Erkan Baş: Melih Gökçek’in yargılanmadığı ülkede belediye başkanlarının yolsuzluk nedeniyle yargılandığına kim inanır?

Example HTML page

TİP Genel Başkanı Baş, haftalık basın toplantısında açıklamalarda bulundu.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği haftalık basın toplantısında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik soruşturmaya ilişkin konuşarak, “Melih Gökçek’in yargılanmadığı ülkede belediye başkanlarının yolsuzluk nedeniyle yargılandığına kim inanır?” ifadelerini kullandı.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Baş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik soruşturma kapsamında hazırlanan iddianameden Ahmet Özer’in tahliyesine, Dilovası’nda 6 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan iş cinayetinden bütçe görüşmelerine dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

‘BİR CUMHURİYET BAŞSAVCISI NEDEN BASIN TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİR?’

Sözlerine “Dün Gürcistan’da seyir hâlindeki askerî kargo uçağının düşmesi sonucu yaşamını yitiren 20 insanın, acılı ailelerine ve tüm sevenlerine başsağlığı dileklerimizi iletmek istiyorum. 50 yaşın üstünde olan bu uçağın Suudi Arabistan’dan ikinci el olarak satın alınıp kullanıldığı gibi iddialara dair bilgilerin resmî kaynaklarca değerlendirilip açık, şeffaf biçimde topluma sunulacağını umuyorum, bekliyorum” diyerek başlayan Erkan Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:

“Değerli basın emekçileri, dün Yeni Şafak gazetesinin manşeti ‘Asrın Vurgunu’ diyordu ve 4 bin sayfalık bir iddianamenin hazırlanacağını söylüyordu. Arkasından İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in bir basın toplantısı yapacağı haberi düştü ve aylardır haklarında bir iddianame hazırlanmadan cezaevinde tutulan Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere seçilmiş belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, belediye bürokratlarının arasında olduğu çok sayıda insan için bir iddianame hazırlandı. Önce şunu sormak istiyorum: Bir Cumhuriyet Başsavcısı neden basın toplantısı gerçekleştirir? Yani bu davanın basın sözcüsü müsünüz? Cumhuriyet Başsavcısının görevi herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak, mümkün olduğunca kuvvetli delillerle güçlendirilmiş hukuki bir iddianameyi hazırlamaktır. Ama dosyasıyla, iddianamesiyle konuşmak yerine basının karşısına geçen bir Cumhuriyet Başsavcısı ile karşı karşıyayız.

‘BİZ NİYE 10 YILDA BİR AYNI FİLMLERİ TEKRAR TEKRAR İZLEMEK ZORUNDA KALIYORUZ?’

Hiç lafı eğip bükmeden soracağım, biz niye 10 yılda bir aynı filmleri tekrar tekrar izlemek zorunda kalıyoruz? Yani şimdi hemen iddianamenin sayfa sayısı, sanıkların sayısı; bunlar, ortada çok büyük bir suç örgütü olduğu görüntüsünü verebilmek için arka arkaya servis ediliyor. Hemen 10-15 yıl önceki gazetelere dönüp baktığımızda ne görüyoruz? ‘Ergenekon Kumpas Davası’ diye bugün adlandırılan davada ‘2 bin 455 sayfa iddianame’ deniyordu, ‘396 sanıklı dava’ deniyordu. Bugün yaklaşık 4 bin (3 bin 739) sayfalık iddianamede 105’i tutuklu, 460 şüphelinin ifadesi olan bir iddianameden söz ediliyor. Şimdi bu mudur mesela? Bizim bir iddianameyi değerlendirme kıstasımız bu mu olmalıdır?

‘DAHA KABUL EDİLMEMİŞ BİR İDDİANAMEYİ BİZ GAZETE SAYFALARINDA OKUYORUZ’

Ben Başsavcılığın basın mensuplarına söylediği sözleri elimden geldiğince dikkatli biçimde okumaya çalıştım. Çok açık söyleyeceğim, kendini savunmak için, kamuoyunu hazırlamak için, masumiyet karinesini ortadan kaldırır bir biçimde toplumsal rıza üretmek için konuşan bir insanla karşı karşıyayız. Dosya içinde somut deliller olduğunu söylüyor, terör soruşturmasının devam ettiğini, casusluk soruşturmasının ayrıca yapılacağını söylüyor. Değerli arkadaşlar, bu iddianame kabul edildi mi? Yani bu dosya üzerindeki gizlilik kararı, soruşturmanın gizliliği kararı kaldırıldı mı? Hakkındaki kısıtlama kaldırıldı mı? Ama Başsavcı, Başsavcı’dan önce yandaş basın ve arkasından bütün basın yayın organları maşallah iddianame üzerine konuşmalar yapıyordu. Bakın daha kabul edilmemiş bir iddianameyi biz gazete sayfalarında okuyoruz. Daha kabul edilememiş bir iddianameyi yazan kişi basın toplantısı yapıyor ve bütün kamuoyu bunun üzerine konuşuyor.

‘BAŞSAVCI BASIN SÖZCÜSÜNE DÖNÜŞÜYOR’

Bakın ben hukukçu değilim ama yıllardır bu memlekette yaşayan her duyarlı yurttaş gibi çok sayıda iddianame okudum. Hakkında çok sayıda iddianame de hazırlandı. Yani bir iddianame en azından şekil şartları açısından uygun olmalıdır. Kanunda yeri var. Bir iddianame hangi özellikleri taşır? Hatta şöyle kullanır hukukçular, ‘Ya adil değilsen bile adil görünmeye çalışırsın’. Ama bizim karşı karşıya olduğumuz tablo gerçekten şunu söylüyorlar, ‘Bizim adil olmak gibi bir derdimiz yok. Adil görünmek gibi bir derdimiz bile yok’. Her şey göstere göstere yapılıyor.

Ya iddianame diye basına düşen şeye bakıyoruz. Neler yok ki? Cumhuriyet Başsavcılığı’nın adı yok, hitap yok, imza yok, mühür bilgisi yok, soruşturma numarası yok, esas numarası yok, ya iddianame numarası bile yok. Ama daha ortada iddianame yokken gazetede iddianamenin kendisi haber yapılmış. Arkasına iddianame diye karşımıza çıkan adam şey. Hani en basit lafı söyleyeceğim ya, ‘Hâkimler, savcılar kararlarıyla konuşur’ diye bir laf var. Hiç kimse hatırlamıyor mu bunu? E tabii böyle olunca başsavcı da basın sözcüsüne dönüşüyor.

‘AKIN GÜRLEK’İN ADİL OLMASINI BEKLEMEK MANTIKLI MI?’

Bakın bir noktayı daha vurgulamam lazım. Geçtiğimiz hafta Sayın Özgür Özel, Akın Gürlek’le ilgili birtakım ifşaatlar da bulundu. Zaten olağan şartlarda bu ifşaatlar yapıldığı andan itibaren Akın Gürlek’in hâlâ bu dosyada görev yapabiliyor olması, hatta hâlâ bu ülkede savcılık yapabiliyor olması en azından üzerine konuşulması, tartışılması gereken bir konudur. Ama bu hareketli gündem içerisinde hop, onlar da unutturuldu. E şimdi benim çıkıp da ‘Akın Gürlek daha önce bakan yardımcısıydı. Bu ülkede yürütmenin bir unsuruyken doğrudan siyaseti dizayn etmekle ilgili bir görev alarak Cumhuriyet Başsavcısı olarak atanmıştı. Böyle birisinin adil olmasını beklemek mantıklı mı?’ diye sormam ne kadar anlam ifade ediyor bilmiyorum. Ama kelimenin gerçek anlamıyla daha en başta düğme yanlış iliklenmiş, arkasından gidiyor.

‘BU DAVA HUKUKİ TEMELLİ DEĞİL, SİYASİ TEMELLİ BİR DAVADIR’

Değerli yurttaşlar, kimse ne bu halkı kandırsın ne kendini kandırsın ne biz kendi kendimizi kandıralım. Bazı gerçeklerin ısrarla altını çizmeye devam edelim. Bugün açıklanan bu iddianame, Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun çıkar amaçlı suç örgütü lideri olduğunu iddia ediyor. Bu ithamla hazırlanmış. Çok net ifade ediyorum, hiç tereddütsüz ifade ediyorum: Bu hukuki değil, siyasi temelli bir davadır. Nokta. Bu dava hukuki temelli değil, siyasi temelli bir davadır. Bütün yurttaşlarımız bilsin, duysun.

‘SİYASİLERİN PARTİSİNE YA DA ERDOĞAN’I YENEBİLME İHTİMALİNE GÖRE YARGILANMASINA KARŞI ÇIKIYORUZ’

Biz siyasilerin yargılanmasına karşı çıkmıyoruz. Elbette ki siyasiler de yargılansın. Ama siyasilerin partisine göre ya da Erdoğan’ı yenebilme ihtimaline göre yargılanmasına karşı çıkıyoruz. Yani suç işleniyor deniyor. Aynı suçların işlendiğini iddia edildiği bir yerde yalnızca birileri suç isnadıyla karşılaşıyor. Öbür taraf, iktidara yakın olanlar, saray bahçesinde gezenler, eğlenenler, yiyenler, içenler; bunlar hakkında bir suç isnadı bile yok. Şimdi kanun önünde eşitlikten söz edilebilir mi? Türkiye’de yargının özeti maalesef bu.

Bakın soruyorum ya! Gerçekten bu iktidarı, iktidarın temsilcilerini ya da bu iktidarın yalanlarına inanan, yüreği temiz tüm yurttaşlarımıza soruyorum: Kendi bakanlığına dezenfektan satan Ruhsar Hanım nerede ya? Onun hakkındaki iddianame nerede? Nerede yargılandı? Hangi cezaevinde yatıyor? Çıkın cevap verin ya! Kartalkaya’da o katliamın sorumlularından bir tanesi olan Turizm Bakanı hakkındaki iddianame nerede? Arkadaşlar, Yenidoğan Çetesi döneminde İstanbul İl Sağlık Müdürü olan kişi, bırakın yargılanmayı, bakan yapıldı bu ülkede ya! Bu mu adalet? Bu mu kanun önünde eşitlik? Bu mu hukuk? Buna inanmamızı mı bekliyorsunuz?

‘MELİH GÖKÇEK’İN YARGILANMADIĞI ÜLKEDE BELEDİYE BAŞKANLARININ YOLSUZLUK NEDENİYLE YARGILANDIĞINA KİM İNANIR?’

Gerçekten başka hiçbir soru sormaya gerek duymuyorum ya. Herkes kendine şunu sorsun: Bakın bütün siyasiler yargılanabilir. Hukukun bağımsız işlediği, adaletin tesis edildiği bir ülkede kim suç işliyorsa işlediği suçun cezasını çeksin. Ama bunun için önce, bunun için önce kendi bakanlığını dolandıran bakan; üstelik görevden aldığınız bakan, kendi bakanlığını dolandırdığı için, kendi bakanlığına kendi mallarını sattığı için görevden aldığınız bakan nerede yargılandı kardeşim? Yahu Melih Gökçek’in yargılanmadığı ülkede siz kimi yargılayabilirsiniz ya? Kim inanır? Melih Gökçek’in yargılanmadığı bir ülkede belediye başkanlarının hırsızlık nedeniyle, yolsuzluk nedeniyle yargılandığına kim inanır?

Soruyorum şimdi. Böyle bir ülkede biz bu yargı kararlarına mı itibar edeceğiz? Şimdi diyelim ki bu Akın Gürlek’in yazdığı iddianamede mahkeme sürdü ki belli ki yıllarca sürecek. Onun için hazırlanmış, yıllarca insanların davası sürsün, sonunda ne olacağına bakarız diye hazırlanmış. Ama diyelim ki buradan bir karar çıktı, mahkûmiyet kararı çıktı. Şimdi biz buna inanacak mıyız? Hukukun gereğidir deyip saygı mı duyacağız? Peki mesela Akın Gürlek’in açtığı davadaki karar uygulanacak ama o memlekette Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmayacak, öyle mi?

‘HUKUKU ORTADAN KALDIRMIŞSINIZ, HANGİ YARGIDAN BAHSEDİYORSUNUZ?’

Soruyorum ya! Bu mahkemelerin verdiği kararların uygulanmasını ama Anayasa Mahkemesi kararlarının ayaklar altına alınmasını içine sindirebilen var mı? Seçilmiş milletvekili ya! 3 kere hakkında Anayasa Mahkemesi karar verdi. Hâlâ cezaevinde esir tutuyorsunuz. Selahattin Demirtaş hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar verdi. Hâlâ cezaevinde. Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Mine Özerden. Sayısız siyasetçi… Yani gazeteciler hapiste, komedyen hapiste ya! Memlekette komedyenleri hapse atıyorsunuz ya! Espri yaptı diye, espriye güldü diye insanları hapse atıyorsunuz. Ama öbür tarafta kadın katilleri sokakta gezmiyor mu arkadaşlar? Mafya çeteleri sokakta gezmiyor mu? Uyuşturucu tüccarları sokakta gezmiyor mu? Kiralık katiller sokakta gezmiyor mu? Hangi adaletten, hangi yargıdan bahsediyorsunuz? Hukuku ortadan kaldırmışsınız. Şimdi ‘Hukuka saygı duymak gerekir’ diye millete ders vermeye çalışıyorsunuz.

‘BASKICI TOPLUMUN SİNDİRİLMESİ, İNSANLARIN BUNU KABUL ETMESİ İÇİN YARGIYI BASİT BİR SOPAYA ÇEVİRDİLER’

Bakın çok açık söyleyeceğim. Biz bunları daha önce gördük. ‘Heykeli dikilecek savcı’ diye arkasında durdukları kişinin nerede olduğu belli değil. Zamanında çıkıp burada kürsülerde ‘Ben bu davanın savcısıyım’ diye bağıranlar bugün o lafların hatırlanmaması için elinden geleni yapıyorlar. Aynısını tekrar yaşıyoruz. Aynısını tekrar yaşıyoruz ve bu ülkeye yazık ediyorlar, bu ülke insanına yazık ediyorlar. İsyanımız bunadır. Ülke iyiye, güzele, doğruya, hakka, adalete, hukuka yürüsün de bedeli neyse öderiz ya. Ama burada tam tersi bir otoriterliğin inşası, tam tersi bir baskıcı toplumun sindirilmesi, insanların bunu kabul etmesi için yargıyı basit bir sopaya çevirdiler.

‘AHMET ÖZER’İN TAHLİYE OLURKEN BAHÇELİ’YE TEŞEKKÜR ETMESİNDE GARABET YOK MU?’

Bakın dün Sayın Ahmet Özer tahliye edildi. Esenyurt Belediye Başkanı. Bir yılı aşkın süredir cezaevinde. Bir kere net söyleyeyim, tahliye edilmesine son derece mutluyuz. Zaten hukuksuz biçimde alınmıştı. Yine siyasi gerekçelerle tutuklanmıştı. Uyduruk gerekçelerle bir yıldan fazla, ömrünün bir yılını çekip aldılar, cezaevine attılar. Şimdi dün tahliye edildi. Ama arkadaşlar ortada bir garabet yok mu ya? Ya tam bu iddianamenin açıklandığı gün tahliye edilmesinde, hatta çıkarken Devlet Bahçeli’ye teşekkür etmesinde bir garabet yok mu? Bunları söylemeyelim mi? Bunlar normal mi görülsün? Bakın tekrar ediyorum, iyi ki tahliye edildi. Kendisine, sevenlerine, ailesine, tüm Esenyurt’lulara, tüm ülkeye geçmiş olsun. İnşallah bir an önce o kayyum garabeti hem Esenyurt’ta hem bütün ülkede biter. Ama ya bu kadar, bu kadar hukukun araçsallaştırıldığı, bu kadar basit bir enstrümana çevrildiği başka bir dönemi gerçekten bu ülke yaşamadı.

‘BUNLARIN BÜTÜN DERDİ YOKSULLARDAN ALIP ZENGİNLERE VERMEK’

Değerli arkadaşlar, bu hukuksuzluk ortamında Meclis’te bütçe tartışıyoruz ve bu adaletsizliğin ülkenin tümünü sarıp sarmaladığını, bu adaletsizliğin bir kara bulut gibi ülkenin üstüne çöktüğünü aynı zamanda Meclis’teki bütçe görüşmelerinden de takip edebilirsiniz.

Şimdi dün, ‘İngiliz Mehmet’ diyorlar ya Mehmet Şimşek’e. Bakın ne diyor? ‘Vergi harcamalarını düşürdük’ diyor. ‘2026’da vergi harcamalarına 1 trilyon 92 milyar lirası asgari ücretin vergi dışı bırakılmasından kaynaklandı. Asgari ücrete vergi mi istiyorsunuz yoksa?’ diyor. Vergi harcamalarının üçte biri asgari ücretin vergi dışında bırakılmasıyla ilgiliymiş. ‘Çiftçilerin tarımsal faaliyetlerinin desteklenmesi için ayrılan pay 262 milyar. Çiftçilerimizin vergisini mi arttıralım? Vergi borcu siliniyor dediğiniz bunlar. Çünkü bunların dışında vergi borcu silinmez. Bunların hepsi kanunla yapılıyor. Hiçbirine benim müdahalem yok’ diyor. Ne diyor biliyor musunuz bu aslında? Diyor ki ‘Biz vergi harcamaları düşürmedik. Biz onu asgari ücretliye verdik’ diyor. ‘Aslında onu köylüyü kalkındırmak için verdik’ diyor. Hatırlayın, aynı şeyi emekliler için dediler. ‘EYT çıktıktan sonra çok emekli oldu memlekette, o yüzden bu ekonomik kriz yaşanıyor’ falan. Arkadaşlar ben hayatımda hiç bu kadar rahat yalan söyleyen insanlar görmedim. Yani her bütçe döneminde gerçekten İngiliz Mehmet’ten masallar dinliyoruz. ‘Anti Robin Hood’ diyorum ben buna. Robin Hood’un tersi. Robin Hood biliyorsunuz zenginlerden alıp yoksullara veriyor. Bunun bütün derdi yoksullardan alıp zenginlere vermek. Bütün derdi emeğiyle, alın teriyle çalışan namuslu, onurlu insanlar daha az alsınlar, ben onların payını alayım, zenginlere götüreyim.

‘VERGİDEN KAÇINANLARIN ÜSTADI İNGİLİZ MEHMET’TİR’

Şimdi burada ne diyor biliyor musunuz arkadaşlar? Aslında patronların vergileri siliniyor ya sürekli. Hepimiz biliyoruz, değil mi? Sürekli vergi affı, vergi indirimi… ‘Onu ben yapmıyorum, kanunlar yapıyor’ diyor. Buna inanan var mı? Ya Mehmet Şimşek’in bu süreçlerde hiçbir dahli yok, O beşli çetelerin, on beşli çetelerin, kırk haramilerin vergilerini silinmesinde Mehmet Şimşek’in onayı yoktur, Meclis kendi kendisine böyle kararlar alıyor. Mehmet Şimşek ne yapıyormuş? O asgari ücretliden vergi almıyormuş, köylüden vergi almıyormuş. Gerçekten çok net söylüyorum, bu patronlar ‘vergiden kaçınmak’ diyorlar. ‘Vergi kaçırmak’ demez onlar. Çok kibarlar biliyorsunuz. Vergiden kaçınmak. Bu vergiden kaçınanların üstadı, azamı İngiliz Mehmet’tir. Hepsi bunun onayıyla gerçekleşiyor.

‘2023’TE 917 OLAN İŞ MÜFETTİŞİ SAYISI 889’A DÜŞMÜŞ’

Değerli arkadaşlar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bütçesi vardı. Bu vesileyle dikkatinizi sunmak istiyorum. 2023 yılında her gün 6 işçi ölüyorken Türkiye’de iş müfettişi sayısı 917’ydi. 2025’te her gün 6 işçi katlediliyor diyeceğim. İş müfettişi sayısı 889’a düşmüş. Değerli yurttaşlar bakın, gerçekten bu ülkede artık ölüm o kadar ucuz ki, insan hayatı o kadar ucuz ki, canı o kadar ucuz ki, rakamla ifade ediliyor ve hiçbir anlam kalmıyor. Bakın bu şu demek: Her gün evinden işine giden, her gün evinden işine ekmek parası için giden bu ülkenin en temiz, en dürüst, en onurlu insanlarından 6 tanesinin eve tabutu dönüyor. Sabah belki çocukları uyanmadan, sabahın karanlığında onlara sarılıp öpmeden, koklamadan evine ekmek getirmek için çıkan işçilerden 6 tanesinin eve tabutu dönüyor arkadaşlar, her gün. Bu şu anda sesimi duyan sen de olabilirsin. Annen olabilir, baban olabilir, kardeşin olabilir. Yarattıkları sistem işte bu. Patronlar iş güvenliği için daha fazla para harcamasınlar, oradan kıssınlar, cepleri şişsin, göbekleri şişsin, kasaları dolsun diye her gün 6 işçi hayatını kaybediyor.

‘İLK 8 AYDA BİN 359 İŞÇİ ÖLDÜ BU MEMLEKETTE! 13 YAŞINDA ÇOCUK İŞÇİ ÖLÜYOR, 75 YAŞINDA İŞÇİ ÖLÜYOR BU MEMLEKETTE’

Değerli arkadaşlar bakın, bu hayatını kaybeden işçilerin yüzde 98’i bir sendikaya üye olamıyor. Çünkü aynı bakanlık, çünkü aynı Saray Rejimi işçilerin örgütlenmesini engelliyor. Anayasal hakkını kullanmasını engelliyor. Diyor ki, ‘İşçi örgütlenirse güçlü olur. Yalnız kalsın, tek başına kalsın. Onu düşük ücretle çalıştırayım. Onu günde 12 saat, 14 saat, 16 saat çalıştırayım. Daha fazla çalıştırayım. İki işçinin yapacağı işe iki maaş vereceğime bir işçiyi çok çalıştırırım, ona veririm, bir maaş bana kalır’ diye bakıyor. İş güvenliği uzmanı için para harcayacağıma, orada işçinin sağlığına, iş güvenliğine uygun bir çalışma ortamı yaratacağıma, onunla dolar alırım diyor. Kasama koyarım o parayı diyor. Bu da çalışma bakanı diye burada oturuyor işte. Bir de iş müfettişi sayılarını azaltıyorlar.

Arkadaşlar bakın, ilk 8 ayda bin 359 işçi öldü bu memlekette ya! 13 yaşında çocuk işçi ölüyor. 75 yaşında işçi ölüyor bu memlekette. Ya ne diyeyim bilmiyorum ki, akıl, vicdan, insanlık. Ya bu sürdürülebilir bir şey mi ya? Resmen sınıf savaşı mı yaşanıyor ya? Resmen bir sınıf kırımı yaşanıyor memlekette.

