Erkan Baş: Sokaktaki isyan, yeni bir Türkiye’nin çağrıcısı
TİP Genel Başkanı Baş, partisinin İstanbul İl Örgütü’nde basın toplantısı düzenledi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, bugün düzenlediği haftalık basın toplantısında, 19 Mart tarihinde başlayan ve ülkenin dört bir yanına yayılan protesto gösterilerine ilişkin yaptığı değerlendirmelerde “Bu sokaktaki isyan aslında yeni bir Türkiye’nin çağrıcısı, yeni bir Türkiye’nin inşacısı. Türkiye İşçi Partisi bugünler için kurulmuştu” ifadelerini kullandı.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, her hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği basın toplantısını, bugün partisinin İstanbul İl Örgütü’nde düzenledi.
Basın toplantısında yaptığı konuşmanın neredeyse tamamını, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart tarihinde gözaltına alınmasının ardından başlayan protesto gösterilerine ayıran Baş, önemli değerlendirmelerde bulundu.
19 Mart’ın açık bir darbe girişimi olduğunu kaydeden Baş, “Bizim açımızdan mesele nettir, ortada bir darbe girişimi vardır, ortada bir cunta girişimi vardır ve hiçbir cunta halktan daha büyük değildir” şeklinde konuştu.
Erkan Baş, siyasi tutsakların özgürlüğüyle Türkiye’nin özgürlüğü arasında kopmaz bir bağ olduğunu kaydederek, “Mahir Polat’ın bunca zorluğa rağmen tahliye edilmemekte ısrar edilmesi, iktidarın bir hesaplaşmasını bize gösteriyor. Burada Mahir Polat’ın derhal tahliye edilmesi çağrısını bir kez daha ben partim adına yapmak istiyorum” ifadelerini kullandı.
‘19 MART AÇIK BİR DARBE GİRİŞİMİDİR’
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:
“Türkiye İşçi Partisi olarak son derece umutlu, kararlı, inatçı günlerden geçiyoruz biz. Sokaklarda da aynı öfkenin, aynı kararlılığın, aynı inadın ve aynı mücadelenin devam ediyor olmasından son derece mutluyuz. Tüm Türkiye İşçi Partisi üyeleri, dostlarımız, seçmenlerimiz hep birlikte ve tereddütsüz bu mücadelede elimizden geldiğince en güçlü biçimde yer almaya çalışıyoruz. Direnişin parçası olmaya, bu direnişin ortaya çıkarttığı umudun ülkenin geleceğinin kurulması için en etkili biçimde değerlendirilmesi için mücadeleyi büyütmeye çalışıyoruz. Şimdi bir derleme yapmak gerekirse, bir toparlama yapmak gerekirse şununla başlamak lazım. 19 Mart açık bir darbe girişimidir ve istisnasız bir biçimde bunu tekrar etmemiz ve bu darbe girişimine karşı direnişin içinde olduğumuzu bilince çıkartmamız gerekir. Hiçbir tereddüt olmasın. Yani ister üniformalı olsun, ister takım elbiseli olsun, ister cübbeli olsun, anayasal düzeni askıya alma girişimi bir darbe girişimidir. Bu bir darbe teşebbüsüdür. Halk iradesini görmezden gelerek, o çok sık ifade ettikleri biçimde millet iradesini, sandık iradesini yok sayarak, ellerine geçirdikleri gücü, polis gücünü, yargı gücünü, adliye gücünü, cezaevleri gücünü kullanarak halkın iradesini gasbetmeye çalışan bir girişimle karşı karşıyayız.
