Sera Kadıgil: Hijyen malzemeleri ulaştırılmazsa halk salgınla karşı karşıya

Example HTML page

TİP Sözcüsü Kadıgil, depremin merkez üssü olan Elbistan’daki durumu aktardı.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Sözcüsü Sera Kadıgil, Maraş merkezli depremlerin yarattığı ve devlet müdahalesinin yetersizliği nedeniyle derinleşen yıkımın en sert şekilde yaşandığı yerlerden biri olan Elbistan’dan, depreme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Depremin üzerinden 130 saat geçmesine rağmen koordinasyon eksikliği nedeniyle depremzedelerin hala yurttaşların yardımlarıyla ayakta kalmaya çalıştığını ifade eden Kadıgil, “Yardımların mahiyeti hijyene dönmezse, depremden kurtulanlar salgın hastalıklarla karşı karşıya kalacak” şeklinde konuştu.

Merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan ve 10 kentte daha yıkıma neden olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin üzerinden 6 gün geçti. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, depremde yaşamını yitiren yurttaşların sayısının 22 bini, yaralananların sayısının ise 80 bini aştığını duyurdu.

‘İNSAN YAPIMI BİR FELAKETLE KARŞI KARŞIYAYIZ’

Depremler nedeniyle yaşanan can kaybı saatler geçtikçe artarken, TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, 7.6 büyüklüğündeki depremin merkez üssü olan Elbistan’dan kentteki yıkıma ilişkin aktarımlarda bulundu. “Burada insan yapımı bir felaketle karşı karşıyayız” diyen Kadıgil, “Halkın neredeyse yüzde 70’i şehri terk etmiş durumda. Geri kalan yüzde 30 ise hiçbir yerde bir tanıdığı olmayan ya da hayvancılıkla, çiftçilikle uğraştığı için şehri terk etme imkanı olmayanlar” dedi.

Elbistan’da hava sıcaklığının gece saatlerinde eksi 20 dereceyi bulduğunu ifade eden Kadıgil, “Dışarıda tuvalete dahi gidemediğiniz bir soğukta zaten umutlar ikinci, üçüncü günde tükenmişti ve ne acı ki, ekiplerin buraya intikali de ancak o ikinci, üçüncü güne denk gelmişti” şeklinde konuştu. Kadıgil, daha sonra şunları kaydetti:

‘BİZLERİ ÖLDÜREN DEPREM DEĞİL’

“Evet hava şartları ağır, evet bu çok büyük bir deprem, bunu çok iyi biliyoruz. Ama şunu da çok iyi biliyoruz, bizleri öldüren deprem değil. Ben şu anda Elbistan’da Malatya Caddesi’ndeyim, arkamda görüyorsunuzdur, un ufak olmuş yerler. Uzaktan baktığınızda bunlar belki moloz yığını görünüyor ama yanlarına gittiğinizde bir oyuncak bebek kafası görüyorsunuz, bir peluş hayvan görüyorsunuz, bir ders kitabı görüyorsunuz. O zaman aslında yüzleşiyorsunuz, burası birinin yuvasıydı ve başına yıkıldı. Gerçekten acı, çünkü öbür tarafta, arkaya baktığınızda dimdik ayakta duran evler de var. Az önce bir binanın yanından geçtik, fotoğrafını da paylaştım hatta, dümdüz duruyor, bir camı bile kırılmamış. Ama yanındaki iki binadan bir tane insan sağ çıkmamış, onlarca kat göçmüş gitmiş.

‘BUNUN ADI ‘KADER’ DEĞİL, OLASI KASTLA İNSAN ÖLDÜRMEK’

Bunun suçlusu doğa mı? Bunun suçlusu deprem mi? Bunun suçlusu üç kuruş malzemeden çalan o haysiyetsiz şerefsiz müteahhitler, bu müteahhitlere yol veren, onlardan rüşvet yiyen haysiyetsiz şerefsiz yerel yöneticiler ve bakanlık yetkilileri mi? Bu soruya herkesin cevap vermesi lazım. Resmi rakamlara göre 20 bin insan kaybettik, niye kaybettik biz bu insanları? Bu sorunun cevabını bize kim verecek? ‘Kader’miş ‘fıtrat’mış, yok değil. Bu evde hayatını kaybeden insanların başına gelen şeyin adı ‘kader’ değil. Bir avuç hırsız daha fazla para kazanabilmek için insanların canını tehlikeye attı, bunun adı ‘olası kastla insan öldürmek’.”

Sera Kadıgil, Elbistan’dan yaptığı aktarımlarda, depremin üzerinden 6 gün geçmesine karşın kentte hala ciddi bir koordinasyonsuzluk olduğunu ve devlet varlığı hissedilmediğini, bunun da depremzedeler için yeni risklere sebep olabileceği vurguladı. Kadıgil, konuşmasında şunları dile getirdi:

“Burada hala ciddi bir koordinasyonsuzluk söz konusu. Mesela çadır kurulmuş ama çadır kurulan bölgeler, daha ziyade insanların kaldığı yerlerin güney tarafında. Burada insanların büyük bir kısmının geçim kaynağı hayvancılık ve tarım. Hayvanları telef olmayanların, hayattaki tek mal varlığı olan 5 tane ineği telef olmayan insanların örneğin, o 5 ineği bırakıp çadır alanına gitme lüksü yok. ‘Ne yiyeceğim, ne içeceğim ben’ diyorlar. Mesela dün bir aileyi ziyarete gittim, bir yaşlı anne baba ile 7 tane çocuk bir bakkal dükkanındalar, çünkü hayvanlarının ahırının yanında onu bulabilmişler. ‘Bu hayvanları bırakırsak biz zaten yaşayamayız’ diyorlar. Deprem riskine rağmen orada kalmaya devam ediyorlar.

Şunu söylemekte hiçbir beis görmüyorum, hala ciddi anlamda bir devlet varlığı ve bir koordinasyon hissedilmiyor. Az önce burada bir cemevine gittik, orada insanlar kendi çabalarıyla bir şeyler yapıyor, bir sürü kurumdan insan var ama ciddi bir koordinasyon yok. Herkes gelen ihbarlara koşabildiği kadar koşuyor.

Ayrıca, buraya gelen yardımların kıyafet mahiyetinden mutlaka çıkması gerekiyor. Çok fazla yardım geliyor elbette, bu nedenle teşekkür ediyoruz. Ama örneğin yardımlar arasında, burada, bir hayvancılık bölgesinde hayatta kalan o son hayvanlar için yem yok, bir hayvan çadırı yok, onları barındırabilecekleri bir yer yok. Kömür çok büyük bir ihtiyaç, mazot çok büyük bir ihtiyaç, dün görüştüğüm aileler bunlara ihtiyaçları olduğunu söyledi. Depremin üzerinden 130 saat geçmiş, 130 saattir bir koordinasyon kurulamamış ve insanlar hala her şey yardımlaşmayla çözülmeye çalışılırken, neden buralara hala yardım gelmek zorunda bunu da sormak lazım elbette. Ama yardımların mahiyeti de biraz daha hijyene dönmeli. Tuvaletler berbat, sular akmıyor, elektrik yok… Hijyen ürünlerine yönelmezsek, depremden kurtulan canlarımızı salgın hastalıklarla karşı karşıya bırakacağız.”

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir