Yaşasın ve büyüsün örgütlü mücadelemiz
AYSUN GEZEN
KESK Eş Genel Başkanı
Derinleşen ekonomik kriz, geniş tanımla 8 milyonu bulan işsizlik, geçim sıkıntısı, süreklileşmiş OHAL ve fırsattan istifade gasp edilen temel insan hak ve özgürlükleri ortamında pandemi girdi gündemimize. 1980’den bu yana hayata geçirilmek istenen esnek güvencesiz istihdam, özelleştirmeler, kamusal hizmetlerin sermayenin kâr edeceği alanlar olarak görülüp piyasaya açılmasını temel alarak kamunun yeniden yapılandırılması projesini OHAL’den istifade hızlandırarak da sıkı sıkı ve saldırgan biçimde takip etti AKP. Parası olanın hizmet alabildiği, parası olmayanın ne hali varsa gördüğü bir sistemi hayata geçirmekte son derece ilerledi.
Daha fazla kar elde etme mantığıyla işleyen, canlı emeği üretim süreçlerinde bir maliyet kalemine, girdiye indirgeyen, insanı, doğayı, her şeyi metalaştıran kapitalist sistemin neoliberal aşamasının ülkemizdeki uygulayıcısı AKP özgürlüklerden konuştu, ama bahsettiği aslında kazanılmış haklar, temel insan hak ve özgürlükleri değildi; ticaret yapma, sömürme özgürlüğü idi. Bu acımasız özgürlük, emekçilerin, işçi sınıfının haklarının olduğu, onların da insan ve vatandaş sayıldığı bir düzende işleyemezdi. İnsanlar, canlılar, doğa arasındaki tek ilişki, “çıkar” üzerine kurulabilirdi, rekabet esastı, başarılı olan kendisi her türlü “yokluğa” rağmen başarmıştı, başarısız olan, işsiz kalan, geçinemeyenin kendi beceriksizliği ve suçuydu, buna da yapacak bir şey yoktu. Sosyal devlete böyle bir düzende zaten hacet yoktu. Toplumun en zengin yüzde 10’luk kesiminin toplam servetin %81’ine sahip olması adaletsizliği düzeni tehlikeye atmasın diye yardımlar seferber edilirdi.
Özgürlük ama sendikal özgürlükler, örgütlenme özgürlüğü, kadının özgürlüğü hariç. Özgürlük ama kendi yaşamlarımız ve içinde yaşadığımız toplum hakkındaki kararların öznesi olmak hariç. Ne de olsa onlar için emekçilerin sermayedarların hep daha fazla kâr hırsı için çalışmaktan, çarkların dişlisi olmaktan başka bir yaşamı olamaz, bu düzen emekçilere yaşamın en ufak kırıntısını bile çok görür.
Covid-19 virüsünün ülkemizde de tehlikeli bir biçimde yayılması ile birlikte her gün evde kal çağrılarının hayatlarını eve – yalılarına, villalarına – sığdıracak kadar çok para kazananlarca tvlerde, sosyal medyada dolaştığını gördük. Sağlık Bakanı her konuşmasında evde kalmaktan bireyleri sorumlu tutan bir söylem kullandı. Emekçiler, hayatta kalmak için çalıştığı her güne ihtiyacı olanlar için evde kalmanın koşullarını yaratmanın sorumluluğunu kendinde görmedi AKP. Sokağa çıkmak yasaktı ama işçiler, çalışan gençler, çocuklar hariç. İnsanlıktan ve dolayısıyla hak sahibi olmaktan azade tutuldu emeğiyle geçinmeye çalışanlar. “İşten atma yasaklanıyor, müjde” dediler. Her müjde gibi bunun da altından ücretsiz izin, sefalet ödeneği adı altında yeni hak gaspları çıktı. Çelişkiler keskinleşti ve salgın sınıf karşıtlıklarını her tür maskesinden, yaldızından soyarak yalın bir halde ortaya koydu. Yarattıkları kendi suretlerinde bir dünyaydı.
Salgınla mücadele adı altında giderek otoriterleşen, hak gasplarını sürdüren, çarklar dönsün, bir avuç zenginin cebi daha da dolsun diye çalışmayı durdurmayan iktidarın göstermelik ama kendisi için başka işlevler taşıyan sokağa çıkma yasakları altında 1 Mayıs’a gidiyoruz. Pandemi nedeniyle bu yıl ilk defa aynı mücadeleyi, eşit, özgür, emekten yana bir dünya tahayyülünü paylaşan, her günü bu mücadeleyle geçen milyonlar olarak kitleler halinde bir araya gelmenin yarattığı gücü bu yıl farklı bir şekilde deneyimleyeceğiz.
Bizi öldürenin virüs değil, kapitalizm olduğunu, bu eşitsiz, sömürüden, sefaletten, ölümden başka bir şey vaat etmeyen düzene karşı yeni bir toplumsal düzen istediğimizi var gücümüzle dile getireceğiz. Her ev, balkon, mahalle, çalışmanın sürdüğü iş yeri 1 Mayıs alanı olacak.
Pandemiden sonra hiçbir şey zaten sağlığımızı bozan “normal”e dönmesin, eskisi gibi olmasın diye örgütlü mücadeleden başka yol. Çünkü, iktidarlar da bu süreçten öğrenerek çıkıyor, salgınla mücadelede geliştirdikleri denetim ve disiplinle, emek alanına ilişkin uygulamalarını salgın sonrasında norm haline getirmenin yollarını döşüyor olacak. İstediğimiz değişimin kendiliğinden gelmeyeceğini her kriz dönemiyle birlikte deneyimliyoruz. Evet, bugünkü toplumun bağrında yepyeni bir hayat filizleniyor. Bu filize su vermek, onu yeşertmek bizim ellerimizde.
Herkese iş güvencesinin, insanca yaşanacak bir ücretin sağlandığı, sağlık, eğitim, ulaşım ve iletişim başta olmak üzere kamusal hizmetlerin herkes tarafından ulaşılabilir, parasız, nitelikli ve bilimsel olarak sunulduğu, kolektif emeğimizle yarattığımız değerlerin, kamu kaynaklarının halkın, emekçilerin hakları ve ihtiyaçları için harcandığı, servetin vergilendirildiği, vergide adaletin tesis edildiği, sosyal devletin hayata geçtiği, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı, doğanın korunduğu, rekabetin değil dayanışmanın esas olduğu, yaşamlarımız ve içinde yaşadığımız toplumla ilgili kararlarda söz sahibi olduğumuz eşit, özgür, emekten yana bir gelecek istiyoruz. Çünkü üreten biziz. Başka bir dünya ancak bizim örgütlü mücadelemizle kurulabilir.
Yaşasın işçilerin uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü!