimdi sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, sanki bu ülkede AİHM kararları, Anayasa Mahkemesi kararları hep uygulanıyormuş ve bu iktidar, bu iktidarın ortağı bu süreçlerin parçasıymış gibi davranılmasını kabul etmediğimizi söylemem lazım. Şunun için söylemem lazım, yani bu hukuksuzlukların, hukukun siyaset tarafından belirlenmesinin normalleştirilmesini kabul edemeyiz.

Tekrar bakın, hafızama güvenmedim gittim, tekrar Anayasa’yı açtım. Anayasa maddelerini burada hatırlatmak istiyorum. Mesela Anayasa madde 90 diyor ki, ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalar, kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi hâlinde milletlerarası anlaşmalar esas alınır’. Bakın bu ülkede şu anda yürürlükte olan Anayasa, eğer bu Anayasa yürürlükteyse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararının gereğinin yerine getirilmesi tartışılamaz ki. Bunun için Bahçeli’nin açıklama yapmasına, Tayyip Erdoğan’ın onay vermesine falan ihtiyaç yoktur. Ya milletin aklıyla alay etmeyin, milletin acılarıyla oynamayın. Milletin gördüğü bu hukuksuzlukları normalleştirmek için taklalar atmayın.

‘BU ÜLKE BUNLARIN KEYFİNE GÖRE Mİ YÖNETİLECEK?’

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne nasıl geçtiğimizi hatırlatmak istiyorum. Tayyip Erdoğan fiilen siyasi parti genel başkanlığı yapmaya devam ediyordu. Eski Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı seçilince partiyle ilişkisini kesmesi zorunluydu. Yasal olarak kesmişti, fiilen devam ediyordu. Devlet Bahçeli de çıktı dedi ki ‘Zaten fiilen olan bu süreci anayasal hüküm hâline getirelim, Anayasa’yı değiştirelim’. Yani ne dedi? ‘Anayasa’yı yaşadığımızı uyduralım’ dedi. Şimdi eğer ben Devlet Bahçeli’nin bu söylediğini ciddiye alacaksam bir Anayasa değişikliği teklifinde bulunmam lazım. Mesela milletlerarası anlaşmalar yürürlüğe girmeden önce Devlet Bahçeli ‘Hayırlı buluyorum’ desin, Cumhurbaşkanı da onaylasın, ondan sonra yürürlüğe girsin. Yazalım Anayasa’yı, böyle yazalım. Ya da Anayasa madde 153, ‘Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idari makamları, gerçek ve tüzel kişileri bağlar’. Değiştirelim arkadaş bunu. Diyelim ki ‘Anayasa Mahkemesi kararları kesindir ama uygulanması için Devlet Bahçeli’nin hayırlı bulması gerekmektedir’! Ya gerçekten arkadaşlar, çok saçma değil mi? Yaşadığımız o kadar saçma ki, o kadar akıl dışı ki… Ya bunu böyle normal kabul etmek, bunların ‘Olur böyle şeyler bu memlekette’ deyip geçirilmesi olmaz. Yani bu ülke bunların keyfine göre mi yönetilecek? Tekrar ediyorum: Kimin ne dediğinin hiçbir önemi yok. Tüm siyasi tutsaklar derhâl serbest bırakılmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmalıdır. Nokta.

‘BU TABLONUN NORMALLEŞMESİNİ KABUL ETMEYELİM’

Hukuku eğip büküyorlar, istediklerini söylüyorlar, istediklerini yapıyorlar. Vatandaş da bunları seyredecek, sonra hiç kimse sormayacak, ‘Ya arkadaş, bugün bu senin söylediğini 10 yıldır söylediğimiz için ne vatan hainliğimiz kaldı, ne teröristliğimiz kaldı, ne tutuklanmamız gerektiğini söylenmekten vazgeçtiniz. Meclis’ten atmakla tehdit ettiniz. Siyasi partileri kapatmakla tehdit ettiniz’. E şimdi bunları hiç söylemeyelim. Çok açık söylüyorum, akıl ve vicdan sahibi tüm yurttaşlarıma sesleniyorum: Bu tablonun normalleşmesini kabul etmeyelim. Evet, barışın sonuna kadar talepkârı olalım, barış için mücadele edelim, demokrasi için de mücadele edelim, özgürlükler için de mücadele edelim. Hukukun, yargının, iktidarın basit bir enstrümanı olmasına karşı da mücadele edelim. Barış ancak böyle sağlanır. Bu ülke ancak böyle özgür olur. Bu ülke ancak böyle demokratik olur. Bunlar birilerine emanet edebileceğimiz, pazarlık konusu edebileceğimiz konular değil. Temel insan haklarıdır, temel mücadele başlıklarıdır bizim için.

‘FİLİSTİN HALKI BOMBALAR ALTINDA YAŞAM MÜCADELESİ VERİRKEN BU ÜLKE LİMANLARINDAN İSRAİL’E TİCARET DEVAM EDİYOR’

Gerçekten nasıl bir sistemle karşı karşıyayız, nasıl bir ikiyüzlülükle karşı karşıyayız, onu göstereceğim. Şimdi dünyayı hep kendi merkezlerinde gördükleri için beyefendiler, ‘Biz İsrail’e ticareti bitirdik’ diye yalan söylüyorlar, değil mi? Bakın çok net söylüyoruz, suçüstü yakaladık. 27 Ekim günü TİP İzmir İl Örgütü, gelen bilgiler doğrultusunda İzmir Limanı’na gidiyor arkadaşlarımız ve bakın şu fotoğrafları çekiyorlar. Trans Carrier isimli bir gemi bu. Bu gemi, bizim eylemden bir gün sonra yola çıkıyor ve 2 Kasım tarihinde İsrail’e ulaşıyor. Bunlar da öyle çok gizli saklı bilgiler falan değil, bayağı açık kaynaklarda, denizcilik izleme uygulamalarında teyit ettiğimiz şeyler. Geminin özelliği, hareket ve varış saatine dair tüm bilgiler, belgeler açık kaynaklarda belirlenmiş durumda ve bizim elimizdeki fotoğraflar, tanık beyanları, liman kayıtlarına dair bulgularla Akkuş Grup’un Ege Gazbeton markalı ürünleri İzmir Limanı’ndan Liberya Bandıralı bir gemiye yükleniyor, aynı gemi önceki yüklemelerinde de İsrail’e çeşitli seferler yapmış durumda. Bu tablo, bu fotoğraflar, bu tespitler, Filistin halkı bombalar altında yaşam mücadelesi verirken bu ülke limanlarından İsrail’e ticaretin devam ettiğini bize gösteriyor. İşte aynı şey, lafa gelince ‘Filistin’in yanındayız’ sözleri, öbür tarafta İsrail’le devam eden anlaşmalı ticaret.

‘TÜM YURTTA CUMHURİYET BAYRAMI KUTLANIRKEN, BU ÜLKEDE VATANDAŞLAR İKTİDARDAKİLERİN SORUMSUZLUĞU NEDENİYLE HAYATLARINI KAYBEDİYORLAR’

Değerli arkadaşlar, özellikle vurgulamak istiyorum. Gebze’de çok acı bir kayıp yaşadık. 4 yurttaşımız bir apartmanın çökmesi sonucu hayatını kaybetti. Ben hayatını kaybeden yurttaşlarımızın yakınlarına bir kez daha başsağlığı dileyerek başlayayım. Ama bu ölümlere de alışmamak lazım arkadaşlar, çünkü hemen tespit ediyoruz ki yanda bir inşaat var. Yani çöken apartmanın yanında bir inşaat var ve çok büyük ihtimalle bu inşaat için yeraltı suyunun boşaltılması nedeniyle bu çökme gerçekleşiyor. İnşaat Ulaştırma Bakanlığı’nın metro inşaatı arkadaşlar, Ulaştırma Bakanlığı’nın yaptığı bir metro inşaatı nedeniyle… Üstelik bakın elimizdeki kayıtlar diyor ki, 29 Ekim’de yaşanan bu katliam diyelim artık buna, bu acı olaydan önce 26 Mayıs’ta CİMER’e bir başvuru yapılıyor. Bu başvuruda ‘Metro inşaatı devam ettikçe binalarımızda çatlaklar oluşuyor’ diyorlar. ‘Bu metro inşaatı nedeniyle olabilir mi bu çatlaklar? Bunu inceleyin’ diyorlar. Şimdi dikkat edin, herhangi bir muhalif siyasetçiyle ilgili, herhangi bir yurttaşla ilgili ya da işte diyelim ki Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddia edilen biriyle ilgili CİMER’e bir şikâyet gittiğinde ne oluyor arkadaşlar? 24 saat içerisinde hemen tıkır tıkır tıkır bütün sistem işliyor. O yurttaşı evinden alıyorlar. Cumhurbaşkanı’na attığı bir tweet nedeniyle, hakaret ettiği gerekçesiyle hapse koyuyorlar, değil mi? Tıkır tıkır işliyor, değil mi CİMER? Arkadaş, burada niye işlemiyor? Ey Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar! Burada niye işlemiyor? Niye gidip bunu kontrol etmiyorsunuz? Niye gidip bunun gereğini yerine getirmiyorsunuz? E şimdi orada hayatını kaybeden yurttaşlarınızın hesabını kim verecek ya? Arkadaşlar, 29 Ekim günü, yani tüm yurtta Cumhuriyet Bayramı kutlanırken bu ülkede vatandaşlar iktidardakilerin sorumsuzluğu nedeniyle hayatlarını kaybediyorlar. Yani söyleyecek söz bulamıyorum ama söz veriyorum, ant olsun ki bunların hesabını soracağız. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yani o CİMER’i sadece vatandaşı korkutmak için mi kurdunuz ya? Sadece kendi itibarınızı korumak için mi kurdunuz? Al işte vatandaş uyarmış, vatandaş şikâyette bulunmuş. Bir kez daha yurttaşlarımızın acısını paylaşıyorum.

‘YEMEKSEPETİ İŞÇİLERİ, AYNI İŞİ YAPTIKLARI İNSANLARLA KONUŞTUKLARI İÇİN İŞTEN ÇIKARTILDILAR’

Dün Yemeksepeti başta, başka şirketlerde de çalışan kurye arkadaşlarla Esenyurt İlçe Örgütü’müzde bir toplantı gerçekleştirdik. Her şeyden önce şunu söyleyeyim, o kuryelere köle gibi muamele eden Yemeksepeti şirketini uyarıyorum: O insanlar sizin köleniz değil. Alın teriyle karda kışta bin bir zorlukta ekmek parasını kazanmaya çalışan insanlara köle muamelesi yapmanıza izin vermeyeceğiz. Şimdi birkaç şey söyleyeceğim, bütün yurttaşlarımızın bilmesi lazım. O koca koca markaların arkasında neler var? İşçi arkadaşların birtakım talepleri var. Mesela bakın bir fotoğraf göstereceğim, bu yaşanmış bir olay. Yemeksepeti çalışanı bir kurye arkadaşımız trafik kazası geçiriyor. Paketi almış, teslime giderken bir trafik kazası geçiriyor. Kazayı geçirince mesaj atıyor, ‘Kaza geçirdim, beni arar mısınız’ diyor, ‘Paketinizi teslim ettiniz mi’ diye soruyorlar. ‘İyi misin? Bir şeyin var mı? Kırığın çıkığın var mı? Ayağın koptu mu? Kolun koptu mu? Parmağın koptu mu?’ demiyorlar. Trafik kazası geçirmiş ya motor üstünde. Adam can derdinde, ötekisi bir tane paketin teslim edilip edilmediği derdinde.

Şimdi bunu gören, bunu yaşayan işçiler diyorlar ki, ‘Ya biz bir araya gelelim de bir konuşalım. Bir WhatsApp grubu kuralım’. WhatsApp grubu kuruyorlar, bir tane de toplantı yapıyorlar. Bu duyulduğu anda WhatsApp grubuna sızılıyor. Patronun bir yandaşını WhatsApp gruba sokuyor ve o WhatsApp grupta bulunan işçi arkadaşların hepsinin işlemlerine son veriyorlar. Sadece toplandıkları için, arkadaşlarıyla, iş arkadaşlarıyla, aynı işi yaptıkları insanlarla konuştukları için işten çıkartıldılar diyeceğim ama diyemiyorum. Niye biliyor musunuz? Çünkü üçkâğıt, orada da büyük üçkâğıt var. Çünkü üstünde Yemeksepeti önlüğü, arkasında Yemeksepeti’nin çantası olan o gördüğünüz motokuryelerin önemli bir bölümü Yemeksepeti çalışanı değil. Bunların sorumluluğunu üstlenmek istemeyen şirket diyor ki, ‘Sen git, bir tane şirket kur. Esnaf kuryelik yap. Senin sorumluluğun bende olmasın.’

‘KURYELERİN BAŞINA BİR ŞEY GELDİĞİNDE YEMEKSEPETİ’NİN SORUMLULUĞU YOK’

Arkadaşlar bakın, gerçekten ne söyleyeceğimi bilemiyorum. O gördüğünüz renkli renkli yelekler var ya, biz onlara ne diyoruz? Yemeksepeti kuryesi diyoruz, değil mi? Kağıt üstünde değil, ama üstündeki o Yemeksepeti yeleğini ve çantası için işçiden 3 bin 310 lira para alıyorlar. Ya işçi hani motorun kaskını, güvenlik için takması gerekenleri, giymesi gereken kıyafetleri zaten kendisi alıyor. Ama diyor ki, ‘Bir de sen gezerken benim reklamımı yapacaksın. O yeleği de giymen lazım. Arkaya o çantayı da koyman lazım. Onun için de ben senden 3 bin 310 lira istiyorum’ diyor. O işçinin sigortasını ödemiyor, o işçi yarın öbür gün Allah göstermesin iş kazası geçirdiğinde onun sorumluluğunu Yemeksepeti taşımıyor. Yani motoru kendi alıyor, mazotu kendi koyuyor, kaskını, kıyafetlerini her şeyini kendi alıyor, şirketin yeleğinin bile parasını veriyor. Karda kışta motorda can pazarında paket yetiştirmeye, bir paket daha yetiştirip üç kuruş daha fazla para kazanmaya çalışıyor. Ama başına bir şey geldi de Yemeksepeti’nin hiçbir sorumluluğu yok. Örgütlenemiyor. Örgütlenmeye giriştiği anda işine son veriyorlar. Dün konuştuğum arkadaşlar, sistemden atılan arkadaşlar eğer başka bir iş bulamazlarsa, başka bir yerde kuryelik yapamazlarsa Yemeksepeti ekmeklerine el koymuştur. Ya gerçekten ne diyeyim yani? Gözünüzü toprak doyursun ya. Milyonlarca lira para kazanıyorsunuz. İşçinin üç kuruşunda hâlâ gözünüz.

KURYELERE SESLENDİ: ‘ÖRGÜTLENMENİZİN ÖNÜNDEKİ BÜTÜN ENGELLERİ ORTADAN KALDIRACAĞIZ’

O yüzden tekrar ediyorum. Bir kere kurye arkadaşlar, bu hukuksuzluklara teslim olmayın. Bu hukuksuzluklara uğrayan arkadaşınızın koluna girin. Aklınızı, yüreğinizi, bileğinizi birleştirin kardeşlerim. Bütün kurye arkadaşlara çağrı yapıyorum. Sizin örgütlenmenizin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmak için elimizden gelen ne varsa yapacağız. Lütfen birbirinize sahip çıkın ve örgütlenin. Ya biz arkadaşlar, her şeye geçtim, pandemide o kurye arkadaşlar olmasa milyonlarca insan evine ekmek getiremeyecekti, su getiremeyecekti, doğru mu? Ya şimdi bu insanlar kendi evlerine ekmek götüremeyecek hâle getirilmek isteniyor. O yüzden kurye arkadaşlarımızın örgütlenmesine hep beraber destek olmak durumundayız. Bütün vatandaşlara çağrı yapıyorum, bu kurye arkadaşlara sahip çıkacağız. Onların sayesinde evimize ekmek girdiğini, su girdiğini unutmayalım. Yemeksepeti ve benzeri bütün şirketleri uyarıyorum. Bu işçilere yaptığınız her türlü düşmanlığın karşısında bizi bulacaksınız. Öyle ‘İşçileri yalnız buldum, istediğimi yaptırırım’ dönemi bitti. Sonuna kadar bu arkadaşların yanında olacağız. O koca koca markalardaki sözde patronların, sözde oradaki temsilcilerin de işçilerin ekmeğiyle canıyla oynamasına izin vermeyeceğiz.”

ŞİŞECAM İŞÇİLERİ KONUŞTU

Erkan Baş, gündemi değerlendirmesinin ardından sözü işten çıkarılan Şişecam işçilerine bıraktı. 8 yıldır çalıştığı fabrikada işten çıkarılan Halil Küçük, “Şişecam işçisiyim. 8 yıldır çalıştığım fabrikada ansızın insan kaynakları arayıp performans düşüklüğü, verimsizlikten dolayı işten çıkarıldım. Fesih kararını imzalamadım. Kayıtlı olduğum Kristal-İş sendikasını aramama rağmen arkamızda durulmadı. Bakmakla yükümlü olduğum ailemle ortada bırakıldım. Bir an önce işçi çıkışlarının durdurulmasını istiyorum” şeklinde konuşurken, işten çıkarılan bir diğer işçi de şunları kaydetti:

“Ben de 6 yıldır çalışmakta olduğum Şişecam fabrikasından bir gece vardiyasının sonunda, sabah saat 07.50’de insan kaynakları tarafından çağrılıp işime son verildi. Gerekçe de devamsızlık olarak belirtildi ama devamsızlık dedikleri şey hastalık raporlarımdı. Tabii ki bu 6 sene içerisinde 2 defa pandemi, Covid atlattım, akciğer rahatsızlıkları geçirdim, kronik migren hastasıyım. Buna rağmen yani tek gerekçe gösterdikleri sebep devamsızlık olarak işten çıkarıldım ve sendikam hiçbir şekilde arkamda durmadı. Telefonlarım açılmadı, cevap verilmedi. Daha sonra döndüler ama döndüklerinde hiçbir anlamı kalmamıştı. Yani bu gidişatın durdurulmasını istiyorum ve bu durumun düzeltilmesini istiyorum. Şişecam gibi bir dünya devi denilen şirkete böyle bir çıkarılma hiç yakışmadı, esefle kınıyorum. Teşekkür ederim.”

ŞİŞECAM’A SESLENDİ: ‘2025’İN İKİNCİ ÇEYREĞİNDE 2,6 MİLYARLIK KARI BU ARKADAŞLARIMIZIN ALIN TERİYLE YAPTINIZ’

Şişecam işçilerinin ardından sözü alarak toplantıyı bitiren Erkan Baş, şunları söyledi:

“Bu arkadaşlarımız sadece bir örnek. Bu aslında hepimizin hikâyesi, bu ülkedeki milyonlarca işçinin hikâyesi. Ben şunu söyleyeyim sadece, daralma diyorlar, işte ‘ekonomik kriz’ diyorlar. Çeşitli gerekçeler bulunuyor. Bakın arkadaşımın söylediği konunun altını çiziyorum. Bütün dünya bir pandemi yaşadı. Ve pandemide diyelim ki Covid oldunuz, işe gidemediniz. Bu şimdi sizin için işten çıkartma gerekçesi olarak ifade edilebiliyor. Öbür tarafta ne var? Öbür tarafta 2025’in ikinci çeyreğinde Şişecam 2,6 milyar TL kâr açıkladı. O kârı bu arkadaşlar yarattı ya! Bu arkadaşlarımızın emeğinin, alın terinin, çocuklarından, ailelerinden ayırdıkları zamanın sonucu olarak 2,6 milyar kâr yaptınız. Ama bunun sonucunda daralma nedeniyle işçilerden kurtulmaya çalışıyorlar. Biz işçi arkadaşlarımızın yanındayız. Memleketin neresinde bir emek mücadelesi varsa, memleketin neresinde bir hak mücadelesi varsa, memleketin neresinde işçi sınıfının bir kavgası varsa, o kavganın açık, net yanında olduğumuzu ifade ederek bu haftaki sözlerimi bitirmek istiyorum.”

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir