Dursun Bulut: Darbeciliği gizlemek!

Example HTML page

15 Temmuz darbe girişimi üzerinde 9 yıl geçti. Bekledim görüşlerden bir değişiklik var mı yok mu diye…ne gezer herkes ezberlediğini tekrar edip durdu.

O nedenle biraz geriye giderek düşüncelerimi aktarma ihtiyacını duydum.

Atatürk ve Arkadaşları, monarşiyi devam ettirmeyerek, cumhuriyeti kurdular. Rejimi değiştirmelerinin temel nedeni, tek kişinin hakimyeti yerine, halkın egemenliğini sağlamaktı. Ülke emperyalist işgalle birlikte çok şeyini kaybetmişti. Zaten sanayisi yoktu. Ekonomisi çok zayıftı. Okuma yazma oranı %8’lerdeydi. Üniversite sadece İstanbul’da (Edirne’deki Enderun Mektebi hariç) vardı ve uzun geçmişleri yoktu. Var olan olanaklardan da, padişahın etrafındaki ayrıcalıklı zümre faydalanıyordu. Ulaşım, iletişim yetersizinde ötesindeydi. Elektrikle aydınlatma sadece İstanbul’da vardı.

İster istemez, bu kadar kendi içine kapanmış bir ülkeyi Dünya’ya açmak gerekiyordu ve sanayi ve eğitim hamleleri gerekliydi. Bunlar Atatürk döneminde yapıldı. Ancak bu hamleler demokrasiyle at başı yürütülemedi. Özellikle 1950’den sonra, yeniden emperyalizme teslim olununca parlemento seçimleri dışında demokrasi hamlesi hiç olmadı, gelişim hamlesi de durduruldu. Bunun en büyük kanıtı da NATO(1952) üyeliği, İncirlik’te (1955) ABD üssünün kurulmasına izin verilmesi, Marshall yardımları (1949), “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız” sözü ve Kore’ye (1955) asker gönderme kararıdır.

Adnan Menderes, “Yeter Söz Milletindir” diyerek, iktidar olmuştu. İktidara geldikten bir süre sonra milletin egemenliği gitti, Adnan Menderes’in egemenliği geldi. Gazeteciler, DP iktidarı aleyhinde yazamaz olduğunu, her tür baskıya karşın yazanların yargısız, sorgusuz, sualsiz içeri atıldığını, tahkikat komisyonlarının herkesi aynı torbaya koyarak suçladığını, insanların yarın başlarına nelerin geleceği endişesini yaşadığını, o dönemi anlatan belgelerden biliyoruz. Hıfzı Topuz, 2020 de bu konuyu köşesine taşımıştı. “Yalnız dört yıllık bir süre içinde (Mart 1954 – Mayıs 1958) 1161 gazeteci hakkında kovuşturma açılmış ve bunlardan 238’inin mahkûmiyetine karar verilmişti.

1965’den sonra Süleyman Demirel’i yaşadık. Onunda Adnan Menderes’in yolunda yürüdüğünü milletin egemenliği, demokrasi yerine özellikle 1975’lerden itibaren sola düşmanlığını, Alparslan Türkeş’e kol kanat gererek ve o meşhur ifadesiyle, “bana kimse, ülkücüler cinayet işledi dedirtemez” sözüyle kime hizmet ettiğini net olarak belirlemişti.

Demirel hükümetlerini darbeler, takip etti. Darbleri, Özal, Demirel hükümetleri takip etti.Turgut Özal, “ben zengini severim” sözüyle tarafı olduğu kesimleri alenen itiraf etti. Yine, “benim memurum işini bilir” sözüyle kamunun dolandırılmasını teşvik etti, Körfez savaşında “bir koyup üç alacağız” sözüylede emperyalizmle işbirliğini ve Savaş yanlısı biri olduğunu ispat etti. Ülkemiz en sonunda sözüm ona muhafazakar Demokratların eline düştü. Bu ekibin iç yüzünü insanlar anlayana kadar tam 23 yıl geçmişti.

Recep Tayip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP iktidarı, ülkeyi yönetmekten daha çok ele geçirmeyi hedeflemişti. Devleti ele geçirmeyi Fethullah Gülen’le sağladılar. Ne zamanki, iktidar savaşına tutuştular. Darbe girişimi ülkemizin geleceğini kararttı. Düşünebiliyor musunuz, darbeci başını ABD himayesine alıyor, mevcut iktidar ise ABD’nin başkanına Dostum Trump demenin keyfiyle mutlu, mesut oluyor. AKP iktidarının yaptıklarını hepimiz yaşadık. Ne dedilerse tersini yaptılar. Sonuç olarak ülke aklını, bilimi, sağlığı, refahı, kardeşliği, demokrasiyi, özgürlükleri, laikliği kaybetti ve tek adam jejimine döndü.

Hele Kürt sorununu getirip Türk, Kürt Arap üçlemesine bağlayıp çimentosununda İslam olduğunu söylemesi kafalarının arkasındaki düşüncenin demokrasi yerine İslam Cumhuriyetini kurmak olduğunu ve bunu hedeflediklerini bu söylemle ifşa ettiler. Atatürk, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” derken, bunlar İslam ‘çimentomuz’ diyorlar. İngiltere, Almanya, Fransa dinin çimento görevi görmesi nedeniyle mi ayakta yoksa demokratik sistemi tercih ettikleri için mi ayakta? Pek tabiidir ki, demokrasiyi yaşam biçimi olarak seçtikleri için ayaktalar. İşte bu demagoji yani İslamı bağlayıcı gören anlayış demokrasiyi, Barışı getiremez.

Ancak ülkemizin çok çok önemli başka bir sorunu da silahların susturulması sorunudur. Silahların susturulmasını isteyen her demokrasi yanlısı parti, AKP’nin bu iflah olmaz anlayışını reddederek silahların susturulmasını talep etmesi gerekir. Sürecin sonunda demokrasiyle taçlandırılırsa sorun çözülür. Aksini düşünmek dahi istemiyorum.

Sosyal Demokratlara gelince onlar iki arada bir derede.15 Temmuz darbe girişiminde sonra bugünkü CB’nını (o günkü başbakan) FETÖ’cü örgütle ortaklıklarını gizlemek için, 7 Ağustos 2016’da İstanbul Yenikapı’da ortak miting düzenledi ve bizim, o günkü genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’da bu mitinge katılmıştı. Ogünlerde Yenikapı mitingine gitmenin, ülkeye bu kötülükleri yapan her iki kesimden birini aklayacağını, parti platformlarında beyan etmiştik. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu’nun kontrollü darbe diyip mitinge gitmesinin çeliştiğini ifade etmiştik. Nitekim o mitingden sonraki süreçte, FETÖ suçlandı, AKP aklandı. Oysaki yaratılan bu süreç, her iki anlayışın ortak ürünüydü. Her iki kesimin birlikte yargılanması gerekiyordu.

CHP, o günden bu yana, konulması gereken tavırdan hep uzaklaşmıştır. Bugün hala bir yandan aktif olarak, 15 Temmuz törenlerini kutluyor, diğer yandan 15 Temmuz darbe girişimi eleştiriliyor. Bu ikirciklik devam ettiği sürece inandırıcılığımız hep tartışılacaktır.

İki arada bir derede tavrı, CHP’ye getireceği hiçbir şey yoktur. Biz FETÖ’yü, AKP iktidarından ayıştırırsak, Türkiye demokrasisine zarar verilmesini engelleyemeyiz. Darbe girişimi nedeniyle ölen her askerimiz, polisimiz, sivil vatandaşlarımız bizim için çok değerlidir ancak ölümlerden en az FETÖ kadar suçu olan iktidarla bu vahim olayı birlikte telin etmekte o kadar zaafiyettir. Bu çifte standart devam ettikçe zarar görmemizde devam edecektir.

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir