TİP, ‘Can Atalay’ dilekçesini Meclis Başkanlığına sundu: ‘AYM kararlarını uygulayın’
Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında dilekçeyi Meclis Başkanlığına sunduklarını söyledi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği haftalık basın toplantısında, seçilmiş Hatay Milletvekili Can Atalay’ın kaydının bir an önce Meclis kütüğüne yapılması yönündeki talebi içeren 238 imzalı dilekçenin Meclis Başkanlığına iletildiği kaydederek, “Doğrudan Meclis Başkanlığından talep ediyoruz, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararını uygulayın” ifadelerini kullandı.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Seçilmiş Hatay Milletvekili Can Atalay’ın TBMM kütüğüne kaydının acilen yapılması yönünde talebi içeren dilekçeyi Meclis Başkanlığı’na sunduklarını belirten Baş, dilekçede imzası bulunan CHP’li, EMEP’li, DEM Partili, İYİ Partili ve Yeniyol grubu mensubu milletvekillerine teşekkür etti.
TBMM Başkanlığına seslenen ve “AYM’nin, bu ülkedeki yurttaşların ve onların adına size bir talep ileten 238 tane milletvekilinin talebine olumlu yanıt verilmesi ve Can Atalay’ın meclis kütüğüne kaydının yapılmasını bekliyoruz” ifadelerini kullanan Baş, “yeni çözüm süreci” hakkındaki gelişmelere de değinerek “İktidarın, Saray’ın küçük hesaplarına barışı kurban etmeyiz” şeklindeki sözlerini yineledi.
YUSUF ZİYA BAHADINLI’YI ANDI
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, basın açıklamasında şunları kaydetti:
“Anayurdundan sürülen Çerkes halkının acısını paylaşıyoruz. Bu acıların telafisi ancak adaletle ve tüm dünya emekçilerinin din, dil, ırk fark etmeksizin bir arada yaşama iradesi sergilemesiyle mümkündür. Bizler de bu topraklarda ve dünyada, bütün halkların barış içinde özgürce, kardeşçe yaşayacağı bir dünya için mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz. Sözlerime başlarken bir de sevgili Yusuf Ziya Bahadınlı yoldaşımızı, hocamızı anmak istiyorum. Kendisi birinci Türkiye İşçi Partisi’nin parlamentodaki 15 milletvekilinden bir tanesi olarak bu çatı altında sosyalizmin gür sesini, emekçi halkın mücadelesini en etkili biçimde savunmak üzere büyük emekler verdi ve kesintisiz biçimde, son nefesine kadar ideallerine bağlı bir yaşam sürerek aramızdan ayrıldı. Biz de hem Yusuf Ziya Bahadınlı’yı hem onun şahsında bu mücadeleye katkı vermiş tüm büyüklerimizi saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
‘KARACA, AYM KARARINI OKUTTUĞU İÇİN MECLİS BAŞKANI TARAFINDAN CEZALANDIRILDI’
Dün yine Meclis tarihinin en kara günlerinden bir tanesini yaşadık. Yani gerçekten bu iktidar döneminde hukuksuzlukların zirve yaptığını söylüyoruz ama her seferinde daha büyük bir hukuksuzlukla bir önceki rekorlarının üstüne çıkan bir iktidarla karşı karşıyayız. Dün şöyle bir gün, hukuksuzluk üstüne hukuksuzluk yapılıyor. Hukuksuzluk üstüne hukuksuzluk yapılarak Türkiye’de yargı sisteminin en üst kurumlardan bir tanesi olan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun üyeleri seçiliyor. Yani gerçekten tam Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına uygun bir gün yaşadık. Önce herhalde izleyen yurttaşlarımız ve doğal olarak basın emekçileri fark ettiler. Dün Meclis’i, Meclis teamüllerinde pek olmayan bir biçimde, hiç olmayan bir biçimde Meclis Başkanı yönetti. Biliyorsunuz Meclis Başkanı genellikle Meclis’in açılış oturumlarında, özel oturumlarda, kendileri açısından önemli gördükleri günlerde Meclis’i bizzat kendileri yönetir. Onun dışında olağan rutin işleyişi nedir Meclis’in? Meclis başkanvekillerinin divan başkanlığında Meclis çalışmalarına devam eder. Ama dün bütünüyle keyfi bir uygulamayla karşı karşıya kaldık. Nedeni Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyuluyor olması. Sayın Gülizar Biçer Karaca’nın Anayasa Mahkemesi kararını Meclis kürsüsünde okuttuğu için Meclis Başkanı tarafından cezalandırıldığı bir tabloyla karşı karşıyayız.
‘MECLİS, AKP’YLE MHP’NİN BAŞKANVEKİLLERİNİN YÖNETİMİNE TERK EDİLMİŞ DURUMDA’
Bakın tekrar ediyorum, Meclis Başkanvekilli Anayasa Mahkemesi’nin kararını, yani anayasaya göre yasama, yürütme, yargı, bütün tüzel kişileri, hepimizi bağlayan bir kararı meclis kürsüsünde okuttuğu için o kadar büyük bir suç işlemiş gibi görüldü ki Meclis Başkanı önce kendisine görev vermedi. Tabii her zaman olduğu gibi böylesi zamanlarda bir el freni işlevi gören, bir cankurtaran işlevi gören Bekir Bozdağ’ın görevlendirileceği haberi geldi. Fakat bunun kabul edilemez olduğunu söylenince ‘O zaman ben de içtüzükteki hakkımı kullanıyorum. Ben gelip yöneteceğim’ deyip geldi. Dün gece 12’ye kadar Meclis Başkanı’nın yönettiği bir oturumu hep beraber izledik. Bunun, Anayasa Mahkemesi kararının okutulmasına karşı Meclis Başkanı’nın verdiği bir tepki dışında bir anlamı yok. Hukuksuz, teamüllere uygun değil! Hukuksuz diyorum çünkü böyle bir ceza yok, yani ortada bir suç olmadığı gibi ceza da yok. Peki yetti mi? Yetmedi arkadaşlar. Bakın şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız: Bir kez daha saygıyla, sevgiyle anıyorum, sevgili Sırrı Süreyya Önder’i kaybettikten sonra DEM Partili bir başkanvekili yok, CHP’li başkan vekiline de görev verilmiyor. Meclis, AKP’yle MHP’nin başkanvekillerinin ya da başkanın yönetimine terk edilmiş durumda. Yani görüntüde dahi demokrasiye izin vermeyen bir anlayışla karşı karşıyayız.
‘HSK ÜYELİKLERİ İÇİN NEREDEYSE MECLİS’İN YARISININ KATILMADIĞI BİR OYLAMA YAPILDI’
Peki bu hukuksuzluk şemsiyesi altında ne oldu dün? Hakimler ve Savcılar Kurulu’na Meclis ‘güya’ üye seçti. Daha önce Karma Komisyonundaki tartışmaları hep beraber değerlendirmiştik. Doğrudan Numan Kurtulmuş kendisine yapılan usul itirazını da yok sayarak, yani oradaki usulsüzlük iddialarını da görmezden gelerek, o hukuksuzluğu da örterek, o hukuksuzluğun da bir parçası haline gelerek Hakimler ve Savcılar Kurulu üyelikleri için seçim yaptırdı arkadaşlar. Ve çok ilginç bir sonuçla karşı karşıyayız, en fazla 366 milletvekilinin katıldığı bir oylama yapıldı ikinci turda, yani neredeyse Meclis’in yarısının katılmadığı bir oylamadan söz ediyoruz. Sonuçta gereken oy sağlanamadı ve kura çekme yöntemiyle Hakimler ve Savcılar Kurulu’na üyeler Meclis tarafından atanmış oldu. Aslında dikkat edin seçilmedi, kurayla atandı ve ne gariptir ki 5 kuranın 4’ü doğrudan iktidarını istedikleri oldu, sadece bir tanesinde en çok oy alan kişi seçilemedi, o da maalesef Türkiye siyasetinin durumunu gösteriyor, yargının durumunu gösteriyor. Tek kadın üyeyi meclis gönderemedi. Yani kendi listesi, kendi sıralaması içerisinde en yüksek bir oy alan kadın üye değil, ikinci gitti ve 74 oy ile Hakimler ve Savcılar Kuruluna üye seçilmiş oldu. Yani neredeyse Meclis’in yüzde 10’unun oyunu alan bir üyesi var artık o kurulun. Üzülerek söylüyoruz, memlekette hukukun, yargının geldiği nokta bu.