‘ŞİŞESİNİ 10 BİN LİRAYA SATTIĞI PARFÜM ÜRETİLEN YERDE DAHA 16, 17 YAŞINDA KIZ ÇOCUKLARI GÜNDE 800 LİRAYA ÇALIŞIYOR’

Defalarca söyledim, Allah belasını versin. İsrail, Filistin’i bombalıyor. 30 bin, 40 bin, 50 bin insan ölüyor, değil mi? Bu iktidar döneminde bu kadar işçi öldü ya bu memlekette! Her gün bir haber, yok maden göçtü, yok yangın çıktı. Arkadaşlar, şu Dilovası’na bir baksanıza. Şişesini 10 bin liraya sattığı parfüm üretilen yerde daha 16, 17 yaşında kız çocukları günde 800 liraya üstelik yol yok, yemek yok, sigorta yok, yangın önlemi yok; orada çalışıyorlar. Patronları kârına kâr katıyor. Açıklıyor kârını. Geçen yıl 1 milyon, bir sonraki yıl 1 milyar. Kâra bak! Orada boğaz tokluğuna çalışan insanlar hayatını kaybetti o patron 1 milyar kazansın diye. Sürdürmek istedikleri sistem bu işte. Değiştirmek istediğimiz sistem bu. Yıkılmayı hak eden sistem bu.

‘ALIN TERİ DÖKMEKLE KALMIYORSUN; ALIN TERİN YETMEYİNCE KANINI, CANINI VERİYORSUN’

Ya arkadaş, çocukken çalışıyorsun. Sigortanı yapmıyorlar. Çıraklık sigortanı yaptılarsa emeklilikten saymıyorlar. Yıllarca üç kuruşa, sefalet ücretlerine ömrünü veriyorsun ya. Bak alın teri dökmekle kalmıyorsun. Alın terin yetmeyince kanını veriyorsun, canını veriyorsun. Sadece nefes alıp verebilmek için, ev kirası ödemek için, elektrik faturası ödemek için, su faturası ödemek için, çocuğuna okula giderken bir elma koyabilmek için… Bütün ömür boyunca çalışıyorsun. Ölmez, sağ kalırsan emekli oluyorsun bir de hakaret yiyorsun. Yok emekliler çok para alıyorlarmış, memlekette çok emekli varmış, o yüzden ekonomi bozukmuş. Beyefendiler açıklıyorlar. Bakın arkadaşlar, SGK’ya aktarılan kaynağın gayri safi yurt içi hasılaya oranını diyor ki ‘Her yıl düşüreceğim’, ‘Her yıl bu ülkede emekliye daha az para vereceğim’ diyor.

‘BİZ ÖMRÜMÜZÜ ONLARI DOYURMAKLA GEÇİREMEYİZ, GEÇİRMEYECEĞİZ, BUNU KABUL ETMİYORUZ’

Uzatmayacağım arkadaşlar. Memleketin hâli ortada. Gerçekten kelimenin tam anlamıyla bir sınıf savaşımı yaşıyoruz. Bir tarafta devleti ele geçirmiş, başta sarayda, o bildiğimiz kaçak sarayda zevk-û sefa içerisinde yaşayan bir azınlık var. Onların etrafına kümelenenler, onların yandaşları, onların besledikleri, onların bizim emeğimizi, alın terimizi akıttıkları, açık söylüyorum, gül gibi bir hayat yaşıyor. Bakın hepsinin yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında. Orada, burada, şurada, istedikleri her yerde eğleniyorlar, tatil yapıyorlar, mutlular, mesutlar, sağlıklılar. Öbür tarafta memleketin yüzde 99’u ‘yarın ne olacağız’ sorusunu soruyor. Hepimiz, bakın hepimiz, ben inanıyorum, benim sesimi duyan herkes geçen yıl çalıştığından daha çok çalışıyor. Ama geçen yıl yaşadığından daha kötü yaşıyor. Çünkü doymuyorlar arkadaşlar, doymuyorlar. Bu sermaye, bu zenginler ve o zenginlerin iktidarı doymak bilmiyorlar. Ve biz ömrümüzü onları doyurmakla geçiremeyiz, geçirmeyeceğiz, bunu kabul etmiyoruz. Çoluğumuzun, çocuğumuzun, memleketin geleceği için bu asalaklara karşı birleşmek ve hep birlikte mücadele etmek zorundayız.”

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir