Ahmet Şık: Türkiye hiçbir zaman hukuk devleti olamamıştı, ama artık yasa devleti de değil
TİP Milletvekili Şık, TBMM’de basın toplantısı düzenledi.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Genel Kurul’da devam eden Adalet Bakanlığı bütçe görüşmelerini değerlendirerek iktidarı ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u eleştirdi. Şık, konuşmasında “Türkiye hiçbir zaman bir hukuk devleti olamamıştı ama son birkaç yıldır artık yasa devleti de değil” ifadelerini kullandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi’nin görüşmeleri Meclis Genel dün başladı.
TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Genel Kurul’da Adalet Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinin başlaması üzerine TBMM’de bir basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’nin hiçbir zaman bir hukuk devleti olamadığını, ancak son yıllarda yasa devleti olmaktan da çıktığını kaydeden Şık, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a seslenerek bir dizi soru sordu.
ÖZEL’İN SÖZLERİNİ HATIRLATTI: ‘BU YIL MECLİS KÜRSÜSÜNDE OLAMAYACAĞIZ’
Ahmet Şık, basın toplantısında şunları kaydetti:
“Sevgili gazeteci meslektaşlarım sizlere ve sizlerin aracılığıyla sesimizi duyan herkese merhaba. Bu yılın bütçe görüşmeleri sırasında bu basın toplantılarını biraz daha sık yapacağız. Meclis yapısı itibariyle çoğulculuğa değil çoğunlukçuluğa dayalı olduğu için ve Meclis İçtüzüğünün anti demokratik yapısı nedeniyle grubu olmayan partilerin temsilcilerinin söz hakkı neredeyse yok. Bugüne dek Meclis’te grubu olan muhalefet partilerinin dayanışmasıyla özellikle bütçe görüşmeleri sırasında kürsüden halkın sesini duyurmaya çalışıyorduk.
Geçmişte bu dayanışmayı gösteren CHP’nin, yeni genel başkanının katıldığı bir yayında, kendisinin siyasi tutumuna dönük eleştirel pozisyon takınmamız nedeniyle nezaket sınırlarını da aşan biçimde, bugüne kadar kullandığımız söz haklarını bize lütfettiğini ifade etmesi üzerine kendilerinden artık herhangi bir söz talebimiz olmayacak. Dolayısıyla bu yıl Meclis kürsüsünde olamayacağız, o nedenle buradan basın toplantıları aracılığıyla sizlere sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.
‘ADALET BAKANLIĞI BÜTÇESİNİN İNSAN HAKLARI GÜNÜ’NE DENK GELMESİ TALİHSİZ BİR TESADÜF’
Bugün 10 Aralık İnsan Hakları günü ve Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin gaspı hala kesintisiz devam ediyor. Yaşam hakkına dönük ihlallerin yanı sıra sokak eylemlerinde, gözaltı merkezleri ve hapishanelerde işkence yaygın ve sistematik olarak sürmekte. Kadınlar bir cins kırımın mağduru olarak öldürülmeye devam ediyor. Sokak hayvanları yasal güvenceyle katlediliyor. Sendikal hakları için mücadele eden işçilerin işsiz bırakılması da önlenebilir nedenlerle gerçekleşen iş cinayetleri de cezasızlıkla ödüllendiriliyor.
Avukat Selçuk Kozağaçlı ezilenin, hakkı yenenin savunmasını üstlenmesinin diyeti olarak hapiste. Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Osman Kavala İHAM karalarına, Hatay halkının iradesiyle seçtiği Milletvekili Can Atalay AYM kararlarına rağmen hapiste tutulmaya devam ediyor. Kayyım atamalarıyla halk iradesi bir kez daha gasbediliyor. Gazeteciler hapsedilmeye ya da haberleri nedeniyle yargı taciziyle karşılaşmaya devam ederken adına ‘Etki Ajanlığı Yasası’ denilen bir düzenlemeyle Saray iktidarına muhalif herkesin sesinin kısılmasının, hapse konulmasının yolu açılmaya çalışıyor. Böyle bir tablonun egemen olduğu bugün, Meclis’te Adalet Bakanlığı’nın bütçe görüşmeleri yapılıyor. Adalet Bakanlığı bütçesinin 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne denk gelmesi de ancak talihsiz bir tesadüf olsa gerek. Çünkü temel hak ve özgürlükleri düzenleyen ‘insan hakları’ kavramı neyi gerektiriyorsa Adalet Bakanlığı bunun tam tersini temsil ediyor.
‘YURTTAŞLAR KENDİSİNİ GÜVENDE HİSSETMİYORSA HUKUK DEVLETİ YOKTUR’
Adalet Bakanlığı yurttaşların haklarına ulaşmasının önündeki en büyük engellerden biri haline gelmiş durumda. Çünkü memleketin en sorunlu alanı olan yargı, gücü elinde tutan, muhalif herkesi yutan ve yutacak olan bir kara delik haline dönüşmüş durumda. Türkiye’de yargıya dair pek çok şey söyleyebiliriz. Hepsi doğru ya da yanlış çıkabilir. Ancak Türkiye’nin değil hukuk bir kanun devleti bile olmadığı söylemek yanlış bir tespit olmaz. Sıradan bir baskı aracı olarak örgütlenmiş bir yargı eliyle kurulu suç düzenine taraf olmayan herkes vatan, millet, dava, bayrak, ezan söylemleriyle terörist ilan edildi. Yurttaşların insan olmaktan kaynaklı temel hak ve özgürlükleri ihtiyaca göre kolaylıkla yok sayılan bir teferruat seviyesine düşürüldü.
Hukuk devletinin şartı sadece iktidarı elinde tutanların değil de tüm yurttaşların kendisini güvende hissetmesidir. Eğer bu güven hissi yoksa hukuk devleti de yoktur. Muhalefetin siyasi rakip değil düşman olarak algılandığı ve yargının iktidarın emrinde bu algıya uygun kararlar aldığı, idarenin topyekûn bir mobilizasyon içinde davrandığı bir rejimde asgari demokrasi ve hukuk normları da kalmamıştır.
‘TÜRKİYE HİÇBİR ZAMAN BİR HUKUK DEVLETİ OLAMAMIŞTI AMA SON BİRKAÇ YILDIR ARTIK YASA DEVLETİ DE DEĞİL’
Türkiye hiçbir zaman bir hukuk devleti olamamıştı ama son birkaç yıldır artık yasa devleti de değildir. Yasalara ve kurumlara dayanan bir devlet hiç değildir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı siyasi iktidarın temsilcilerinin demagojisinden ibaret olan memlekette, yargıya da iktidara uyumlu hâkim/savcı sınıfı egemen oldu. Sahip oldukları makam ve mevkileri liyakatle değil biat ile elde eden, yargı bağımsızlığını ‘hukuktan bağımsız olmak’ diye değerlendiren, masumiyet karinesini ‘hukuktan mahrumiyet karinesine’ dönüştüren, emirle soruşturma/dava açıp talimatla karar veren kuklalardan müteşekkil bir hakim/savcı düzeni.
Türkiye’de, üzerlerinde taşıdıkları cüppelerin, insan hayatından ve özgürlüğünden yapılmış olduğunu bilen ve asgari hukuk normlarını uygulayacak cesarete sahip yargı mensubu yok denecek kadar az. Yani hukuktan hak, adalet, vicdan ve liyakati çıkardığınızda geriye kalan ne ise Türkiye yargısı şu an odur. Bu yüzden yargıda yer tutmuş ve eksiklikleri noksanlık yaratmayacak olan nice insan var ki kendilerinden maaşlarını çıkardığınızda geriye hiçbir şey kalmıyor.
‘NE ZAMAN MEMLEKETTE HUKUKİ BİR GARABET YAŞANSA YILMAZ TUNÇ EKRAN KARŞISINA ÇIKIYOR’
Yargı böyle olunca da devlet kurumlarının tarikat/cemaatlere teslim edildiği, lümpen çetelerin sokaklara salındığı, korunup kollanan mafyanın devletleştiği, anayasanın tanınmayıp yasaların uygulanamaz hale geldiği, doğal kaynakların sermaye talanına peşkeş çekildiği, halkın birbirine düşman cephelere bölündüğü, para için bebeklerin bile öldürüldüğü, soyguncunun, talancının, vurguncunun korunup kollanırken hepimizin içinde çürüdüğü bir haysiyetsizlik rejimi ülkeye egemen oldu.
Ama Adalet Bakanı Yılmaz Tunç içinse her şey çok normalmiş gibi hayat devam ediyor. Yurttaşlarımıza sormak istiyorum. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u ekranlarda ne zaman görüyorsunuz? Ne zaman memlekette hukuki bir garabet yaşansa o zaman ekran karşısına çıkıyor Yılmaz Tunç. Bildiği yanıldığına yetmeyecek hukuk bilgisiyle her türlü hukuk garabetini meşrulaştırmak görevi üstlenerek bunca çürümüşlüğe rağmen, Türkiye’nin hukuk güvenliği endeksinde bulunduğu yeri gösteren değerlendirmelere kafayı takmış. ‘Kara propaganda’ dediği bu değerlendirmelerin bilimsel kriterlerden uzak ve Türkiye gerçekliği ile uyuşmayan yalanlar olduğunu iddia edip, ‘Yargımızın karalanmasına müsaade etmeyiz’ diyor.
TUNÇ’A SORDU: ‘ANAYASAYI AYAKLAR ALTINA ALAN HAKİMLERİ ÖDÜLLENDİRMEDİNİZ Mİ?’
Peki yargınızı kim karalıyor? O zaman kendisine birkaç soru soralım:
Hukukun gereğini yapan hâkim ve savcıları oradan oraya sürmekten başka, cemaat ve tarikatları yargıya yerleştirmekten başka, bu işin ehli hukukçuları sırf yandaş değiller diye mülakatlarda elemekten başka ne yaptınız Bakan Tunç? Yargıdaki yozlaşma, rüşvetle yolsuzluk ağını yöneten cübbeli çeteler, bizzat başsavcıların, hâkim ve savcıların kaleme aldığı şikâyet mektuplarıyla ortaya dökülüyor. Bu hâkim ve savcılar için bu işler büyümesin diye bu işleri sümen altı etmek dışında ne yaptınız?
Ayhan Bora kaplan dosyasında eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın mafyadan rüşvet aldığı İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu raporuyla ortaya çıkmışken hala nasıl hem de Yargıtay üyesi olarak görevine devam edebiliyor? Bunu lütfen açıklayınız. Yalnız Kocaman da değil. Yargıtay gibi bir üst yargı mercii, kirli ilişkiler içinde olan yargı mensuplarının terfi ile göz önünden uzaklaştırıldığı bir yere dönüşmedi mi? 15 Temmuz kalkışmasının ardından esas faillerin kaçmasına göz yumup garibanları tutuklattığınız yargıda ‘FETÖ Borsası’ yok mu? Anayasayı ayaklar altına alan hakimleri ödüllendirmediniz mi?
‘ERDOĞAN’A FİLİSTİN’LE TİCARETİ SORAN GENÇLER DAHA GEÇEN HAFTA TUTUKLANMADI MI?’
Tek bir kriterden söz ediyorum size. Hadi hukukun üstünlüğü endeksine ‘dış mihraklar’ deyip bir kulp takıyorsunuz, sokak röportajlarına ‘manipülasyon’ deyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsunuz. 101 ayrı AYM kararının icra edilmediğini kendi ağzınızla itiraf eden siz değil misiniz? Hukukçu değilim ama AYM Kararlarını uygulamayan bir hâkimin, bu ülkede hukuki hiçbir mesleği icra edemeyeceğinin kural olduğunu biliyorum. Hal bu iken AYM kararı uygulamamayı onur nişanesi sayan Akın Gürlek’i, Adalet Bakan Yardımcılığı görevinin ardından siyasi operasyonlarınıza devam etsin diye İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yapmadınız mı?
Adliyelerde dönen rüşvet çarklarını, yolsuzlukları, kirlilikleri bizzat bir başsavcı şikâyet konusu yapmadı mı? Yargı eliyle yalanı gerçek, dayanışmayı yasak, hak, özgürlük ve eşitlik mücadelesini kriminalize etmediniz mi? Filistin diye, İslam diye ağlayıp, Erdoğan’a ‘Filistin’le neden ticaret yapıyoruz?’ diye soran gençler daha geçen hafta tutuklanmadı mı?
‘ADALETİN OLMADIĞI YERDE ÜLKEYİ YÖNETENLERİN HİÇBİRİ MASUM DEĞİLDİR’
Yargıya güven endeksinde Türkiye’nin yerini gösteren çalışmaya öfkelenen bakana hatırlatmakta fayda var: Türkiye’de yargıya yönelik güven sorununun kaynağı, hukuk devletinin taşıyıcısı olmamasıdır. Memleketin can acıtan esas meselesi hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir yargı düzeninde adaletin tesisidir. Adaletin olmadığı yerde ülkeyi yönetenlerin hiçbiri masum değildir.
‘BÜTÇE GÖRÜŞMELERİNDE TANIK OLACAKLARIMIZ YİNE KAYIKÇI KAVGASINDAN ÖTEYE GİTMEYECEK’
Son olarak bütçenin geneline ilişkin yapacağımız değerlendirmeyle bitirmek isterim. Saray Rejiminin bütçe yapma süreçleri de yasa yapma süreçlerinin bir benzeri. Uzlaşma aramayan, müzakere ve istişareye kapalı, belli çıkar gruplarına ve ortaklarına, kişisel menfaat hedeflerine dönük, ısmarlama ve adrese teslim çalışmalar. O yüzden bu yılın bütçesi için de geçmiştekilerden farklı bir şey demeyeceğim: Memlekette yolsuzluk, yağma ve talan rejimi hüküm sürdüğü müddetçe Saray rejiminden halk yararına bir bütçe çıkmaz. Bu iktidar yoksulluğa, yokluğa, yoksunluğa herhangi bir çare üretemez. Yoksulluğa her türlü yolsuzlukla sebep olanların derdi yoksulluğu gidermek değil sürdürülebilir yağma düzeniyle çalıp çırpmaya devam etmektir. Hal bu iken Meclis Genel Kurulu’nun bütçe görüşmelerinde tanık olacaklarımız yine kayıkçı kavgasından öteye gitmeyecek.
Kayıkçı kavgası deyimini ortaya çıkaran hikaye memleket siyasetinin de egemen düzenin de özeti. Galata Köprüsü inşa edilmemişken İstanbul’da Eminönü – Karaköy arasında yolcu taşımalığı kayıklarla yapılırmış. İşlerin kesat olduğu zamanlarda ise kayıkçılar, kendi aralarında yalandan kavgaya tutuşurmuş. Bağrış çağrış arasında küreklerin birinin inip diğerinin kalktığı ama hiç kimseye isabet etmediği bu düzmece kavga sürerken kayıkçıların önceden anlaştığı yankesiciler de olan biteni izleyen meraklı kalabalığını soyarmış. Sonuçta bugünkü bütçe çalışmaları da geçmişte olduğu gibi bundan farklı değil. Hepinize iyi seyirler diliyorum.”