‘BİZİM AÇIMIZDAN MESELE NET: ORTADA BİR CUNTA GİRİŞİMİ VAR VE HİÇBİR CUNTA HALKTAN DAHA BÜYÜK DEĞİL’
Cunta günlerdir tartışılıyor. Cunta sözlük anlamı itibariyle de baktığımızda iktidara kuvvet kullanarak el koyma girişimidir. Bu askeri bir operasyon da olabilir, siyasi de olabilir ama sandıktan çıkan iradeyi güç yoluyla tanımama çabası, bunun için yargıdaki kadrolaşmalarını kullanmaları, bunun için polisi kullanıyor olmaları, bunun için fırsat bulurlarsa kayyum atıyor olmaları hepsi bu girişimin birer parçasıdır ve bunun dünya siyasi tarihinde darbe dışında bir adı yoktur. Bunu yapana cuntacı diyoruz. Bunun başındakine de cunta başı diyoruz arkadaşlar, nokta. Dolayısıyla NATO’nun Seferberlik Tetkik Kurulu’nun, Komünizmle Mücadele Derneklerinin en iyi bildiği şey olancuntacılık tartışmasında, Devlet Bahçeli’nin söz kuruyor olmasını, onun cevap veriyor olmasını da aslında bu tabloyu tamamlayan bir öğe olarak görüyoruz. Uzatmayacağım. Bizim açımızdan mesele nettir, ortada bir darbe girişimi vardır, ortada bir cunta girişimi vardır ve hiçbir cunta halktan daha büyük değildir. Hiçbir cunta halkın karşısında direnme gücüne sahip değildir. Hiçbir cunta halkın karşısında iktidarda kalamamıştır, kalmayacaktır. Bugün olmayabilir, yarın olmayabilir ama çok kısa bir zaman sonra hep beraber göreceğiz, bu cunta yıkılacak, bu saray rejimi yıkılacak ve bunun en büyük sembollerinden bir tanesi olan Silivri zindanı da mutlaka yıkılacak. Ben buradan tüm yurttaşlarımıza gönül rahatlığı çağrısı yapmak istiyorum. Hiç kimse kaygıya kapılmasın, korkuya kapılmasın. Biz bu cuntacılardan çok daha güçlüyüz, biz bu cuntacılardan çok daha fazla bu memlekete sahip çıkabilecek bir iradeyi taşıyoruz.
‘SİYASİ TUTSAKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜYLE ÜLKEMİZİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARASINDA KOPMAZ BİR BAĞ VAR’
Silivri demişken, ayrımsız bir biçimde söylüyorum, tüm siyasi tutsaklara yürek dolusu selamlarımızı ve sevgilerimizi iletmek istiyorum. Ülkenin dört bir yanında cezaevleri insanlık dışı koşullara maruz bırakılarak siyasi esirler tarafından doldurulmuş durumda. Hepimiz şunun bilincindeyiz, bugün bu siyasi tutsakların özgürlüğüyle ülkemizin özgürlüğü arasında kopmaz bir bağ var. Bu ülke özgürleşince siyasi tutsaklar özgürleşecek. Siyasi tutsaklara özgürlüğü getirdiğimizde ülkemizin özgürleşmesi konusunda da çok büyük bir adım atacağız. Buradan hepsine sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum, ama Mahir Polat konusunda bir özel cümle kurma ihtiyacı hissettiğimi de söylemem lazım. Çünkü çok açık, hassas bir durum var ve iktidar bu hassas durumu bile isteye, insanların gözüne soka soka bir oyun oynuyor ama çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Daha önce Ergenekon’da, Balyoz’da, başka siyasi davalarda örneklerini gördüğümüz bir biçimde bir insanı öldürmeyi hedef olan bir girişimle karşı karşıyayız. Bunun karşısında çok güçlü bir iradenin hemen şekillenmesi lazım. Yani bu cezaevlerindeki gençlerin orada esir tutulması, siyasi tutsakların esir tutulması ve elbette bunların bir simgesi, bir parçası, bir yol arkadaşı, bir mücadele arkadaşı olarak Mahir Polat’ın bunca zorluğa rağmen tahliye edilmemekte ısrar edilmesi iktidarın bir hesaplaşmasını bize gösteriyor. Burada Mahir Polat’ın derhal tahliye edilmesi çağrısını bir kez daha ben partim adına yapmak istiyorum.
TUTUKLULARA MEKTUP GÖNDERME EYLEMİNE ÇAĞRI YAPTI
Tüm yurttaşlarımıza da bir çağrıda bulunmak istiyorum, iktidar büyük ihtimalle şöyle düşünüyor, ‘Unutulur’ diyor. ‘Cezaevlerinde kimler kimler unutulmadı? Bu gençler de unutulur, Mahir Polat da unutulur, Ekrem İmamoğlu da unutulur, Can Atalay da unutulur’ diyor. Buna asla müsaade etmememiz lazım. Bizim bu ülkenin tüm onurlu insanlar olarak, tüm yurttaşlar olarak görevimiz, bu arkadaşlarımızın haksız hukuksuz bir biçimde siyasi nedenlerle cezaevlerinde tutulduğunu unutmamak ve unutturmamak. Bu kapsamda biraz evvel İstanbul İl Örgütü’müzden aldığım bir bilgiyi paylaşayım. Perşembe günü saat 14:00’te Kadıköy, Esenyurt, Bakırköy ve Beşiktaş postanelerinden bir mektup atma eylemi gerçekleştirecek İstanbul İl Örgütü’müz. Ben İstanbul’daki tüm yurttaşları bu eylemlere, bu etkinliklere katılmaya içerideki dostlarımıza, yoldaşlarımıza, mücadele arkadaşlarımıza, bizim için içeride tutulan arkadaşlarımıza ses olmaya çağırıyorum. Yarın saat 14:00’te başta İstanbul Kadıköy, Esenyurt, Beşiktaş ve Bakırköy olmak üzere her yerden cezaevlerini mektup yağmuruna tutun. Arkadaşlarımızın sesinin dışarıda yankılandığını onlara duyurmamız gerekiyor. Çünkü arkadaşlar iktidar telaşlanmış durumda. Yani dikkat edin inanılmaz bir ambargo, yalanlar, baskılar ama buna rağmen milyonlarca insan sokaklarda direnmeye devam ediyor.
‘HAPSE ATAMADIKLARI ÖĞRENCİLERİ, ONLARA DESTEK OLAN AKADEMİSYENLERİ YÖK ELİYLE TEHDİT EDİYORLAR’
Şimdi yeni saldırılar başladı, bir tanesini özellikle işaret edeceğim. Hapse atamadıkları öğrencileri, direnişlerini bitiremedikleri öğrencileri ve onlara destek olan, onlarla yan yana omuz omuza duran akademisyenleri YÖK eliyle tehdit ediyorlar. Bir kere YÖK dendiğinde bizim tüylerimiz diken diken oluyor zaten. Yani bu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, herkes hatırlayacak, iktidara gelirken kaldırmayı vaat ettiği YÖK eliyle insanları bugün tehdit etmeye, sindirmeye, baskı altına almaya çalışıyorlar ama aslında çok kendilerine yakışan bir tutarlılıkla davranıyorlar. Çünkü YÖK Kenan Evren’in AKP’ye bir armağanıdır. 12 Eylül Cuntası’nın, 12 Eylül faşist generallerinin üniversiteleri esir tutmak için, üniversiteleri baskı altına tutmak için oluşturduğu YÖK eliyle bugün AKP’nin üniversiteler üzerine baskı kurmaya çalışması aslında kendi karakterlerini de gösteriyor. Şimdi sanıyorlar ki bu utanmazlar, öğrencileri, üniversitelerine, onurlarına, memleketlerine sahip çıkan hocaları böyle adli ve idari tedbirlerle, tehditlerle susturabileceklerini düşünüyorlar. Buradan bütün öğrenci arkadaşlarımızı bir de bu vesileyle tebrik etmek istiyorum. Asla teslim olmadılar, bu mücadeleye kararlı bir biçimde devam ediyorlar. Hiç kimse Türk Ceza Kanunu’nda, disiplin yönetmeliğinde suç olarak tarif edilemeyen bir şeyi suç gibi anlatamaz, YÖK bile yapamaz bu. Yani derse girmemenin, akademik boykotun, sokaklardaki fiili boykotun, Türk Ceza Kanunu’nda da üniversite disiplin yönetmeninde de herhangi bir cezai müeyyidesi yoktur, nokta. Olmayan şeyleri yaratamazsınız.
‘GENÇ ARKADAŞIMIZ OLMAYAN BİR MADDE GEREKÇE GÖSTERİLEREK, VALİLİĞİN KOYDUĞU İDDİA EDİLEN BİR YASAĞI ÇİĞNEDİKLERİ İÇİN ŞU ANDA CEZAEVİNDE’
O yüzden bırakın bu işleri, buradan iktidara sesleniyorum, biliyorsunuz asıl suçlu olan sizsiniz. Yani bir dünya hırsızlık sizde, yolsuzluklar sizde, rüşvet sizde, sokak ortasında insan öldürmek sizde ve bunları yapan AKP’lilerin elini kolunu sallayarak sokaklarda yürümeye, yaşamaya devam ettiklerini biliyorsunuz ama tıpkı bir mafya örgütü gibi, zaten hepiniz suçlu olduğunuzdan ortada suç kalmamış gibi davranıp suçlu olmayan, bu ülkenin en onurlu insanlarını, en haklı direnişini yapan insanları da suçlu hale getirmeye çalışıyorsunuz. Arkadaşlar, durum ne biliyor musunuz? Gerçekten panikten ne yapacaklarını bilemez haldeler. Sokaklardaki öfkeyi, halkın biriken isyanını o kadar iyi kavrıyorlar ki aslında, elleri ayaklarını birbirine girmiş durumda. Şimdi çok önemli bir şey paylaşacağım, ben son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Buradan sevgili Timur Soykan, gazeteci dostumuza da teşekkür ediyorum, onun bulup çıkarttığı bir şeyi değerlendireyim. Şimdi bakın bu öğrenci arkadaşlarımız niye cezaevinde? İddia şu değil mi, İstanbul Valiliği 19 Mart darbe girişimine halkın tepkisi, öfkesi kontrol altına alınabilsin diye, 19 Mart günü 4 günlük bir eylem, etkinlik, toplantı, gösteri yasağı ilan etti. Karar elimde. Bu karar şu anda valinin sitesinde asılı, aynı gün sosyal medya hesapları üzerinden paylaşıldı. Hangi caddelerin, hangi sokakların ne zaman kaçta kapanacağı, kaçta açılacağı gibi bilgiler taşıyor. Diyor ki ‘19-23 Mart tarihleri arasında 4 gün süreyle her türlü toplantı, gösteri ve basın açıklaması yasaklanmıştır’. Şimdi dikkat, 5442 sayılı İl İdare Kanunu’nun 11/c ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 15/h maddeleri çerçevesinde alınan bu karar doğrultusunda, gerisini anlatıyor. Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 15’inci maddesini hemen çıkarttık, herhangi bir h bendi yok burada. Yok! Polis Vazife ve Salahiyet kanunda 15. maddede h bendi yok. Yani ne yapmışlar? Olmayan bir kanun maddesini dayanak göstererek sokağa, eyleme, gösteriye, toplantıya yasak getirmeye kalkmışlar. Şimdi bu 300 tane genç arkadaşımız olmayan bir madde gerekçe gösterilerek, valiliğin koyduğu iddia edilen bir yasağı çiğnedikleri için şu anda cezaevinde. Gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum. Yani absürtlüğün, saçmalığın daha ötesi yok!
‘ERİŞİM ENGELLERİNE NEDEN OLAN HAKİMİN ADI TÜGVA BELGELERİNDE TORPİLLİLER LİSTESİNDE’
İnanılmazlıklar o düzeye geldi ki, bunlar WhatsApp mesajları, Hatay’dan geldi bunlar, konteyner kentlerde yaşayan yurttaşlara AFAD’ın gönderdiği belgeler. ‘Kentin içinde veya dışında herhangi bir siyasi kurum adı altında imza toplamak, anket yapmak yasaktır’ deniyor. Siz kimsiniz ya? Depremin üzerinden 2 yıl geçmiş, hala konteyner kentlerde yaşamak zorunda bırakmışsınız, bir de o insanların siyaset yapma hakkını gasbediyorsunuz. Devam edeceğim, bugün sabah Antalya’da bir arkadaşımız gözaltına alınıyor, Mehmet Altındağ isimli yoldaşımız, gözaltına alınıyor. Daha önce de gözaltına alınmış, daha önce gözaltına alındığında bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle hakkında soruşturma açıldığı söyleniyor, ifadesini veriyor. Şimdi bugün gözaltında tekrar sorguya alıyorlar, diyorlar ki ‘Bu tweeti niye silmedin’. Arkadaşımız ‘Ben daha önce bunu attığım için zaten geldim size ifade verdim. Bununla ilgili bir mahkeme kararı yok. Bunun suç olduğu bana tebliğ edilmedi. Böyle bir ceza almadım’ diyor. Vatandaş ne söyleyeceğini, ne söylemeyeceğini size mi soracak? Bakın çok acayip, TİP’li Öğrenciler’in sosyal medya hesapları, yasal bir siyasi partinin, anayasanın güvencesi altında kurulmuş bir siyasi partinin gençlik örgütünün sosyal medya hesapları kapatılmış, erişim engelli getirilmiş. Şimdi düşünüyoruz. Niye olmuş olabilir? Nasıl olmuş olabilir? Arkadaşlarımız araştırıyor, çok ilginç. Mersin’de bir Sulh Ceza Hakimi, ismi bende var, ne alaka değil mi? TİP’li Öğrenciler değil sadece, Gazete Yolculuk, Kampüs Cadıları, Mor Dayanışma gibi başka sol sosyalist görüşlere sahip sosyal medya hesapları da bu karar gerekçe gösterilerek kapatılıyor. Niye? Niye Mersin? Niye bu hakim? Tesadüfe bakın, Hakim Bey’in adı TÜGVA belgelerinde torpilliler listesinde. Yalan dediğimiz, riya dediğimiz şey bir siyasi parti haline gelse AKP olurdu.
ERDOĞAN’A SESLENDİ: ‘UTANMIYOR MUSUN 85 MİLYON İNSANIN YÜZÜNE BAKARAK YALAN SÖYLEME?’
Tüylerim diken diken oldu, grup toplantısında Tayyip Erdoğan konuşuyor, CHP’ye yüklenecek. Diyor ki ‘Deniz Gezmiş’i önce siz öne sürdünüz’. Hikaye yani, Deniz Gezmiş’i CHP’nin öne sürmesi gibi bir şey zaten söz konusu değil. Sonra diyor, ‘İdam oylamasında da kaçıp gittiniz, idamına göz yumdunuz’ diyor. Doğru, yani bazı CHP milletvekillerinin de oylamaya katılmadığı doğru. Ama arkadaş, sana sormazlar mı? Deniz Gezmiş’in, Yusuf Arslan’ın ve Hüseyin İnan’ın idamının onaylandığı Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumunun tutanakları duruyor. Ben size söyleyeyim, Bülent Ecevit ve İsmet İnönü ‘hayır’ oyu kullanıyorlar idamlara. Peki evet oyu kullanan kim? Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel. Bunlar senin ortağın değil mi kardeşim? E utanmıyor musun 85 milyon insanın yüzüne bakarak yalan söyleme? E senin ağa baban Necmettin Erbakan kaçanlardan bir tanesi, oy kullanmayanlardan bir tanesi, çıkıp bunları söylesene. Ya ben hayatımda bu kadar arka arkaya sistematik bir biçimde yalan söyleyen bir siyasi figür görmedim! İnsan Deniz Gezmiş’in adını ağzına alırken utanır! Şimdi sen sokakta üniversite öğrencilerini, yani bugünün Deniz Gezmiş’lerini polise dövdüreceksin, onları gözaltına aldıracaksın, cezaevlerine atacaksın, sonra onların örnek aldığı isimlerden bir tanesini kendine siyasi malzeme haline getirip kullanmaya çalışacaksın! Deniz Gezmiş’ler 6. Filo’ya karşı eylem yaparken senin dava arkadaşların değil mi Deniz Gezmiş’lerin karşısına dikilip onlara saldıran, Amerika’nın emriyle hareket eden? Bu nasıl bir utanmazlıktır ya? Ya Nazım Hikmet’in adını ağzınıza almaktan, Sabahattin Ali’nin adını ağzınıza almaktan nasıl utanmıyorsunuz? Bunlar yaşasa herkes biliyor ki suratınıza tükürürler sizin! Bunların hayatı sizin gibilerle mücadeleyle geçti. Yani yalan söylüyorlar, iki yüzlüler ve bu iki yüzlülükleri kesintisiz biçimde devam ediyor.
‘AL SANA ULUSLARARASI KARA İTTİFAKI: TRUMP, ERDOĞAN, NETANYAHU’
Şimdi bakın, bir Trump-Netanyahu görüşmesi oldu. Bunlar sözde yerliler, milliler, Amerika’ya karşılar, İsrail’e karşı Filistin’i destekliyorlar değil mi? Şimdi Trump ‘Erdoğan’ı severim’ diyor, ‘Rahip Brunson meselesinde istedim hemen verdi, sağ olsun’ diyor. Ve inanılmaz bir şey, AKP’liler sevinç çığlıkları atıyor. Ya nasıl insanlarsınız siz ya? Yani Netanyahu’yla el sıkışmak için yanıp tutuşuyorlar şu an. E şimdi biz bundan 6 ay, bir sene önce Filistin bombalanırken, Gazze yerle bile edilirken ‘Siz İsrail’le gemilerinizi yürütmeye devam ediyorsunuz’ dediğimiz bize niye kızıyordunuz o zaman? ‘Siz İsrail’le her tür ticari ilişkiyi yürütmeye devam ediyorsunuz, utanmıyor musunuz’ dediklerinde niye çocukları yine gözaltına alarak, cezaevlerine atarak susturmaya çalışıyordunuz? Şu anda Filistinliler için en kara günler geliyor. Al sana ittifak, içeride Cumhur İttifakı var da al sana uluslararası kara ittifakı: Trump, Erdoğan, Netanyahu. Biz zulme yalnızca Türkiye’nin içinde değil, dünyanın dört bir yanında, nerede zulüm varsa o zulmün karşısında, mazlumların yanında durmaya devam edeceğiz. Ve şu çok açık, biz bunlarla aynı gemide falan değiliz. Bir tarafta gemilerle, gemiciklerle servetlerine servet katan patronlar var, saray beyzadeleri var, yandaşlar var ve onların karşısında topyekun biz varız, halk var.
‘SIRF İMAMOĞLU’NU YARIŞIN DIŞINDA BIRAKMAK İÇİN BİR GECEDE MİLYONLARCA DOLAR YAKTILAR’
Yine Tayyip Erdoğan’a atıfla söyleyeyim. Biraz önce grup toplantısına başlarken inanılmaz rakamlar veriyor; şöyle büyüdük, şöyle güçlendik, şu oldu, bu oldu falan filan. Bakın açık söylüyorum, biz Türkiye’nin büyümediğini söylemedik, ekonomik olarak Türkiye’nin büyüdüğü doğrudur. Mesele şu, bir avuç azgın azınlık büyüyor arkadaşlar. Yani ülke serveti artıyor Türkiye’de, toplam üretim artıyor Türkiye’de, toplam servet artıyor Türkiye’de ama nüfusun yüzde biri bile olmayan bir avuç azgın azınlık, bu büyümenin en büyük dilimlerini alırken milyonlarca yoksul açlığa ve sefalete mahkum ediliyor. Bakın memlekette bir darboğaza, bir açlığa, bir sefalete mahkum edilmiş milyonlarca asgari ücretli var ve sırf İmamoğlu’nu yarışın dışında bırakmak için bir gecede milyonlarca dolar yakan bir iktidar var. Ama dertleri değil. Niye biliyor musunuz? Çünkü kimin parasını yaktılar? Bizim paramızı. İşçilerin, emekçilerin, yoksul halkın parasını, bizim sırtımızdan topladıkları parayı yaktılar.
‘SİYASİ RAKİPLERİNİ CEZAEVİNE ATIYORLAR, ÇÜNKÜ ELEKTRİĞE YÜZDE 25 ZAM YAPILDIĞINDA HERKES SUSSUN İSTİYORLAR’
Şununla sözlerimi bitireceğim, elektriğe de yüzde 25 tam yaptı. Kim kazandı elektriğe yüzde 25 zam yapınca? Özelleştirdikleri o elektrik dağıtım şirketleri. Hepimizin bildiği Cengiz’dir, Limak’tır, Kolin’dir, Kalyon’dur… Herhalde herkes görmüştür, bir Türkiye haritası var, memleketi parsel parsel bölüşmüşler, paylaşmışlar, keyiflerine bakıyorlar. Bizim yurttaşlarımız ay sonunu değil artık gün sonunu getiremez haldeyken bunlar günlerini gün ediyorlar. Bakın bunlar sadist değiller. Yani bize acı çektirmekten zevk aldıkları için bunu yapmıyorlar. Bunlar faşist ve faşizm dünyanın her yerinde tam da bu. Yani zenginler, patronlar daha kolay yönetebilsin diye, daha kolay sömürebilsin diye, daha fazla sömürebilsin diye, daha fazla ezebilsin diye, daha fazla kar etsin diye ezilenleri, emekçileri susturmak için faşizm var. Faşizm buna hizmet ediyor. Bizim arkadaşlarımızı cezaevine atıyorlar, seçilmişleri cezaevine atıyorlar, siyasi rakiplerini cezaevine atıyorlar, çünkü elektriğe yüzde 25 zam yapıldığında herkes sussun istiyorlar. Çünkü asgari ücret yoksulluk değil, açlık sınırının altına indiğinde kimse konuşamasın istiyorlar ve bu korkuyu yaygınlaştırmaya çalışıyorlar.
‘SOKAKTAKİ İSYAN ASLINDA YENİ BİR TÜRKİYE’NİN ÇAĞRICISI’
O yüzden ben son olarak şunları söylemek istiyorum: Yürüyen, büyüyen bir mücadelemiz var, her alanda bu mücadeleye devam edeceğiz. Boykotsa boykot, sürecek bu boykot da. Sokaktaki eylemler sürecek, gençlerin isyanı devam edecek ve biz hep beraber bu zevk-i sefa içerisinde hayatını devam ettiren bir avuç azgın azınlık dışındaki tüm yurttaşlar yan yana geleceğiz. Ben şunu görüyorum. Bu sokaktaki isyan aslında yeni bir Türkiye’nin çağrıcısı, yeni bir Türkiye’nin inşacısı. Açık söyleyeceğim, Türkiye İşçi Partisi bugünler için kurulmuştu zaten. Türkiye’deki egemen siyasetin, düzen siyasetinin, hakim siyaset algısının yurttaşı dışarıya iten, okuyan, düşünen, tartışan, irade koyan yurttaşı istemeyen, yurttaşı sadece seçmen olarak gören siyaset algısının Türkiye’nin kurtuluşuna hizmet etmeyeceğini düşündüğümüz için Türkiye İşçi Partisi’ni kurmuştuk ve şimdi sokaklardaki isyan bunu gösteriyor. Yurttaş sadece 5 yılda bir oy kullanıp evine dönmek istemiyor; sözünü her zaman, her yerde söylemek istiyor.
‘SES VER TÜRKİYE, SARAY’DAN DUYULSUN! SES VER TÜRKİYE, BU ZULÜM SON BULSUN!’
Sözlerimi bitirirken tüm Türkiye İşçi Partililere, yoldaşlarımıza, dostlarımıza, seçmenlerimize, sözümüze değer veren herkese şu çağrıyı yapmak istiyorum: Sokağın bu sesini duymak zorundayız. Artık yeni bir siyaset tarzının, gençlerin daha çok konuştuğu, işçilerin daha çok konuştuğu, kadınların daha çok konuştuğu, söz, yetki ve kararın doğrudan halkta olduğu yeni bir siyaset tarzının Türkiye’de güçlenmesinin zamanı gelmiştir. Bu isyan hiçbir kişiye, hiçbir siyasi partiye mal edilemeyecek kadar büyük bir halk isyanıdır. Bizim görevimiz, devrimcilerin görevi, sosyalistlerin görevi bu halk isyanının kendi öz örgütlenmelerini yaratarak, kendi sözünü, kendi eylemini, kendi karar altına alacağı halk örgütlenmelerini yaratarak bu iktidara karşı dikilmesidir. O yüzden hepimiz yaşadığımız ilçede, mahallede, çalıştığımız yerlerde, eğer öğrenciysek okullarda mücadele etmek isteyen tüm yurttaşlarımızla hemen bir araya gelmeliyiz. Bu mücadeleyi büyütecek hangi adımları nasıl atacağımıza hep birlikte karar vermeliyiz ve ‘Ses Ver Türkiye’ çağrısını yükseltmeliyiz. Ses ver Türkiye, Saray’dan duyulsun! Ses ver Türkiye, bu zulüm son bulsun!”