Erkan Baş: Her çocuğun karnı doyana kadar iki elimiz bu iktidarın yakasında olacak

Example HTML page

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, haftalık basın toplantısında konuştu.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği haftalık basın toplantısında “Patronlara vergi indirimi, vergi affı uygulamasınlar, bu ülkede çocuklar 20 yıl ücretsiz yemek yerler. Bu adalet mi? Her çocuğun karnı doyana kadar iki elimiz bu iktidarın yakasında olacak!” ifadelerini kullandı.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Konuşmasında bütçe görüşmelerinden derin yoksulluğa, “çözüm süreci”nden işçi direnişlerine kadar birçok konu hakkında değerlendirmelerini paylaşan Baş, tüm emeklileri 23 Kasım’da partisinin düzenleyeceği 1. Emekliler Kurultayı’na davet etti.

‘MEMLEKERİN BU KADAR AĞIR YÜKÜ VARKEN, KASIM AYINDA MECLİS SADECE 29 SAAT ÇALIŞMIŞ’

Erkan Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:

Memleket çok yoğun günlerden geçiyor. Oldukça hararetli, tansiyonu yüksek bir siyasal gündem var. Bir taraftan da Meclis’te komisyonda bütçe görüşmeleri devam ediyor. Ama ben önce Meclis’in mevcut çalışma tarzını yurttaşlarımıza şikâyet ederek başlamak istiyorum. Memleketin bu kadar çok ağır yükü, gündemi, çözülmesi gereken meselesi varken, Türkiye Büyük Millet Meclisi, özellikle altını çizerek söylüyorum, iktidar grubu, ittifak ortağı tarafından çalıştırılmamaktadır. Tüm yurttaşlarımızın bunu bilmesi lazım. Buraya gelirken bir daha teyit ettik arkadaşlarımızla beraber. Dördüncü yasama yılı 1 Ekim’de başladı. O gün bugündür, uluslararası anlaşmaların onaylanması dışında Meclis’ten geçmiş tek bir kanun yok, tek bir teklif kanunlaşmamış durumda. Bugün Kasım’ın 19’u, koskoca kasım ayında geride kalan dönemde Meclis toplam sadece 29 saat çalışmış. Geçtiğimiz hafta perşembe günü hiç çalışmamış, çarşamba günü 3 saat çalışmış, salı günü 4 saat çalışmış, dün 3 saat çalıştı. Neredeyse Meclis’te herhangi bir işlemin yapılmadığı bir tabloyla karşı karşıyayız.

‘MEMLEKETİN HİÇBİR GERÇEK SORUNU MECLİS’TE KONUŞULMUYOR, KONUŞTURULMUYOR’

Şimdi çok haklı olarak yurttaşlarımız şu soruyu sorabilir, ‘Yani sanki çalışınca ne faydasını görüyoruz ki’, doğrudur. Bu Meclis çatısı altında henüz bu ülkedeki yoksullar için, emekçiler için, halkımız için çıkmış, hayra yorabileceğimiz tek bir kanun görmedik. Ancak buradaki milletvekilleri, bu ülkedeki milyonlarca yurttaştan maaş alıyorlar, çalışsınlar diye, memleketin dertlerine çare üretsinler diye maaş alıyorlar. Bunun karşılığında en küçük bir faaliyet bile yapılmadığının altını çizerek başlamak istiyorum. Bunu tüm yurttaşlarımız bilsin. Top çeviriyorlar Meclis’te. Göstermelik konuşmalar, ondan sonra 2 saat, 3 saat içerisinde Meclis toplanıyormuş gibi yapıp dağılıp gidiyor. Memleketin hiçbir gerçek sorunu Meclis’te konuşulmuyor, konuşturulmuyor. Bu, iktidarın özel bir tercihidir.

‘BU BÜTÇE SARAY’IN VE SARAY’IN BEYZADELERİNİN BÜTÇESİDİR’

Mesela bütçe komisyonu güya çalışıyor. Açık söyleyeceğim, bir müsamere izliyoruz biz orada. Yani her sene benzer rakamlar, her sene benzer hedefler, aynı yalanlar… Sadece yıl değişiyor, bazı rakamlar üzerinde ufak tefek oynamalar yapıyorlar. Oysa bugün Türkiye’de belki de her şeyden çok konuşmamız gereken konu bütçedir. Vatandaştan toplanan vergilerin nasıl toplanacağı, kimin hazineye ne kadar katkı yapacağı, toplanan bu vergilerin ne için kullanılacağı, nasıl kullanılacağı, vatandaşın hangi derdine çare geliştirmek üzere bütçe planlanacağı, bunların konuşulması lazım. Ama bizde hiç böyle bir şey yok. Kalemler aynı. Faiz dağ tepe olmuş, aynı duruyor. İşçinin, emekçinin, yoksulun, alın teriyle çalışan namuslu insanların cebinden alınıyor, bir grup para babasına veriliyor.

Bakın, burada gerçekten tek tek bütçe kalemlerine, bakanlıkların ayrıntılarına girmek gibi bir vaktim yok. Bunu önümüzdeki günlerde beraberce, diğer milletvekili arkadaşlarımla beraber yapacağız, ama şunu tüm yurttaşlar bilsin, kalem kalem çalıştık, yine biz elimizden geldiğince görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu bütçede halkın, yani bizim sesimizin ulaştığı milyonlarca insanın, yurttaşlar, sizlerin hayrına tek bir kalem yok bu bütçede. Bu bütçe Saray’ın ve altını çizerek söylüyorum, Saray’ın beyzadelerinin bütçesidir.

‘TÜRKİYE HEM YOKSULLUKTA HEM DOLAR MİLYONERLİĞİNDE REKOR KIRIYOR’

Değerli arkadaşlar, bakın sadece bugün gazetelerde çıkan haberlerden birtakım örnekler vereceğim. Türkiye’de çalışabilir nüfusun üçte biri işsiz hâle gelmiş. Türkiye yoksullukta rekor kırmış. Yani bakın, aşırı yoksul olarak sınıflandırılan yurttaş sayısı 11,8 milyon, 12 milyona yakın aşırı yoksul insan var bu ülkede. Bir tarafta yoksullukta rekor kırıyoruz, öbür tarafta Türkiye dolar milyonerlerinde rekor kırıyor. Başka bir şey anlatmama gerek var mı? Ya bir ülkede aynı anda yoksulluk rekorları kırılırken bir taraftan Dünya Çapında Küresel Servet Raporu açıklanıyor. 2025 verilerine göre Türkiye, dolar milyonerleri sayısındaki artışla dünya birincisi. Tam söylediğimiz şey bugün gazetelerdeki haberlerde kendini gösteriyor zaten.

Ha şunu söyleyeyim, bu arada biz uyurken Resmî Gazete yayımlanıyor ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından belirlenen bazı taşınmazların satışı tamamlanmış. Yani bir taraftan bizi yoksullaştırıyorlar, sefalete mahkûm ediyorlar. Bir taraftan da devletin mallarını, devletin mallarını, bize ait olan, bizim emeğimizle, alın terimizle, vergilerimizle yaratılmış değerleri hızla peşkeş çekiyorlar ve bu sayede bir grup azgın azınlık dünyadaki en zenginler arasına katılıyor, dolar milyonerleri yaratıyor. İşte Türkiye tablosu bu sevgili arkadaşlar.

‘İSTİYORLAR Kİ SİYASET BATAKLIĞA TESLİM OLSUN’

Biz mesela bütçeye baktığımızda işte eğitime ne ayrılmış, sağlığa ne ayrılmış, önümüzdeki yıl bu alanlarda nasıl yatırımlar yapılacak; bunları sorguluyoruz. Ama bakın, yemin ediyorum size, mesela geçen hafta burada söyledim. Aydın’da bir yavrumuz evinden getirdiği yemeği içeride yemesine izin vermedikleri için, okulda yemek alacak parası olmadığı için kaldırıma oturup yemek yiyordu, değil mi? Şimdi biz bunu dert ediyoruz, Tayyip Erdoğan saraydaki halısının rengini dert ediyor, ona hangi parayı ayıracağını konuşuyor. Biz bu memlekette çocukların açlığını, geleceksizliğini dert ediyoruz. Vallahi, billahi bunlar bütçe yaparken sarayda perdeyi asacakları kornişi bundan daha önemli görüyorlar. Yani ‘Sen açlıktan, sefaletten ölsen ne olur’ diye bakıyor. ‘Benim sarayda halımın rengi güzel olsun, perdemin rengi güzel olsun, avizelerim ışıl ışıl yansın. Ben sıcacık yatağımda keyif içerisinde bilmem kaç yüz odalı, bin odalı sarayda keyfime bakayım. Bu bozulmasın’, bütün dertleri bu.

İşte siyaset dedikleri şey de lanet olsun ki bu. İstiyorlar ki, istiyorlar ki siyaset bu bayağılığa teslim olsun. İşte o ona onu demiş, o bunu demiş, o şuna yanıt vermiş falan. Öbür tarafta bu kayıtçı kavgasının arkasında ne oluyor? Biz yoksullaşıyoruz. Sesimi duyan kardeşim sen yoksullaşıyorsun. Bir avuç zengin, azgın azınlık rahat yaşasın diye biz ömrümüzden ömür veriyoruz ve buna siyaset diyorlar. İşte arkadaşlar ‘Bu siyaset değildir’ diyenlerin bir sesini yükseltmesi lazım. Siyaset, sokaktaki insanın, atölyesinde, madende, plazada çalışan emekçinin, yoksulun, kadınların, gençlerin geleceğini güvence altına almak için çalışmaktır. Siyaset, ‘Eşi, dostu, akrabayı, yandaşı zengin edelim. Zengini daha zengin edelim ki o bizim iktidarımıza destek olsun’ anlayışıyla yapılamaz. Bunu reddetmemiz gerekiyor. Bu kepazeliğin siyaset olarak adlandırılmasına izin vermememiz gerekiyor.

‘İTİBARINIZ YOK Kİ TASARRUF EDESİNİZ’

İşte bu yüzden bu kayıkçı kavgasının egemen olduğu yerde yaptıklarına bütçe deseler ne olur, bütçe demeseler ne olur? Bakın çok açık söylüyorum, bu bütçe dümenci bütçesidir arkadaşlar. Dümencilerin bütçesidir bu bütçe. Dümene geçmişler, gemilerini yürütmek için halkı uyutmanın yol ve yöntemlerine çalışıyorlar. Burada bir şey söyleyeyim, hayatta Erdoğan’la anlaştığım tek konu var. Diyor ya ‘İtibardan tasarruf olmaz’, gerçekten olmaz, olmayan şeyin tasarrufu olmaz. Sizin itibarınız yok ki tasarruf edesiniz. Ya okulda çocukların aç olduğu ülkede itibardan bahsedebilir misiniz, siz o ülkeyi yönettiğinizi iddia ediyorsunuz. İş cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin her gün arttığı, çocuk cinayetlerinin arttığı, adaletin yerle bir olduğu bir ülkede yöneticisiniz ve biz sizin itibarınız olduğunu düşüneceğiz, öyle mi? Vallahi net söylüyorum. Olmayan şeyin tasarrufu olmaz. O yüzden doğru. Sizin itibarınızın tasarrufu olmaz.

‘OKULDA ÇOCUKLARIN AÇ OLDUĞU BİR ÜLKEDE HANGİ İTİBARDAN SÖZ EDİYORSUNUZ?’

Neyi kastediyorum? Devletin öğrencilere, okuldaki çocuklarına, kendi geleceğine günde bir öğün yemek veremediği bir ülkede hangi büyüklükten, hangi itibardan, hangi güçten bahsediyorsunuz? Okulda çocukların aç olduğu bir ülkede hangi itibardan söz ediyorsunuz? Şimdi yine bir gazete haberi okumak zorundayım. 15 yaşındaki Sedat, 16 yaşındaki Yakup… Yani çocuklar, henüz çocuklar, ekmek derdine düşüp çalışmak zorunda kaldıkları denetlenmeyen inşaatlarda, denetlenmeyen atölyelerde, denetlenmeyen fabrikalarda ölüyorlar. Şimdi yarın öbür gün Çocuk Hakları Günü kutlanacak, değil mi? Herkes çocuklara ne kadar önem verdiğini anlatacak. Çocukların hakları… Yaşam hakkından, nefes alıp verme hakkından daha kutsal bir hak olabilir mi? En başa bunu yazmanız lazım. Peki bu iktidarın yönettiği ülke nasıl bir ülke arkadaşlar? Sadece bu sene 10 ayda 81 çocuk, yani her ay 8 çocuk, yani her hafta 2 çocuk çalışırken hayatını kaybediyor bu ülkede! Ya bu vicdanın zerresini taşıyan herkese sesleniyorum. Bir ülkede bundan daha büyük bir felaket olabilir mi? Bundan daha kötü bir tablo olabilir mi?

‘SADECE ZENGİNLERİN ÇOCUKLARININ YAŞAYABİLDİĞİ BU DÜZENİ REDDEDİYORUZ’

El kadar çocuklarımız ekmek parası derdine çalışmak zorunda kalıyorlar, yetmiyor denetimsizlik nedeniyle, patronlar daha fazla kâr etsin diye, iş güvenliğinden tasarruf etmek için, 5 kişinin yapabileceği işi bir çocuğa yaptırmaya çalıştıkları için bu ülkenin çocukları çalışırken hayatını kaybediyor. Öbür tarafta pudra şekeri görüntüleriyle yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında, son model arabalarında, yazın başka tatilde, kışın başka tatilde, dünyanın en pahalı okullarında okumaya devam eden iktidarın yandaşları da ortada. Ya daha anlatacak gerçekten hiçbir şey kalmamış durumda. Bir tarafta sadece babası bu iktidarın bir parçası olduğu için, sadece babası zengin olduğu için, başka hiçbir vasfı olmayan, hiçbir özelliği kalmayan, zevk-û sefa içerisinde, zenginlikler içerisinde yaşayan insanlar var. Öbür tarafta okula gittiğinde aç kalan, okula gittiğinde aç kaldığı için okula gitmekten vazgeçip çalışmaya başlayan, çalışırken de hayatını kaybeden bu ülkenin çocukları var.

Arkadaşlar, sadece zenginlerin çocuklarının yaşayabildiği bu düzeni reddediyoruz. İşçilerin çocukları da, yoksulların çocukları da çocuktur, onların da yaşama hakkı vardır, onların da mutlu olma hakkı vardır, onların da gülümseme hakkı vardır. Utanıyorum ya! Sağlıklı bir öğün yemek istiyoruz. Hani koskocaman devletiz ya, hani bütün dünya bizi gıptayla izliyor ya, bütün Avrupa bizi kıskanıyor ya. Vazgeçtim arkadaşlar, Avrupa bizi kıskanmasın, dünya bize hayran olmasın, bizim çocuklarımız doysun ya!

‘BU MEMLEKETTE OKUYAN HER ÇOCUĞUN OKULDA KARNINI DOYURABİLİRİZ’

Değerli arkadaşlar, yarın çok ayrıntılı bir çalışmayı kamuoyuyla paylaşacağız ama şimdi geçerken söyleyeyim. Tek bir tuşa basarak, tek bir imzayla, tek bir kararla bu ülkede bütün çocuklara okulda bir öğün yemek verilebilir. Yeter ki istersin. Arkadaşlarımız sağ olsunlar, kalem kalem çalıştılar, tüm kaynaklara çalıştılar. Türkiye’de 15 milyon ilk, orta, lise öğrencisi var. 184 gün okula gidiyor bu çocuklar. Arkadaşlar, hepsine bir öğün vermek için 204 milyar lira paraya ihtiyaç var. Bu ne biliyor musunuz? Yüzde 1,5 arkadaşlar, şu bütçenin yüzde 1,5’u. Bütçenin sadece yüzde 1,5’uyla bu memlekette okuyan her çocuğa yemek verebiliriz, okulda karnını doyurabiliriz. Hani şimdi açıklıyor ya Mehmet Şimşek, patronların vergilerinden vazgeçiyorlar. Bakın bir yıl patronlara vergi indirimi, vergi affı uygulamasınlar, desinler ‘Kardeşim kazanıyorsan vergini vereceksin’ bu ülkede çocuklar 20 yıl ücretsiz yemek yerler. Bu adalet mi ya? İsyan ediyorum arkadaşlar. Patronların vergisini ödemesinden başka bir şeye gerek yok çocuklarımızı doyurabilmek için. Diğer çaldıklarını çırptıklarını ayrıca konuşuruz.

‘HER ÇOCUĞUN KARNI DOYANA KADAR İKİ ELİMİZ BU İKTİDARIN YAKASINDA OLACAK’

Ya 2026 bütçesinde vazgeçilen vergi 4 trilyon Türk lirası. Bunun yüzde 5’i teşvik kapsamından çıkartılsın, tüm öğrencilerimiz karınlarını doyuruyorlar! Neyse devam etmeyeceğim. Dediğim gibi arkadaşlarımız çok kapsamlı bir çalışma yapıyorlar. Ama yani bu sermayeye verdikleri teşviklerle millet gidiyor Londra’da ev alıyor, New York’ta kendisine ev alıyor, Avrupa’nın çeşitli tatil beldelerinde eğleniyor; yiyor, içiyor, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar, bizim çocuklarımız aç kalıyor. Buna isyan edeceğiz. Bunu kabul etmiyoruz. Bakın buradan bir kez daha ifade ediyorum. Bu ülkede her çocuğun karnı doyana kadar iki elimiz bu iktidarın yakasında olacak. Yok öyle yağma! Yani bu ülkedeki milyonlarca insan ömrünü veriyor ya. Gerektiğinde kanını istiyorsunuz veriyor, canını istiyorsunuz veriyor. Vergisini daha maaşını almadan veriyor, ama onun çocuğu okula aç gidecek. Öbür tarafta milyonlarına milyonlar katan, dünyada rekorlar kırarak dolar milyonerleri arasına girenler onların vergileri affedilecek. Yani onlar Londra’da ev sahibi olmasınlar, kusura bakmayın. Monaco’da ıstakoz yemesinler, kusura bakmayın. Yani zengin düşmanı diyorsanız, servet düşmanı diyorsanız ben de size ‘Çocuk düşmanısınız’ diyorum. Ha, bir avuç asalak Monaco’da ıstakoz yiyecek, Londra’da ev alacak diye memlekette çocuklar okulda açlıktan bayılacak. Kabul etmiyoruz bunu.

2026 yılı için o üzerinden geçmeyen arabaların parasını da biz ödüyoruz ya bu beşli çetelere, müteahhitlere, 101 milyar lira garanti ödeme koymuş. Bakın açık söylüyorum, o üçüncü köprü var ya, o üçüncü köprüye, onu yapan müteahhide verdiğimiz parayı vermediğimizde çocuklarımızın karnı doyuyor ya. Ya birisi çıksın bunu benim karşımda savunsun, Allah aşkına istiyorum. Birisi çıksın savunsun ya! Desin ki, ‘Oradan geçmeyen arabaların parasını verelim, çocuklarımız aç kalsın’. Kurdukları sistem bu. O yüzden buradan tüm yurttaşlara açık çağrı yapıyorum: Hep beraber elimizi taşın altına koyalım, bu çocuklarımızın okuldaki açlığına hep beraber son verebiliriz.

‘TÜRKİYE’DEKİ DİĞER SORUNLARDAN BAĞIMSIZ, MÜSTAKİL BİR KÜRT SORUNU TARİFİ YAPMIYORUZ’

Dün Devlet Bahçeli bir grup toplantısında yine önemli bir çıkış yaptı, biz de takip ettik. Öcalan çıkışından bahsediyorum. Şimdi ama bununla beraber komisyon çalışmalarına dair de birkaç cümle söylemek, bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu kadar önemli bir konu, bu kadar yaşamsal bir konu, ya böyle bir magazin malzemesi gibi ele alınamaz. Böyle paparazzi programı sunar gibi haber programı sunuyorlar. Türkiye İşçi Partisi adına söylüyorum, ‘Kürt sorununun silahlı çatışma zemininden çıkması, siyasal bir mesele olarak ele alınması, bunun demokratik bir çözümünün geliştirilmesi ve bu ülkede, bölgemizde, dünyada barışın sağlanması için üzerimize düşen ne görev varsa, ne sorumluluk varsa bunu yapmaya hazırız’ diye en başından beri söylüyoruz. Açık söyleyeyim bu bizim öncelikli siyasal hedeflerimizden bir tanesi olarak da ifade edilebilir, yaşamsal bir konudur çünkü. Barış, yıllarca devam eden bu şiddet sarmalından yorulmuş emekçi halkımızın en büyük özlemlerinden birisidir. O yüzden bunu büyük bir ciddiyetle ele alıyoruz. Büyük bir ciddiyetle barış mücadelesine katkı vermeye çalışıyoruz.

Şimdi bu kapsamda da Ekim 2024’te başlayan sürece, buradaki barış ihtimaline, Saray Rejimi’nin, iktidarın, Cumhur İttifakı’nın, antidemokratik niteliğini bilerek, bu süreci kendi küçük hesaplarının, kendi dar siyasi hesaplarının basit bir aracı olarak görmeye yaklaşımlarını bir ihtimal olarak görerek, bunu kendi dar siyasi çıkarlarında hapseden yaklaşımlarını bilerek ama buna engel olmaya, gerçekten bu ülkede barışın, demokrasinin, özgürlüğün egemen olması için bir mücadele alanı olarak komisyonu görerek buna dâhil olduk. Aynı zamanda dedik ki ‘Madem bu konuşuluyor, konuşulması iyidir ve bu tarihsel fırsatın heba edilmemesi gerekir’. Bu çizgimizi aynen korumaya devam ediyoruz. Ama ilk günden bu yana bir şey daha söyledik. Biz dedik ki ‘Kürt sorununda barışın sağlanmasının siyasal, toplumsal, kültürel adımlar atılmasıyla başlayabileceğini, bunun da Türkiye’deki genel demokratikleşmenin hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceğini unutmamak lazım’. Ya Türkiye’deki diğer sorunlardan bağımsız, müstakil bir Kürt sorunu tarifi yapmıyoruz. Bu Türkiye’deki eşit yurttaşlık mücadelesinin, Türkiye’deki özgürlüklerin, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin bir ayağıdır.

‘MECLİS’TEKİ KOMİSYON NEREDEYSE HİÇBİR YOL KAT EDİLMEMESİNE VESİLE OLDU’

Meclis’teki komisyon ne yazık ki işleyişiyle, meseleyi ele alışıyla, atılabilecek adımları atmamasıyla aylardır neredeyse hiçbir yol kat edilmemesine, oradaki emeğin düşmesine vesile oldu. Tabii ki komisyon farklı toplumsal kesimleri dinleyecek. Onların değerlendirmelerini alacak ama aynı zamanda onlarla ilgili tartışmaların, müzakerenin yürütülmesinin de zeminini hazırlaması gerekir, Kürt sorununun tarifini yapması gerekir, çözüme dair nitelikli bir tartışma yürütmenin zeminini oluşturması gerekir. Ama maalesef bugüne kadarki pratik açısından baktığımızda komisyon buna hizmet etmekten son derece uzak kalmıştır. Yani çok karmaşık bir sorun olan Kürt sorununun sadece silah bırakmaya indirgenmesi, hiçbir somut adımın atılmaması süreci geldiğimiz aşamada ilerletmemektedir.

Şimdi biz komisyona büyük bir ciddiyetle çalışıyoruz. Partimiz içerisinde konuyla ilgili özel bir komisyon, bir ihtisas komisyonu oluşturduk ve bu komisyon adına sevgili Ahmet Şık tarafından komisyonda temsil ediliyoruz. İlk konuşmamızda şunları söylemişiz, ‘Kayyumların derhâl kaldırılması ve seçilmişlerin görevine iade edilmesi, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının istisnasız biçimde uygulanması, tamamen keyfî uygulanan Terörle Mücadele Kanunu öncelikli olmak üzere tüm düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen yasal düzenlemelerin kaldırılması, başta barış akademisyenleri olmak üzere hukuksuz KHK’lerle işsiz bırakılanların görevlerine iadeleri’ gibi, öyle çok kapsamlı yasal düzenlemeler falan da gerektirmeyen, sadece bir siyasi irade oluşmasıyla hayata geçebilecek en basit adımların bile atılmamış olmasını bugün burada bir kez daha kayda geçmemiz gerekiyor.

‘BARIŞ SADECE SİLAHLARIN SUSMASIYLA SAĞLANMAZ’

Değerli arkadaşlar, bu adımların atılmasını beklerken, bu adımların atılması için talepte bulunurken, mücadele ederken karşılaştığımız tablo ne? Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ başta onlar olmak üzere Kobani davası sanıkları, işte Can Atalay, Tayfun Kahraman, Osman Kavala, Mine Özerden, Gezi tutsakları ve benzer siyasi tutsaklar haklarında verilmiş Anayasa Mahkemesi kararları var, uygulanmıyor. Haklarında verilmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları var, uygulanmıyor. Bunun yerine dolambaçlı yollar icat etme arayışları hız kazanmış durumda. Buradan bir kez daha özellikle vurguluyoruz, silahların susması barış için atılması gereken tarihsel bir adımdır, önemlidir. Ancak barış sadece silahların susmasıyla sağlanmaz. Barış aynı zamanda toplumsal bir demokratikleşmenin, genel bir özgürleşme mücadelesinin tamamlanmasına ihtiyaç duymaktadır. O yüzden gerçekten barış isteyenler şimdi büyük bir sınavla karşı karşıyadır. Yani Selahattin Demirtaş’ın tahliyesini bile tartışma konusu yapanların, AİHM kararlarını, AYM kararlarını tartışma konusu yapanların, bunların hayata geçirilmesi konusunda neredeyse ipe un serenlerin tüm toplum tarafından takdir edildiklerini, bunun görüldüğünü, bunun tüm Türkiye toplumu tarafından görüldüğünü bilmeleri gerekiyor.

‘DEMOKRATİKLEŞME ADIMLARI, BARIŞIN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİN KALDIRILMASIDIR’

O yüzden biz komisyonun çalışmalarının geldiği aşamada çok açık ifade ediyoruz: Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi, Figen Yüksekdağ’ın tahliyesi, Kobani Kumpas davası başta olmak üzere bu siyasi davalardan tutuklanan siyasetçilerin tahliyesi, barış akademisyenlerinin o uyduruk KHK’lerle öğrencilerinden koparılan, üniversitelerinden koparılan akademisyenlerin görevlerine iadesi, AYM kararlarının (Tayfun Kahraman son örnek) uygulanması, Can Atalay örneğindeki gibi, 3 kere hakkında verilen AYM kararına rağmen, haksız, hukuksuz biçimdeki tutukluluğun devam etmesi artık kabul edilemez bir aşamaya gelmiştir. Bunların hiçbirisi, bu adımlar, bu demokratikleşme adımları, barışa zarar vermez arkadaşlar. Bu demokratikleşme adımları, barışın önündeki engellerin kaldırılmasıdır aynı zamanda. İddia ediyorum, bu adımların atılması barışa dönük toplumsal desteği güçlendirecek. Ortada uygulanmayan mahkeme kararları varken, insanlar nasıl barışa dair, geleceğe dair umut taşısınlar?

‘MEMLEKETTE DEMOKRASİYİ, BARIŞI VE EŞİT YURTTAŞLIĞI EGEMEN KILMAK İÇİN ENGELLERİ AŞMANIN YOLUNU BULACAĞIZ’

Öyle perde arkasından dolambaçlı laflarla falan, Tayyip Erdoğan’ın bu süreci yürütme şansı kalmamıştır. Çıkacak açık ve net konuşacak. Yani sanki nasıl yönettiklerini bilmiyormuşuz gibi, bugün grup toplantısında topu yine komisyona havale eden bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Sanki komisyondaki AKP’li milletvekilleri, Tayyip Erdoğan’ın iradesi dışında bir şeye karar verebileceklermiş gibi, numara yapmanın falan da hiçbir hükmü yoktur. Çok açık ifade ediyorum, bu sürecin doğrudan sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır. Bugüne kadar komisyonda söylenen sözler söylenmiş, bundan sonra artık somut adım atılması aşamasına gelmiş durumdayız. Biz Türkiye İşçi Partisi olarak, sokakta da, Meclis’te de, komisyonda da, hayatın her alanında savunduğumuz değerleri açık ve net biçimde ifade etmeye devam edeceğiz. Tüm bu ülkenin geleceğini düşünen yurttaşlarımız gibi bir siyasi sorumluluk taşıdığımızın farkındayız. Memlekette demokrasiyi, barışı ve eşit yurttaşlığı egemen kılmak için, karşımıza çıkan bütün engelleri aşmanın er ya da geç yolunu bulacağız. Bu konudaki kararlılığımızı bir kez daha ifade etmiş olayım.

GREVE ÇIKAN SWATCH İŞÇİLERİNİ SELAMLADI

Değerli arkadaşlar, sözlerimi bitirirken, Türkiye’nin dört bir yanında emek mücadelesi hız kesmeden, ivmelenerek devam ediyor. Memleketin dört bir yanında direnişler var, hak mücadeleleri var. Biz de elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince onların sesi olmaya çalışıyoruz. Onların içinde, yanında, yöresinde görev, sorumluluk üstlenmeye çalışıyoruz. Buradan İstanbul’da Swatch mağazalarında çalışan işçi arkadaşlarımıza bir selam göndermek istiyorum. Swatch işçileri düşük ücretler, yetersiz izinler ve ağır çalışma koşulları nedeniyle greve çıktılar. Her bir yurttaşımızı da bu sese kulak vermeye, Swatch işçilerinin grevine destek olmaya çağırıyorum. Yenidoğan Çetesi, daha önce burada çokça gündem yaptık. Bu çetenin hepimizin midesini bulandıran, kanımızı donduran faaliyetlerini hatırlıyorsunuz. O patron grubunun bir hastanesi daha var, Özel Okmeydanı Hastanesi. 200 çalışanı ani bir kararla işten çıkarttılar. Geçtiğimiz hafta İstanbul Örgütümüz, parti sözcümüz Sera Kadıgil vekilimizle birlikte hastane önünde işçilerle bir araya geldi. Bu direnişi de büyütmeye, bu işçi arkadaşlarımızın çığlığını yükseltmeye devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

‘MOTOKURYELER KENDİ ÖRGÜTLENMELERİNİ HAYATA GEÇİRME KONUSUNDA BİR İRADE GELİŞTİRDİLER’

Yarın akşam motokuryelerle önemli bir toplantı gerçekleştireceğiz. Türkiye’nin dört bir yanında farklı şirketlerde çalışan motokurye arkadaşlar, uğradıkları haksızlıklar karşısında kendi örgütlenmelerini hayata geçirme konusunda bir irade geliştirdiler. Bu iradeyi güçlendirmek için motokurye arkadaşlarımızla beraber olacağız. Tüm motokuryeleri de motokuryelerin örgütlenmesine destek olmaya, birbirlerine sahip çıkmaya çağırıyorum.

1 EMEKLİLER KURULTAYI 23 KASIM’DA

Son olarak da arkadaşlar, bir çağrı daha yapacağım. 23 Kasım günü Türkiye İşçi Partili emekliler Birinci Emekliler Kurultayı’nı topluyorlar. Yıllarca emek vermiş, alın teriyle bu ülkeye değer katmış emekli yurttaşlarımızın bu ekonomik tablonun aslında mağdur iken sorumlusu gibi gösterilmesini kabul etmedik. Etmiyoruz, bundan sonra da etmeyeceğiz. Bu mücadelenin büyütülmesi, bu mücadelenin bir parçası olmak hepimizin görevi ve sorumluluğu. Bu nedenle güçlü bir emekli mücadelesi inşa etmek için, emeklilerin hakkı olanı alabilmeleri için atacağımız bu önemli adımda 23 Kasım Pazar günü Şişli Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde düzenlenecek Birinci Emekli Kurultayı’na tüm emekli yurttaşlarımızı davet ediyorum.

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir