Erkan Baş’tan Erdoğan’a ‘2025’ mesajı: ‘Patronların göz bebeği olabilirsin, ama bu ülkenin sokaklarına giremez durumdasın’
TİP Genel Başkanı Baş, haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin İstanbul İl Örgütü’nde düzenlediği haftalık basın toplantısında, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a seslenerek “2025’e başlarken patronların göz bebeği olabilirsiniz, ama bu memleketin sokaklarına, pazarlarına giremez durumdasınız, açlığa mahkum ettiğiniz insanların gözlerinin içine bakamayacak durumdasınız” ifadelerini kullandı.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda yapılan bütçe görüşmeleri ve yılbaşı haftası nedeniyle ara verdiği haftalık basın toplantılarına devam ediyor.
Baş, bugün TİP İstanbul İl Örgütü’nde düzenlediği basın toplantısıyla asgari ücret ve emekli maaşlarına yapılan zamlardan derinleşen yoksulluğa, Erdoğan’ın “fahiş fiyatlara karşı boykot” çağrısından zaferle sonuçlanan ve devam etmekte olan işçi direnişlerine, gündeme ilişkin birçok konu hakkında değerlendirmelerde bulundu.
‘KENDİMİZ İÇİN, ÇOCUKLARIMIZ İÇİN, DOĞMAMIŞ TORUNLARIMIZ İÇİN 2025’TE BU MÜCADELEYİ BÜYÜTECEĞİZ’
Sözlerine yurttaşlara “yeni yıl” mesajı vererek başlayan Erkan Baş, “Aslında egemenler ve onların faşist siyasetçileri bir bütün olarak insanlığın geleceğini karartmak için büyük bir çaba harcıyorlar ama bütün bu olumsuzluklara rağmen dünyanın, ülkemizin emekçilerine güveniyoruz. İnsanlık bu felakete gidişe ‘dur’ diyecek bir birikime sahip ve mutlaka değiştireceğiz. Sadece iyi dilekler sunmak, iyi dilekler ifade etmekle yetinmeyeceğim. İyiliklerin ve güzelliklerin egemen olduğu bir dünya için, iyiliklerin ve güzelliklerin egemen olduğu bir Türkiye için hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Biliyoruz, başarabiliriz. Bu hırsızların, katillerin, yağmacıların, talancıların sesi bugün daha çok çıksa da esas mesele emekçilerin, yoksulların, halkların sesinin daha az çıkıyor olması. İnsanlığın geleceği bu sayıları yüzde biri bile bulmayan bir avuç asalağa teslim edilemez. Hep birlikte kendimiz için, çocuklarımız için, doğmamış torunlarımız için 2025’te bu mücadeleyi büyüteceğiz ve bu karanlık günlere bir an önce son vereceğiz” şeklinde konuştu.
‘BİR DAHAKİ AYIN BAŞINDA İLK MAAŞLAR ALINDIĞINDA MİLYONLARCA AİLE AÇLIK SINIRINDA YAŞAMAYA MAHKUM EDİLMİŞ DURUMDA OLACAK’
TİP Genel Başkanı Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:
“Değerli arkadaşlar, ‘yeni yıl’ dedik ama yeni yılda yeni gündemlerle pek karşı karşıya değiliz. Sokakta kiminle konuşsak, pazarda, çarşıda, dolmuşta, vapurda, metrobüste herkesin tek bir gündemi var: Ay sonunu nasıl getireceğiz? Asgari ücret zammından özel sektördeki maaşlara kadar aslında tek bir kesim mutlu: Saray, sarayın beyzadeleri, patronlar ve uluslararası sermaye. Uluslararası sermaye kuruluşları büyük bir baskı kurdular, bas bas bağırdılar, ‘Yüzde 30’un üzerinde zam yapmayın’ diye. Ve pek yerli olduğunu, pek milli olduğunu sürekli ifade eden, bu konularda kül bırakmayan Saray Rejimi bu yüzde 30 asgari ücret zammıyla da uluslararası sermaye çevrelerinin istediğini yapmış oldu. Köprüler, havaalanları, hastaneler sattıkları patronların cebine giren para azalmasın diye Türkiye’de milyonlarca emekçi 22 bin 104 liraya mahkum edilmiş oldu. Bu 22 bin 104 lira önemli bir rakam. Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırını düşünelim, açlık sınırının 21 bin 803 lira olduğu bir ülkede bu ücreti işçiye reva görenlere gerçekten söyleyecek söz bulamıyoruz. Çünkü daha bugün, ayın 8’i, büyük ihtimalle açlık sınırı asgari ücretin üstüne çıkmış durumda. Ay sonunda ya da bir dahaki ayın başında ilk maaşlar alındığında zaten kesinlikle milyonlarca aile açlık sınırında yaşamaya mahkum edilmiş durumda olacak. Biliyorsunuz, patronlara milyonlarca lira teşvikler veriliyor, istisnalar tanınıyor, vergi afları çıkartılıyor ama onun karşısında milyonlarca işçi yoksulluğa mahkum edilmiş durumda.
‘EN DÜŞÜK EMEKLİ MAAŞIYLA YAŞANAMADIĞINI İKTİDAR DA KABUL EDİYOR’
Kamu çalışanları için tablo farklı mı? Değil. Emekler için farklı mı? Değil. ‘Açlık sınırı 21 bin 803 lira’ dedik, en düşük emekli aylığını 14 bin 469 lira olarak öngörüyorlarmış, buna göre bir düzenleme yapılacakmış. İnsan söyleyecek söz bulamıyor bu tablo karşısında. Bir hatırlatma yapayım, AKP 2008 yılında aylık bağlanma oranlarını yüzde 75’lerden yüzde 35’lere kademeli olarak çekti. Ve bugünkü tablo, o aylık bağlanma oranlarının düşürülmesiyle beraber iktidar tarafından da kabul ediliyor ki en düşük emekli maaşıyla artık yaşanamıyor. Bunu sözde telafi etmek için sürekli olarak yeni yasal düzenlemelerle yamalar yaparak, yamalar yaparak, bir daha yamalar yaparak bu durumu geçiştirmeye çalışıyorlar. Üstelik artık o kadar pervasızca yapıyorlar ki bunu, yasa yapma yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeyken Saray’daki memurlar utanmadan basını çağırıyorlar ve ‘Biz böyle karar verdik. Bundan sonra böyle olacak’ diye akıl dışı rakamları ifade ediyorlar.
‘1980’DE 25 YIL ÇALIŞAN BİR İŞÇİ BUGÜNKÜ PARAYLA 4.9 MİLYON LİRA TAZMİNAT ALIYORDU, 2025’E GELDİĞİMİZDE BU RAKAM 1.2 MİLYON LİRAYA DÜŞTÜ’
Bir veriyi yurttaşlarımızla paylaşmak istiyorum. Yani bu iktidar çalışırken bizi açlığa mahkum ediyor, emekliyken de açlığa mahkum ediyor. Tam bu aşamada, yani insanlar 20-25 yıl çalıştıktan sonra emekli olacakları aşamaya geldiklerinde nasıl bir tabloyla karşı karşıya kaldığımıza ilişkin çarpıcı olduğunu düşündüğüm bir veriyi paylaşacağım. Sevgili Aziz Çelik hocamızın yaptığı hesabı aktarmak istiyorum. 1980’de 25 yıl çalışan bir işçi bugünkü parayla 4.9 milyon lira tazminat alıyordu. Bakın bugünkü paraya çevirdiğimizde 4.9 milyon lira. Yani ortalama bir ev alabilecek kadar bir parayı emekli olduğunda bu işçi kardeşimiz alıyordu. AKP iktidara geldiğinde, 2002 yılında 25 yıl çalışan bir işçi arkadaşımız bugünkü hesapla 3.2 milyon lira kıdem tazminatı alıyordu. 2025’e geldiğimizde arkadaşlar bu rakam 1.2 milyon liraya düştü. O kadar büyük bir hırsızlıkla karşı karşıyayız ki gün gün bizi soydukları yetmiyor, gün gün alın terimizi gasbettikleri yetmiyor, bir de birikimlerimizi de iç ediyorlar. Birikimlerimizi çalıyorlar, birikimlerimizi yok ediyorlar ve bir bütün olarak geleceğimizi mahvediyorlar. Bakın, 25 yıllık bir işçinin kıdem tazminatı, bugün itibariyle söylüyorum, 12 Eylül’e göre 3.7 milyon lira, AKP’nin ilk iktidara geldiği güne göre de 2 milyon lira erimiştir. Yani her çalışan günlük olarak sömürülüşünün yanında bir de ömründen de bu iktidara vermek durumunda kalıyor. Bugün de takdir edersiniz ki 1.2 milyon liraya bırakın ev almayı belki bir araba almak bile artık mümkün olmayan bir noktaya geldi. Yani maaşlarımız eridi, alım gücümüz eridi, kıdem tazminatı eridi ama patronlar zenginleşti, beyzadelerimiz daha zenginleşti, uluslararası sermaye daha fazla kâr eder hale geldi, milyonlarca emekçi, biz açlığa mahkum edildik.
‘45 TANE MÜTEAHHİTE VERDİKLERİ PARANIN YARISINI 14 MİLYON EMEKLİYE ÇOK GÖREN BİR İKTİDARLA KARŞI KARŞIYAYIZ’
Emekli maaşına yaptıkları net zam 1969 lira, yani günde 66 lira. Günde 66 lira zam yaparak bir de bunu utanmadan ‘zam’ diye ilan eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Yine bir rakam daha paylaşmak istiyorum, sevgili Çiğdem Toker’in verdiği rakam. Şimdi bir psikolojik sınır vardı, biz en düşük emekli aylığının en az asgari ücret seviyesine gelmesi gerektiğini defalarca söyledik. Bu asgari ücret çok düşük, emekli maaşı onun da çok altında kalmış durumda. Ama sembolik olarak diyelim ki, ‘Devlet bundan daha düşük bir ücret olmaz dediği bir ülkede emeklisine asgari ücretin altında bir ücret veremez’ mantığıyla hareket ediyoruz. Bu iktidar o kadar kötü yönetiyor ve insanlar o kadar çaresiz ki… Mesela sokağa çıktığımızda şunu görüyorduk, ‘Emekliye ne verecek bu iktidar’ diye sorulduğunda deniyordu ki ‘Herhalde 15 olur’. Hani ‘Bu kötü iktidar, bu berbat iktidar, bu emekli düşmanı iktidar bile bunun altını veremez’ diye düşünüyorlardı, bunu bile vermediler, ekstra 531 lira bile vermedi. Şimdi sevgili Çiğdem Toker bir hesap yapmış, bu 531 lira Türkiye’deki bütün emeklilere verilse, bütün emeklilere bu parayı verseydi iktidar, 14 milyon emekli üzerinden hesap ediyoruz, 45 tane müteahhitte verilecek paranın yarısı bile etmiyor. Yani 2025 için hazırlanan bütçede 45 tane müteahhitte verilecek parayı, 14 milyon emekli söz konusu olduğunda ‘Bunu verirsek ülke yıkılır, enflasyon patlar, ekonomi dağılır’ diye anlatıyorlar. 45 kişiye verdikleri paranın yarısını 14 milyon insana çok gören bir iktidarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bugün itibariyle emekli düğünden daha yoksul hale gelmiştir. ‘2024 yılı emekliler yılı olacak’ dediler, bütün yıl boyunca emeklileri ezdiler ve 2024 biterken emeklilerin yaşam haklarını gasbettiler.
‘FAHİŞ FİYATLARIN SORUMLUSU SİZSİNİZ, ÇIKMIŞ VATANDAŞIN KARŞISINA ‘BOYKOT EDİN’ DİYOR’
Bir de bunlar olurken beyefendi çıktı fahiş fiyatlardan şikayet etti, yurttaşa boykot çağrısı yaptı. Sanırsınız karşımızda Tüketiciyi Koruma Derneği Başkanı var. Neyi boykot edecek bu insanlar? Burada paylaşmak istiyorum burada, depremden sonra biz Türkiye İşçi Partisi olarak bir kanun teklifi verdik, hatırlayacaksınız. İnsanların ev ihtiyaçlarının artması nedeniyle bir anda kira fiyatlarında çok yüksek artışlar oldu, 5 bin liralık evler 30 bin liralara çıktı, özellikle Mersin, Antalya gibi deprem mağdurlarının taşındığı illerde. O zaman bir kanun teklifi vermiştik, ‘Bunu engelleyelim’ diye, ‘Bu fahiş fiyat artışlarına karşı bir yaptırım uygulaması gerekir. Devlet böyle yapar. Yani en kaba haliyle hani kitaptaki yazılan biçimiyle devlet bir düzenleme aracıdır. Böyle yapar’ demiştik. Peki ben şimdi soruyorum Tayyip Erdoğan’a: Ne yapacak vatandaş? Ev sahibini boykot edip sokakta mı yaşayacak? Tayyip Erdoğan, ne yapacak vatandaş? Senin elektrik dağıtım işlerini verdiğin müteahhitlerin belirlediği fahiş fiyatları boykot eden vatandaş elektrik faturasını mı ödemesin, su faturasını mı ödemesin, yol parasını mı ödemesin? Bunlar vatandaşın nasıl yaşadığına ilişkin hiçbir fikre sahip değiller. Sanıyorlar ki vatandaşın cebinde parası var, tercihte bulunma hakkı var. Ya biz elektrik faturasından, su faturasından, doğal gaz faturasından, yol parasından, ev kirasından başka bir harcama yapabilecek durumda değiliz ki, hangi fahiş fiyat? Bütün fahiş fiyatların sorumlusu sizsiniz, çıkmış vatandaşın karşısına ‘Boykot edin’ diyor. Akıl alır bir şey değil!
‘YAPILMASI GEREKEN ŞEY BU İKTİDARI BOYKOT ETMEKTİR, BU ÜLKEYİ BİR AN ÖNCE BU İKTİDARDAN KURTARMAKTIR’
Değerli arkadaşlar, yapılması gereken şey bu iktidarı boykot etmektir, bu anlayışı boykot etmektir, bir an önce ülkeyi bu iktidardan kurtarmaktır. Bunun somut örneklerini görmenin de mutluluğuyla giriyoruz 2025’e, bunu da paylaşmak istiyorum. Her tür haksızlığa, hukuksuzluğa karşı işçilerin, emekçilerin, halkın birleşik mücadelesinin sonuç verebildiğini gösteren çok güzel örneklerle karşı karşıyayız. Buradan Polonez işçisi arkadaşlarımızı bir kez daha selamlıyoruz, bütün ülkeye umut oldular. 6 ay boyunca patron, patronun arkasındaki iktidar, valisi, emniyet müdürü, kaymakamı hepsi işçilerin karşısına geçtiler. Anayasal haklarını kullanmalarını engellediler, işçilerin hakkını gasbetmeye çalıştılar. Ama buna karşı kararlı bir direniş sergileyen arkadaşlarımız 6 ay boyunca kar, kış, soğuk, yağmur demeden birbirlerine sahip çıktılar ve hepimize örnek olacak bir zaferle direnişlerini tamamladılar. Buradan hem Tekgıda-İş Sendikasını hem oradaki onurlu Polonez direnişçisi, işçi kardeşlerimizi yürekten kutluyoruz. Bu sürece destek veren tüm yurttaşlarımızı, yani işçi arkadaşlarımız orada direnirken onların çayına, şekerine katkı yaparak, onların sloganlarına eşlik ederek, onların sesini duyurarak, onların boykot çağrılarına destek vererek katkı koyan tüm yurttaşlarımızı da selamlıyoruz.
BİRLEŞİK METAL-İŞ VE İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ GREVLERİNİ SELAMLADI
Türkiye’de sendikaların yüz aklarından bir tanesi, mücadeleci geleneğiyle Birleşik Metal-İş Sendikası, örgütlü olduğu 5 işletmede grevlere devam ediyor. Biliyorsunuz, burada da ‘ulusal güvenliğe aykırı olduğu’ gerekçesiyle grev ertelemeleri vardı. İşçi arkadaşlarımız haklarını fiilen kullanmaya devam ettiler ve toplu sözleşme imzaladıkları örnekler de var ve MESS’in sefalet ücreti dayatmasını da 3 yıllık sözleşme dayatmasını da reddetti arkadaşlarımız. Grev sürecinde başarılar elde ediyorlar, halen devam eden grevlerin de başarıyla tamamlanacağından hiçbir kuşkumuz yok.
İzmir’deki direnişe vurgu yapma ihtiyacı hissediyorum. Belli, iktidar belediyeleri sıkıştırmaya çalışıyor, onların kaynaklarını engellemeye çalışıyor. Fakat muhalefet partilerinin de bütçe kısıldığında ilk gözünü dikecekleri yer kamu hizmetlerini üreten emekçilerin cepleri olmamalı. Dolayısıyla İzmir’de Genel-İş üyesi binlerce işçi arkadaşımızın haklı isyanla ortak olduğumuzu da bu vesileyle paylaşmak isterim. Genel-İş Sendikası’nın öncülüğünde harekete geçen İzmir’deki işçi arkadaşlarımızın yanındayız.
‘BARIŞTAN, KARDEŞLİKTEN, EŞİTLİKTEN VE ÖZGÜRLÜKTEN YANA BİR TUTUMLA SİYASİ MÜCADELESİNİ SÜRDÜRECEĞİZ’
Değerli yurttaşlar, malum, günlerdir kamuoyunda adına ne söyleneceği de tam olarak bilinmeyen ama dil alışkanlığımızla ‘süreç’ diye tanımladığımız bir evreyi hep birlikte yaşıyoruz. DEM Parti heyetiyle bir telefon görüşmemiz oldu, randevulaşma için. Önümüzdeki günlerde ziyaret edecekler. Dolayısıyla o görüşmenin arkasından sanıyorum daha ayrıntılı değerlendirmeler yapma şansı bulacağız, ama bu vesileyle, yeni yılın ilk günlerinde, kamuoyundan izlediğimiz ölçüde gelişen sürece ilişkin görüşlerimizi, genel tutumumuzu bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyoruz. Biz Türkiye’de kalıcı bir barışın tesis edilmesi, gerçekten demokratikleşme, eşitlik ve özgürlük konusunda en net tutuma sahip siyasi partilerden bir tanesi olduğumuzu düşünüyoruz. En zor zamanlarda hakaretlere uğrayarak, yasaklamalara, engellemelere, baskılara rağmen barışın sesi olmaktan hiç vazgeçmedik. Türk ve Kürt halklarının kardeşliği, tüm halkların barış içinde bir arada yaşayacağı bir ülke için her durumda mücadele etmeye devam edeceğiz. Ne olursa olsun, nereye evrilirse evrilsin, Türkiye İşçi Partisi barıştan, kardeşlikten, eşitlikten ve özgürlükten yana bir tutumla siyasi mücadelesini sürdürecektir.
‘MEMLEKETİN BARIŞ UMUTLARININ ERDOĞAN’IN KİŞİSEL HESAPLARINA HEBA EDİLMESİNE ASLA MÜSAADE EDİLEMEZ’
Burada karşı karşıya kaldığımız yeni durumla ilgili bir ‘şeffaflık’ vurgusunu yeniden tekrar etme ihtiyacı hissediyoruz. Bu sürecin mümkün olduğunca açık ve şeffaf bir biçimde yürütülmesinin son derece önemli olduğu kanaatindeyiz, çünkü memleketin barış umutlarının, Cumhur İttifakı’nın hatta Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel hesaplarına heba edilmesine asla müsaade edilemez. Bu ülkede gerçek bir sorun vardır, gerçek bir barış ihtiyacı vardır. İktidarın, bunu kendi siyasi amaçları için değerlendirmesine, böyle dar, güncel siyasi hesaplara alet etmesine asla izin vermemek gerekir. Bunu neden söylüyoruz? Sonuçta bu ülkede bir barış mücadelesinin tarihi var, deneyimlerimiz var. Bir uyarı olarak da bunu ifade etmek isterim, bir önceki süreçte sadece Tayyip Erdoğan’ın keyfi istediği için, ‘Artık ben istediğimi aldım, iktidar koltuğuna oturdum’ dedi ve ‘Buzdolabına kaldırıyoruz, bitiriyoruz’ dediği bir sürecin bir sonraki hamlesinde o görüşmenin karşı masasında oturan sırrı Süreyya Önder’in, Selahattin Demirtaş’ın, arkadaşlarımızın cezaevlerinde tutulduğunu, Selahattin Demirtaş’ın hala cezaevinde tutulduğunu unutmamış durumdayız. Dolayısıyla sürecin Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde sürdürülmesi, yasal düzenlemelerin mutlaka yapılması ve en önemlisi de toplumsal bir barışın inşası için sadece siyasi partilerden ibaret olmayan bir biçimde tüm toplumsal kesimlerin bu sürecin etkin bir unsuru haline getirilmesini son derece önemli buluyoruz.
‘ÜLKÜ OCAKLARI İLE MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ARASINDA BİR SÖZLEŞME YAPILMASI KABUL EDİLEMEZ’
Bizim değişmez bir ilkemiz var, ‘İktidar samimi midir değil midir’ diye bir tartışmamız yok, biz bu iktidarı tanıyoruz. Ama Türkiye’de barışın, Türk ve Kürt emekçilerinin mücadele birliğiyle sağlanacağına ilişkin bir görüşümüz var. On yıllardır süren birleşik mücadelede, en zor zamanlarda bile barış umudunu yaşatmaya, barış umudunu büyütmeye odaklanmıştık. Bugün de bizim açımızdan temel mesele budur. Ama örneğin, hemen kayyumlara işaret etmem gerekir, barış istediği için üniversitelerden memuriyetten çıkartılmış, KHK’larla işten atılmış arkadaşlarımıza değinmem gerekir. Sokağa çıkın, her vatandaş şunu söyleyecektir, ‘Ülkü Ocakları Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir örgütüdür’. Ülkü Ocakları’yla Milli Eğitim Bakanlığı arasında bir sözleşme yapılması, bir anlaşma yapılması ve Ülkü Ocakları’nın okullara girip çocuklarımızı, bu ülkenin geleceğini şekillendirme meşruiyeti kazanması kabul edilebilir bir şey değil. Ülkü Ocakları Genel Başkanı sokakta öldürülmüş memlekette, bunu götüreceksiniz ortaokullara, liselere, çocuklara eğitim verdireceksiniz. Bu akıl alır, kabul edilebilir bir şey değil. Özgür, bilimsel, laik bir eğitim anlayışıyla taban tabana zıt bir zihniyetin yansımalarından bir tanesi olarak görüyoruz. Bu protokolün derhal iptal edilmesi gerektiğini de vurgulama ihtiyacı hissediyorum.
ERDOĞAN’A SESLENDİ: ‘PATRONLARIN GÖZ BEBEĞİ OLABİLİRSİN, AMA BU ÜLKENİN SOKAKLARINA GİREMEZ DURUMDASIN’
2025’e yoğun ve mücadelelerle dolu bir başlangıç yapıyoruz. Dün bize ulaşan bilgiye göre yüzde 11.54’lük sefalet zammı dayatmasına karşı kamu emekçilerinin 5 sendikası iş bırakma kararı almış durumda. 13 Ocak’ta kamu emekçileri iş bırakacak, yanlarında olacağız. Bu mücadelenin büyümesinden ve genişlemesinden son derece memnunuz. Kamu emekçilerine yapılan bu sefalet zammı dayatmasını kabul etmiyoruz. Yine sağlık emekçilerinin, halkımızın eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli sağlık hizmeti alma mücadelesine katkı anlamındaki iş bırakma eylemlerini desteklediğimizi söylüyorum. Polonez işçilerinin mücadelesi bize örnek olmalı, kamu emekçilerinin mücadelesinin yanında durmalıyız. Buradan son olarak Erdoğan’a sesleneyim: 2025’e başlarken patronların, yandaşların göz bebeği olabilirsiniz, uluslararası sermayenin istediklerini yaptığınız için mutlu olabilirsiniz, onların bir tanesi olabilirsiniz; ama şunu aklınızdan çıkartmayın, bu memleketin sokaklarına giremez durumdasınız, pazarlarına gidemez durumdasınız, açlığa, sefalete, yoksulluğa mahkum ettiğiniz insanların gözlerinin içine bakamayacak durumdasınız. Patronların gözlerindeki ışıltılar sizi mutlu ediyor olabilir ama o yüzlerce odalı sarayınızda, yüzlerce dalkavuğunuzla duvarların ardında sürdürdüğünüz hayat, gözlerine bakamadığınız emekçilerin ahıyla eninde sonunda yıkılacak, hiç şüpheniz olmasın. 2025’in ilk mesajı budur.”