Göç; emperyalist paylaşım savaşlarının sermaye birikim rejimlerinin ve bölgesel talanın doğrudan sonucudur!
18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü, kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı savaş, yıkım ve yoksulluk koşullarında milyonlarca emekçinin yerinden edildiği; buna karşılık göçmenlerin aynı sistem tarafından hem ucuz iş gücü olarak sömürüldüğü hem de siyasal krizlerin günah keçisi ilan edildiği bir tarihsel momentte karşılanmaktadır. Göç, bireysel bir tercih değil; emperyalist paylaşım savaşlarının, sermaye birikim rejimlerinin ve bölgesel talanın doğrudan sonucudur.

Emperyalist merkezler, bir yandan çevre ülkelerde yürüttükleri savaş ve işgal politikalarıyla göçü üretirken, diğer yandan bu göçü sınırlar, kamplar ve sınır dışı mekanizmalarıyla yönetmeye çalışmaktadır. ABD’de Trump yönetimiyle birlikte kurumsallaşan göçmen düşmanı siyaset, bugün göçmenleri açık biçimde “güvenlik tehdidi” olarak tanımlayan faşizan bir hatta ilerlemektedir. Son olarak Trump yönetimi, aralarında Afganistan, Küba, Sudan ve Haiti’nin de bulunduğu 19 ülkeden gelen göçmenlerin yeşil kartlarını kapsamlı bir incelemeye tabi tutacağını açıklamıştır. ABD’de yaşayan 12,8 milyon yeşil kart sahibinin yaklaşık 3,3 milyonun bu ülkelerden gelmesi, bu kararın kitlesel bir hak gaspı ve siyasal tasfiye anlamına geldiğini göstermektedir. “Ulusal güvenlik” söylemi, emperyalist devletlerin sınıf karakterini gizleyen bir ideolojik örtüden ibarettir.
Washington’da yaşanan bir saldırının ardından alınan bu karar, göçmenlerin kolektif olarak kriminalize edilmesini ve emekçi kitlelerin disipline edilmesini hedeflemektedir. Göçmen emeği, sermaye için vazgeçilmez bir sömürü kaynağıyken; göçmenlerin kendisi devlet aygıtları eliyle tehdit olarak kodlanmaktadır. Bu çelişki, kapitalizmin yapısal ikiyüzlülüğünün açık bir ifadesidir.
Avrupa Birliği’nde de benzer bir yönelim güçlenmektedir. 9 Aralık 2025’te AB ülkeleri, iltica politikasını daha da katılaştırma konusunda uzlaşıya varmıştır. İltica başvurularının kolayca reddedilmesini sağlayacak “güvenli menşe ülkeler” listesi, sınır dışı mekanizmalarının hızlandırılması ve “güvenli üçüncü ülkelerde” geri dönüş merkezlerinin kurulması; iltica hakkının fiilen tasfiye edilmesi anlamına gelmektedir. AB, kendi iş gücü piyasalarının ihtiyaç duyduğu “seçilmiş” göçmen emeğini içeride tutarken, emek fazlasını sınırların dışında hapsetmeyi hedeflemektedir. Bu politika, Avrupa sermayesinin sınıfsal çıkarlarının devletler eliyle nasıl tahkim edildiğini göstermektedir.
Türkiye’de ise göçmenler, özellikle Suriyeli emekçiler, derinleşen ekonomik krizin ve sermaye yanlısı politikaların sorumlusu gibi gösterilerek hedef haline getirilmektedir. Suriyelilerin sağlık hizmetlerine erişiminin kısıtlanması, geçici koruma rejiminin daraltılması ve ikamet izinlerinin maddi birikim koşullarına bağlanması; göçmen emeğini daha güvencesiz, daha denetimsiz ve daha ucuza sömürülebilir hale getirmeyi amaçlamaktadır. Bu düzenlemeler, göçmenleri “ya kayıt dışı çalış ya da ülkeyi terk et” ikilemine mahkûm eden açık sınıfsal saldırılardır. Kapitalist devlet, göçmen emeğini sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirirken; yerli ve göçmen işçileri birbirine düşmanlaştırarak sınıf mücadelesini bölmeyi hedeflemektedir. Göçmen işçilerin grev kırıcı olarak kullanılması, bu bölme siyasetinin en çıplak biçimlerinden biridir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, sermayenin emek üzerindeki tahakkümünü sürdürmesinin ideolojik araçlarıdır.
Seyit Aslan
Emek Partisi Genel Başkanı