‘CAN ATALAY’IN MECLİS’E KAYDININ YAPILMASI İÇİN BAŞVURUMUZU MECLİS BAŞKANINA TESLİM ETTİK’
Ama bütün bu tablo içerisinde bir sevindirici gelişmeyi paylaşmak istiyorum, gerçekten çok sevindiğimiz bir gelişme. Bu hukuksuzluklara direnen, tüm bu farklılıklara rağmen halkın tercihine saygı gösteren, yemin ettiği anayasaya bağlılığını sürdüren, hak, hukuk, adalet noktasında yan yana gelen muhalefet milletvekilleri de var. Bugün itibariyle değerli arkadaşlar, şu ana kadar 238 milletvekilinin altına imza attığı ortak bir dilekçeyle Hatay Milletvekilimiz Can Atalay’ın Meclis’e kaydının yapılması için başvurumuzu Meclis Başkanına teslim ettik. Buradan Cumhuriyet Halk Partisi’nin, DEM Parti’nin, İYİ Parti’nin, Yeni Yol Grubu’nun, Emek Partili arkadaşlarımızın her birisine, genel başkanlarına, grup başkan vekillerine ve teker teker tüm milletvekili arkadaşlarımıza bu örnek dayanışma için yürekten teşekkür ediyoruz. Belki de Meclis tarihinde ilk defa bu kadar geniş konsensus, belki de iktidarın bütün bölme, parçalama taktiklerine, oyunlarına karşı muhalefetin kenetlenmiş bir biçimde anayasanın uygulanması talebiyle, Anayasa Mahkemesinin kararlarının uygulanması talebiyle Meclis Başkanlığına yaptığı ortak bir başvuruyla karşı karşıyayız. Bu açıdan umuyoruz ki Meclis tarihimiz açısından da son derece önemli bir adımı hep birlikte atmış olduk ve doğrudan Meclis Başkanlığından talep ediyoruz, Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulayın. Can Atalay’ın meclis kütüğüne kaydını yapın. Vekilliğinin düşürülmesi işleminin yok hükmünde olduğunu Anayasa Mahkemesi tescil etmiş ve meclise bir görev vermiştir. Şu anda Numan Kurtulmuş’un yapması gereken şey görevini yapmaktır, anayasanın kendisine verdiği görevi yerine getirmektir, 86 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kendisine verdiği görevi yerine getirmektir, hukukun kendisine verdiği görevi yerine getirmektir. Bir kişinin vereceği talimata, kendi keyfine, kendi korkularına teslim olamaz. Eğer meclis başkanlığı koltuğunda oturuyorsan anayasanın, Anayasa Mahkemesi’nin, bu ülkedeki yurttaşların ve onların adına size bir talep ileten 238 tane milletvekilinin talebine olumlu yanıt verilmesi ve Can Atalay’ın meclis kütüğüne kaydının yapılmasını bekliyoruz.
‘19 MART’TAN 19 MAYIS’A KADAR 2 BİNE YAKIN GENÇ GÖZALTINA ALINDI, 50’YE YAKINI CEZAEVİNDE TUTULUYOR’
Değerli arkadaşlar, bu niye önemli? Mesele Meclis’in bir milletvekilinin hakkına sahip çıkıp çıkmamasının ötesinde Türkiye’de hukuk düşmanı bir hukukun yenilgiye uğratılması meselesidir. Mesele nedir biliyor musunuz? Buraya gelirken Can Atalay’ın durumuyla anayasanın ayaklar altına alınması yasaların yok sayılmasıyla memleketin durumu arasındaki ilişkiyi nasıl ifade edebilirim, diye düşündüm. Şu anda Silivri’de devam eden tutuklamalar geldi aklıma. Genç arkadaşlarımız her yaştan, her renkten, her görüşten muhalif türlü türlü uydurma gerekçelerle, senaryolarla hapishanelere gönderiliyor. Bu rejimin temel karakteri olmuş, ama aynı zamanda bu iktidarın yanında, yöresinde, etrafında kim varsa bunlar da zenginleştirilmiş, bunların her türlü suçunun üzeri örtülmüş, açık bir cezasızlık hukuku uygulanıyor. Bakın 19 Mayıs geçti değil mi? Herkes gençlerden bahsediyor, sadece son 2 aydan bahsediyorum, sadece 19 Mart’tan 19 Mayıs’a kadar geçen süreçte, 2 bine yakın genç hukuksuz biçimde gözaltına alınıyor, 500’den fazla genç adli kontrolle cezalandırıldı, 300’den fazla genç sudan sebeplerle tutuklandı, halen bunların 50’ye yakını cezaevinde tutuluyor. İşte burada anayasayı uygulamazsanız, burada tutuklu milletvekiline göz yumarsanız, burada Hakimler ve Savcılar Kuruluna kurayla insan seçerseniz sonunda karşı karşıya olacağımız tablo budur. Öbür tarafta cezaevlerine bu ülkenin namuslu, onurlu, mert, başı dik, boyun eğmeyen, teslim olmayan, ses çıkartan insanlarını dolduranlar memleketi yolsuzlarla, mafya babalarıyla, yasa dışı bahis baronlarıyla, kara para tüccarlarıyla doldurdu, onlar sokaklarda ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor. İşte deprem suçluları, işçi katilleri… Bunlar sokaklarda gezmiyor mu?
‘DEVLET SEMİRDİKÇE SEMİRENİ, SÖMÜRDÜKÇE SÖMÜRENİ KORUYOR’
Havva Ana’yı hatırlatmak istiyorum. Hatırlıyor musunuz? ‘Bu devlet kimdir’ demişti. Ben size devletin nerede olduğunu ve nerede olmadığını anlatayım. Mesela 6 Şubat depreminde Adana’da yıkılan ve 82 kişinin hayatını kaybettiği İhsan Bayram Sitesi C Blok’ta devlet yoktu. Bolu Kartalkaya yangını hatırlıyor musunuz? Şimdi söyleyince daha dün gibi geliyor değil mi? Orada da devlet yoktu. Hendek patlamasında, Soma’da, Aladağ’da olmadığı gibi. Çünkü çok açık söylüyorum. Devlet kimin devletiyse onu kolluyor. Devlet semirdikçe semireni, sömürdükçe sömüreni, o bir avuç azgın azınlığı korudu; onlara ihaleler, rantlar, hazine garantileri, muafiyetler, teşvikler serildiği için, devlet hep onların yanında olduğu için Hendek davasında geçen hafta burada anlattığım patron küstahlaştıkça küstahlaşıyor. Orada ‘Ben ne yaptım ki? 301 işçi öldü, hiçbirini tutuklamadınız, beni niye tutukluyorsunuz’ diye soruyor, ‘Soma’da patronlara hiçbir şey olmadı’ diye soruyor, ‘Ben işçilerin maaşını bile ödedim’ diyor. Onu örnek alan bir başkası da bu hafta, işte biraz önce sözün ettiğim Adana’daki davada yakınlarını kaybedenlerin avukatını baroya şikayet etmekle tehdit ediyor. 82 kişi hayatını kaybetmiş o inşaatta, yargılanan kişi evladını, annesini, babasını, çocuğunu, sevgilisini kaybedenlerin avukatını tehdit ediyor. Niye? Bir mesaj veriyor. Bu cezasızlık düzenini tehdit eden, suçluların ceza alması için uğraşan kim varsa bunları devlete şikayet eden bir anlayış yerleşmiş durumda.
‘UNUTURSAK SEVDİKLERİMİZİ, ÜLKEMİZİ KAYBEDİYORUZ. O YÜZDEN ADALET MÜCADELESİ VERECEĞİZ’
Kartalkaya’daki durum farklı mı? Bakanları tek tek gittiler, şeref sözleri verdiler, namus sözleri verdiler, ‘Sorumlular ortaya çıkacak’ dediler. Soruyorum ne oldu Kartalkaya’da? Bir tane bakanlık yetkilisi yargılanıyor mu? Savcılık Bakanlıktan ilgilerin tespitini ve soruşturma izni istiyor, yanıt gelmediği için dosyadan ayırıyorlar. Aynı şekilde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan görevler hakkında dosyaya yanıt bekliyorlar, yanıt yok. Sonuçta yargılama yapılacak ama gerçek failler ortada olmayacak. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri ve yardımcısı, CHP’li belediye başkan yardımcısı orada tutuklu, kahvaltı ustası, itfaiye eri, muhasebeci bile yargılanıyor, ama Kültür Turizm Bakanlığı’ndan yangında ihmali görülen bir yetkili bile henüz belirlenebilmiş durumda değil. Bir tane bile istifa yok. Biz bu sahneleri nereden hatırlıyoruz? Deprem günlerinde halk soğukta, enkaz altında can kurtarma derdindeyken orada çadır satan Kızılay yetkilileri yargılanmıyor, onu protesto eden devrimciler, sosyalistler, yurttaşlar mahkeme mahkeme süründürülüyor. İş cinayetinin geleceğini göre göre önlem alınmıyor ama esas faillerin yargılanması yerine her seferinde dosyaların üzeri nasıl kapatılır tartışması yapılıyor. Arkadaşlar Yenidoğan Çetesi ya, Yenidoğan Çetesi! Bakın, bunları niye hatırlatıyorum? Memleket nasıl bir hukuksuzluk ortamında ve bizim neye alışmamamız gerekiyor? Biz ne için mücadele ediyoruz? Bu söylediklerimin hepsini inanıyorum ki bu ülkedeki nüfusun yüzde 90’ı, yüzde 95’i gördü, duydu, öfkelendi, kızdı. Ama unuttuk. Unutursak yenisi geliyor, unutursak kardeşimizi kaybediyoruz, unutursak eşimizi kaybediyoruz, unutursak babamızı kaybediyoruz. Unutursak sevdiklerimizi kaybediyoruz, unutursak ülkemizi kaybediyoruz. O yüzden adalet mücadelesi vereceğiz.
‘23 YILDIR İKTİDARDALAR, BİR TANE AKP’Lİ BAKAN YARGILANDI MI BU MEMLEKETTE?’
Ben utanıyorum ya, ben bu çatının altında bulunmaktan utanıyorum! Şimdi her gün Silivri’de duruşma var, hangisine yetişeceğiz diye uğraşıyoruz. Ama bu çatının altında oğlu çakarlı arabasıyla uyuşturucu kaçırdığı için partisinden istifa etmek zorunda kalan, sonra geçen hafta partisine geri dönen milletvekili var. Bakın ben hiç kimsenin ailesiyle, çocuğuyla, karısıyla, babasıyla, anasıyla ilgilenmem, ama bir milletvekili olarak benim çakarlı arabam yok. Milletvekilinin dokunulmaz olan çakarlı arabasını alacaksın, uyuşturucu kaçıracaksın, sonra hayat normal devam edecek! Arkadaşlar altın kaçıran milletvekilleri partilerinden atıldılar, ya böyle bir şey olabilir mi? 23 yıldır iktidardalar, bir tane AKP’li bakan yargılandı mı bu memlekette ya? Bir tane AKP’li belediye başkanı yargılandı mı? Milletin önüne yattılar, rüşvetler aldılar, görevden alındılar, belediye başkanları görevden alındı, milletvekilleri partilerinden kovuluyor. Şimdi bu adam suçsuzsa partiden niye kovuyorsun? Suçsuzsa niye görevden alıyorsun? Suçsuzsa niye bakanlıktan alıyorsun? Suçluysa niye yargılatmıyorsun? Ya kendi bakanlığını kendi kocasının şirketinde dolandıran bakan gördük ya! Bakın bütün bu tabloda ne oldu, ben size bir örnek vereyim. O gözleri ışıl ışıl parlayan bir bakan vardı. 2021 sonunda göreve geliyor, 2023’e kadar Nebati bakanlık görevi yapıyor. Aile şirketi 11 yeni şube açmış, 2021-2022-2023 yıllarında toplam 35 milyon 770 bin lira kar bildirmiş. Gelir İdaresi Başkanlığı, bu anonim şirketin 2021-2023 karlarını bir buçuk milyon, 7 buçuk milyon, 26 milyon 646 bin lira olarak açıklamış. Arkadaşlar, 2023’te Türkiye’de 26 bin şirket kapatılmış. Ama Hazine Bakanı’nın ailesinin şirketi 26 milyon lira kar yapmış. Hani ekonomi krizi o gözlerindeki ışıltıyla 6 ay sonra çözecek bir bakan vardı ya, 2018’de 3 buçuk milyon lira sermayesi olan şirketi Temmuz 2023’te 50 milyon liraya, Ocak 2025’te 80 milyon liraya çıktı. Sonucu söylüyorum size, uzatmayacağım. 2018’de 3 buçuk milyon lira sermayesi olan bu şirketin 9 Mayıs 2025’te 170 milyon lira sermayesi olmuş.
‘BUNLAR ZENGİNLEŞİYOR, BİZE KALAN ‘ASGARİ YAŞAM’ OLUYOR’
Bu arada bu arada memlekette ne oluyor? Bakın çalıyorlar, çırpıyorlar, kaçıyorlar, zenginleşiyorlar, ne olduklarını unutuyoruz, bitiyor. Bu arada yıllık 4 milyon lira teşviğe rağmen kârlarından taviz vermeyen patronlar, Koç Holding, buna bağlı TOFAŞ, Arçelik gibi Türkiye’nin dev firmaları sayıları binleri bulan işçileri kapının önüne koyuyor, Beko’da 150’ye yakın işçi kapının önüne konulacak. Aynı dönemde 600 işçi çıkartan Vestel 2 bin işçiyi daha işsiz bırakacağını ilan etti. Bakın ülkenin hangi sanayi havzasına gitsek, organize sanayi bölgelerine gitsek ya sendikacılar ya işçi dostlarımız geliyor, her gün bir işçi kıyımından, işçilerin işsiz bırakıldığından yakınıyorlar. Bunlar zenginleşiyor; biz işsizleşiyoruz, yoksullaşıyoruz. Bir de arada bunların böyle keyifleri yerindeyken asgari ücret de tuzla buz oldu mu? Emeklinin maaşı pul oldu mu? Bir taraftan Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını engellemek için milyarlarca doları yakıyorlar, ama bu arada kendileri bir kuruş kaybetmeden milyonlarına milyonlar, milyarlarına milyarlar katarak hayatlarını sürdürüyorlar. Bize kalan ‘asgari yaşam’ oluyor! Asgari ücret falan değil, asgari yaşam! Nefes alıp veriyorsak şükretmemizi bekleyen bir iktidarla karşı karşıyayız.
MEHMET ŞİMŞEK’E SESLENDİ: ‘BU YAĞMA DÜZENİNİ MUTLAKA BİTİRECEĞİZ’
Son bir veri daha paylaşacağım, yurt içinde ikamet edenlerin yurt dışında doğrudan yapmış oldukları yatırım tarihi zirveye ulaşmış. 2025 Mart’ında yıllık 7 buçuk milyar dolar düzeyinde bir yurt dışı yatırımından söz ediyoruz. Yani soruyorum, bu emekçilerin dişinden, tırnağından, çocukların rızkından arttırarak güç bela biriktirdiği yastık altındaki birikimlere göz dikenlere soruyorum. Meydanlarda bağır çağır bunun hesabını yapmaya, bunun hesabını tutmaya çalışanların acaba söyleyecek bir şeyleri var mı? Kim yapıyor yurt dışına bu yatırımı, kim yapıyor beyler? Yani Nazım’ın dizeleriyle söylesem, Bursa’da havlucu Recep mi yapıyor? Karabük’teki tesviyeci Hasan mı, köylü Hatice kadın mı, ırgat Süleyman mı yapıyor bunları? Kim yapıyor? Ben söyleyeyim size, İngiliz Mehmet yapıyor, İngiliz Mehmet ve arkadaşları yapıyor. 19 Mart’taki tahribatı Şubat’tan bile bekliyormuş beyefendi, bütün hazırlıklarını buna göre yapmış. Ama İngiliz Mehmet’in keyfi yerinde maşallah, Londra’da şirket kuruyor. Ortağına Türkiye’den yağlı, ballı, kaymaklı ihaleler paslıyor, sonra Londra’da mahsuplaşıyorlar kendi aralarında. Sonra kamuda tasarruf tedbirleri diye devlet okullarından sabunları, tuvalet yatlarını toplatıyorlar. Memleketi açlığa, sefalete, emekçileri köleliğe mahkum eden bir sistemi sürdürmeye çalışıyorlar. Ama İngiliz Mehmet bilsin, inandığım bütün değerler üzerine söz veriyorum, bu yağma düzenini mutlaka bitireceğiz. Mutlaka bu ülkede eşitliğin ve özgürlüğün hüküm sürdüğü, alın teriyle yaşayan insanların hakkını aldığı günler gelecek.
‘BARIŞA EVET, AMA İKTİDAR HALKIN ACISINI KENDİSİ İÇİN KULLANMASIN’
Değerli arkadaşlar, bütün bu olumsuz tablo içerisinde, bütün bu eşitsizlik, adaletsizlik, hukuksuzluk içerisinde barış mücadelesini sürdürdüğümüzü ve barış özlemimizi koruduğumuzu da paylaşmak istiyorum. Demokrasi, hukuk, adalet, barış bunlar bizim eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ana kolonları olarak gördüğümüz temel değerlerdir ve bu doğrultuda sonuna kadar mücadele etmeye devam edeceğimizden hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ama bir uyarı yapma ihtiyacı hissediyorum. Yurttaşlarımıza bir çağrı yapmak istiyorum, bir uyarıda bulunmak istiyorum. Şimdi biz bu adına artık herhalde ‘süreç’ diyebileceğimiz evrenin başından bugüne Türkiye İşçi Partisi olarak net bir tutum takındık. Barışa evet dedik, ama ‘Halkın özlemini, halkın beklentisini, halkın acısını iktidar kendisi için kullanmasın, kullandırtmayalım’ dedik. İki, ‘Zemin öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır’ dedik. ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde herkes görüşlerini özgürce ifade edebilmeli. Yurttaş kimin ne dediğini, neyi savunduğunu ve neye karşı çıktığını görebilmeli, izleyebilmeli, halktan gizlenmemeli’ dedik. Şimdi geçtiğimiz günlerde Devlet Bahçeli tarafından bir açıklama yapıldı, Meclis’te bir komisyon kurulması doğrultusunda. Biz başından bu yana Meclis’in zemin olması gerektiğini söylediğimiz için konuya ilişkin bir değerlendirmede bulunduk. Ne eklemiştik bunun yanına? ‘Küçük hesaplar yapmayın. Kendi koltuğunuzu, kendi servetinizi, kendi yandaşınızı, kendi iktidarınızı, kendi çıkarlarınızı halkın bu özlemlerini kullanarak merkeze yerleştirmeyin’ demiştik. Şunu söylemem lazım. Bahçeli’nin önerdiği biçimiyle hayata geçecek bir komisyon tam da bu uyarılarımızı haklı göstermiştir. Şimdi bütün siyasi partilerin temsil edilmesi gerektiği konusunda herkes hemfikir. Dolayısıyla, Bahçeli ya da kurmayları ya da ona bu aklı verenler ‘Olabildiğince geniş çok büyük bir komisyon kuralım. Böylece bu komisyonda siyasi partilere düşen temsiliyetin oranı düşsün, iktidar grubuna düşen temsiliyet oranı artsın’ diye çok kurnazca, çok basitçe bir hesap içerisine girdiklerini görüyoruz. Yani grubu olmayan 10 siyasi partinin birer tane temsilcisi olacak, diyelim ki bu komisyon 30 kişiyse kalan 2012si paylaşılacak, 50’yse kalan 40’ı paylaşılacak. Burada belli ki amaçları AKP, MHP toplamının çoğunluğa ulaşması ki bunu nereden anlıyoruz? Bahçeli ‘Salt çoğunlukla karar alınmalı’ diye aslında planını kendisi ifşa etmiş oldu.
‘TOPLUM OLARAK, YURTTAŞLAR OLARAK BARIŞA SAHİP ÇIKMAMIZ LAZIM’
O yüzden Türkiye İşçi Partisi adına şunu söylüyorum, barış kutsaldır. Halkımızın barışa bu kadar büyük bir özlemle yaklaştığı bir dönemde iktidarın, Saray’ın küçük hesaplarına barışı kurban etmeyiz. Bunu açık ve net söylüyorum. O yüzden hep beraber toplum olarak, yurttaşlar olarak barışa sahip çıkmamız lazım. Tekrar ediyorum, zemin meclis olmalı. Zeminin meclis olması yurttaşın katılımını hem dahlini hem takibini kolaylaştıran bir yaklaşımın temelidir. Burada geniş bir mutabakat aramak lazım, küçük hesaplardan kaçınmak lazım ve mecliste oluşacak komisyonun gerçekten işlevli, yurttaşın kaygılarına tüm toplumsal kesimlerin kaygılarına yanıt veren tüm toplumsal kesimlerin temas edebileceği, iletişim kurabileceği, katılabileceği, sendikaların, meslek odalarının, derneklerin katılabileceği, temas edebileceği bir içerikle oluşması gerekiyor.”