Kızılay’ın çadır satmasını protesto eden 87 TİP üyesi yargılanıyor: Dava 11 Eylül’e ertelendi

Example HTML page

Çadır sattığı gerekçesiyle Kızılay’ı protesto eden 87 TİP üyesi hakkında dava açılmıştı.

Maraş merkezli depremlerin ardından Kızılay’ın depremzedelere çadır sattığının ortaya çıkmasının ardından Kızılay’ı ve dönemin Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ı protesto eden Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 87 üye ve yöneticisinin yargılandığı davanın ilk duruşması İstanbul Anadolu Adliyesi’nde görüldü.

6 Şubat’ta Maraş’ta meydana gelen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerde resmi rakamlara göre 50 binden fazla yurttaş yaşamını yitirmiş, 100 binden fazla yurttaş da yaralanmıştı.

İktidar tarafından “asrın felaketi” olarak isimlendirilen depremlerin ardından deprem bölgesindeki halk dondurucu soğukta, açlık ve susuzluk içinde yardım beklerken, Kerem Kınık’ın başkanı olduğu Kızılay’ın depremzedelere çadır sattığı ortaya çıkmıştı.

Skandalı protesto etmek üzere 26 Şubat akşamı İstanbul Kadıköy’de bir araya gelmek isteyen 100’den fazla TİP üyesi polis tarafından darbedilerek gözaltına alınırken, 87 TİP üyesi ve yöneticisi hakkında da “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” ve “ Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama” suçlarından dava açılmıştı.

TİP üye ve yöneticileri hakkında açılan davanın ilk duruşması, bugün İstanbul’daki Anadolu Adliyesi’nde görüldü. Duruşmayı TİP Sözcüsü Sera Kadıgil de takip etti.

‘BURADA, TARİHE NOT DÜŞMEK VE HATIRLATMAK İÇİN KONUŞUYORUZ’

Duruşmada savunma yapan TİP Gençlik Sekreteri ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Arzum Yalçın, “Burada, tarihe not düşmek ve hatırlatmak için konuşuyoruz” ifadelerini kullandığı konuşmasında şunları kaydetti:

“6 Şubat depreminin üzerinden bir yıl geçti. Dün Türkiye’nin dört bir yanında kaybettiklerimizi, yitirdiklerimizi andık. Bugün ise buradayız, deprem felaketinin birinci yılında Kızılay’ın halktan topladığı paralarla ürettiği ve bölgeye doğrudan göndermesi gereken çadırları para karşılığı depremzedelere satmasını kabul etmediğimiz için yargılanıyoruz. Baştan söyleyelim burada yargılanması gereken biz değiliz; Kızılay Başkanı Kerem Kınık ve onun yönetimidir, halkımız deprem bölgesinde başını sokacak bir çatı bulamazken onlara o çadırları parayla satma utanmazlığını gösterenlerdir. Siz bugün burada bizi yargılamak için toplanmış olabilirsiniz ama bizim alnımız ak, başımız dik. Burada, tarihe not düşmek ve hatırlatmak için konuşuyoruz.

‘BİZİ YARGILAMAK İSTEYEN İKTİDAR, ENKAZ ALTINDAKİ İNSANLARA KENDİ SELALARINI DİNLETTİ’

Türkiye İşçi Partisi’nin üyeleri ve dostları deprem haberini alır almaz ülkenin dört bir yanından yola çıkarak deprem bölgesine ulaştılar, enkazların altına girdiler. Devletin yardım götürmediği, ulaşamadığı insanlara ulaştılar. Biz deprem bölgesine ulaştığımızda, ilk 3 gün bırakın yardımı, bölgede asker, polis bile yoktu. Bizler Asi Yaşam Merkezi’ni kurup ülkenin dört bir yanından gelen yardımları yurttaşlarımıza ulaştırırken iktidar ne yaptı; interneti yavaşlattı. Bizler İlk günden itibaren olabildiğince çok sayıda insanı bölgeye gönderdik. Her birimiz bütün enerjimizle evleri yıkılıp soğukta açıkta kalan yurttaşlarımıza çadır, konteyner, gıda, giyecek, ilaç gibi ihtiyaç maddelerini toplamaya ve bölgeye ulaştırmaya çalıştık. Bizi bugün yargılamak isteyen iktidar, o anlarda ne yaptı? Hatay’da camilerden sela okuttu! Düşünebiliyor musunuz enkaz altındaki insanlara kendi selalarını dinlettiler!

Hatırlayalım; deprem sonrasında günlerce bölgeye arama kurtarma ekipleri gönderilmedi. İnsanlarımız beton yığınlarının altında günlerce kurtarılmayı bekleyerek can verdi. Bizler ‘Sesimi duyan var mı?’ diyen yurttaşlarımıza ses, el olmaya çalışırken yetkililer kulaklarının üzerlerine yattı. Enkazların altından, kurduğumuz dayanışma hattını polise, jandarmaya, AFAD’a ulaşamayan on binlerce insanımız aradı. Binlerce depremzede hala çocuklarının, yakınlarının akıbetini bilmiyor. Bugün bu iktidar hala depremde ölen canlarımızın sayısına dair net bir şey söyleyemiyor. Resmi verilere göre ölü sayısı 50 bin iken Murat Kurum’a göre bu sayı 130 bin. Soruyoruz kim yalan söylüyor? Bu insanlar deprem suçlarının hesabını vermesi gerekirken bir de yerel seçimlerde büyükşehirleri yönetmek üzere aday gösteriliyorlar!

‘NE HALKA YAŞATILAN ACILARI NE DE HALKIMIZA KARŞI İŞLENEN SUÇLARI UNUTTURACAĞIZ!’

Bugün, Kerem Kınık’ın halkın çadırlarını halka sattığı için yargılandığımız davada kolluk kuvvetleri bizleri darp ederek gözaltına alırken dahi üyelerimiz, dostlarımız Hatay’a gidecek yardım tırlarını yüklüyordu. Bugün hala deprem bölgelerinde arkadaşlarımız, dostlarımız hiç durmadan dayanışma faaliyetlerine devam ederken, bizleri yargılamak isteyenler ne yapıyor? Bugün milyonlarca yurttaşımız hala çadırlarda hala hayatını kuramamış durumda.

Dün ölen yakınlarını anmak isteyen depremzedelere dönüp bakalım kimi istiyorlardı yanında: Biz devrimcileri mi yoksa yakınlarını anmak isteyenlerin önüne barikatlarını yığanları mı?

Depremin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen başta depremzedelere çadır satan dönemin Kızılay Başkanı Kerem Kınık ve Hatay’da yıkılan onlarca binaya ruhsat veren belediye başkanı Lütfü Savaş olmak üzere yetkililer hakkında tek bir soruşturma dahi açılmamışken, Hatay’ın seçilmiş Milletvekili Can Atalay AYM kararına uyulmayarak hapiste tutuluyor, çadır tüccarlarını ifşa etmek için sokağa çıkan bizler ise suçluyuz öyle mi? Yok öyle yağma! Ülkemiz bu zulme mahkum kalmayacak! Ne halka yaşatılan acıları ne de halkımıza karşı işlenen suçları unutturacağız!

‘YARGILANMASI GEREKEN, KEREM KINIK BAŞTA OLMAK ÜZERE ARKASINDAKİ SİYASİ GÜÇTÜR’

O gün savunulan Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ı iktidar dahi koruyamadı ve istifasını istedi. Bugün burada bizi yargıladığınızı zannederek halkın gerçekleri bir kez daha bizim ağzımızdan duymasını sağlıyorsunuz.

Bizler o gün insanlarımız ölüme terk ediliyor dediğimizde televizyonlarda ‘devlet yok diyenler teröristtir’ diyen AKP Genel Başkanı bugün Hatay’da AKP’ye oy vermedikleri için insanlarımızı ölüme terk ettiğini itiraf ediyor. Deprem olduğunda nasıl kâr edebiliriz derdine düşenlerin insanların canıyla oy pazarlığı yapmasına artık şaşırmıyoruz. Sadece utanıyoruz, böylesi bir zihniyet bu ülkeyi yönettiği için utanıyoruz. Ama unuttukları bir şey var bu ülkede iktidarın insanlarımızı bilerek ölüme terk ettiği her yerde devrimciler, sosyalistler elini taşın altına soktu. Sokmaya da devam edecek. Türkiye İşçi Partisi hiçbir yurttaşımızı yalnız bırakmayacak. Biz burada, yoldaşlarımız da adliyenin önünde haklılığımızı vurguluyor. Yargılanması gerekenler biz devrimciler sosyalistler değil. Kızılay Başkanı Kerem Kınık başta olmak üzere onun arkasındaki siyasi güçtür!

‘BURADA DEVLET YOK, HÜKÜMET YOK, AFAD YOK, KIZILAY YOK, POLİS YOK!’

Arzum Yalçın’ın ardından savunma yapan TİP MYK Üyesi Can Soyer ise “Bugün burada yargılanmamızın nedenlerine gelmeden önce, bundan tam bir yıl önce neler olduğunu kısaca hatırlatmak istiyorum” diyerek başladığı konuşmasında şunları dile getirdi:

6 Şubat 2023 günü, sabaha karşı ülke tarihimizin en büyük depremi yaşandı. Başta Hatay olmak üzere 10 ilimizde büyük yıkımlar ve binlerce can kaybı gerçekleşti. Yüz binlerce yurttaşımız evinden oldu, kara kışın ortasında çıplak ayaklarla, aç biilaç sokak ortasında kaldı.

Bizler, 6 Şubat günü sabahın ilk saatlerinde yüzlerce parti üyemizi ve gönüllümüzü Hatay başta olmak üzere deprem bölgesine göndermek için organize olduk. Deprem bölgesine gitmeyen üye ve gönüllülerimize ise elden gelen tüm imkanları kullanarak bir dayanışma ağı oluşturmak, deprem bölgesindeki yurttaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere organize olmalarını söyledik.

6 Şubat günü Hatay’a varan üyelerimiz ve gönüllülerimiz, daha kente adım atar atmaz gözyaşları içinde bizi aradılar. Söyledikleri kan dondurucuydu: ‘Burada devlet yok, hükümet yok, AFAD yok, Kızılay yok, jandarma yok, polis yok; çadır yok, çorba yok, ilaç yok, battaniye yok; hiçbir şey yok!’

Zaten bu yokluktan, çok kısa süre içinde tüm kamuoyu haberdar oldu ve ülke çapında, tamamen sivil, tamamen gönüllü bir dayanışma faaliyeti başladı. Belediyeler, dernekler, mahalleler kendi aralarında yardım toplayıp afet bölgelerine ulaştırmak üzere hummalı ve gurur duyulacak bir çalışma başlattı.

‘ANAYASAL GÖREVİ AFET DURUMUNDA HALKIN İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK OLAN KIZILAY ÇADIR SATIYORMUŞ!’

Biz de Türkiye İşçi Partisi olarak, ülke genelindeki tüm il başkanlığı binalarımızı deprem dayanışma faaliyetleri için kullanılmak üzere tahsis ettik. Üyelerimiz ve gönüllülerimiz ellerindeki tüm imkanları seferber ederek deprem bölgesine gönderilmesi gereken ihtiyaç malzemelerini bize emanet ettiler: Çadırlar, kışlık kıyafetler, ilaçlar, bebekler için mama ve bez ve daha onlarca farklı ihtiyaç malzemesi Türkiye İşçi Partisi’nin oluşturduğu dayanışma ağı üzerinden Hatay’a ve diğer deprem bölgelerine ulaştırıldı. Bu çalışmanın ne kadar büyük, ne kadar kapsamlı, ne kadar hummalı olduğunu anlatabilmek için bazı rakamlar da vereyim. Başta Hatay olmak üzere depremden etkilenen kentlere Türkiye İşçi Partisi’nin dayanışma ağı aracılığıyla gönderilen ihtiyaç malzemeleri: 62 tır, 61 kamyon, 36 kamyonet, 40 binek araç, 4 minibüs, 2 karavan, 5 su tankı, 12 kabin tuvalet, 8 portatif sıcak yemek standı, 1 gezici sağlık karavanı, 1 mobil yemek tırı ve 52 yaşam konteyneri ile 838 yaşam çadırı.

Tüm bunlar olurken, insanlar dondurucu soğuk altında enkazlardan yakınlarını kurtarmaya çalışırken, anne babasını, kardeşini eşini, çocuğunu alçak müteahhitlerin yaptığı çürük binaların altından çıkarmaya çalışırken, kimisi kurtarabildiği çocuğunun çıplak ayaklarını avuç içlerine alıp ısıtmaya çalışırken, kimisi bulduğu bir paket bisküviyi yemeyip enkazdan çıkmasını umduğu çocuğuna vermek için bekletirken, Şubat ayının ayazı ve karı altında tir tir titrerken insanlarımız, öğrendik ki Kızılay derhal bölgeye göndermesi gereken çadırları satıyormuş! Bir anda duyduk ve gördük ki, devletin bir kurumu olan, bütçesi halkın vergileriyle ödenen, anayasal görevi afet durumlarında halkın ihtiyaçlarını ivedilikle ve bedelsiz biçimde karşılamak olan Kızılay, bölgeye göndermediği çadırları parayla satıyormuş!

‘İNSANLARI DONDURUCU SOĞUKTA YALNIZ BIRAKAN DEVLET, TİP’LİLERİ GÖZALTINA ALMAK İÇİN BEKLİYORMUŞ’

Bu haberle Hatay halkının aradığı çadırların nerede olduğu ortaya çıkmıştı. Hatay halkının aradığı devletin, hükümetin, polisin nerede olduğu da 26 Şubat günü İstanbul Kadıköy’de ortaya çıktı. Depremzedeye elini uzatmayan, arama-kurtarma faaliyetlerinden iaşe hizmetlerine kadar hiçbir görevini yerine getirmeyen, insanları, el kadar çocukları dondurucu soğukta yapayalnız bırakan devlet, hükümet, polis meğerse İstanbul’da, Kadıköy’de deprem dayanışma faaliyeti yürüten Türkiye İşçi Partilileri, gönüllüleri, yardımseverleri dövmek, yerlerde sürüklemek ve gözaltına almak için bekliyormuş.

Kızılay’ın halka dağıtması gereken çadırları parayla sattığının ortaya çıkması üzerine, her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının anayasal hakkı olan protesto hakkımızı kullanmak için, İstanbul İl Başkanlığımızın çağrısıyla bir basın açıklaması düzenlenecekti. Ancak İstanbul Emniyeti, daha basın açıklaması başlamadan parti üyelerimize ve gönüllülerimize binamızın hemen önünde vahşice saldırarak gözaltına aldı. Görevini yerine getirmeyen, yerine getirmemek şöyle dursun aslında görevine ihanet eden Kızılay’ı protesto etmenin, depremzede yurttaşlarımıza çadır dağıtılmasını istemenin cezasını İstanbul Emniyeti coplanarak, tekme tokat, yerlerde süründürerek gözaltına almak olarak kesti.

Bu sırada, yani üyelerimiz ve gönüllülerimiz ne hukuka ne ahlaka sığan bu polis şiddetine maruz kalırken bizler, dayanışma faaliyetleri için koordinasyon merkezi olarak tahsis ettiğimiz İl Başkanlığı binamızda yardım kolilerini paketlemekle meşguldük. İl Başkanlığı binamızın yanında bir adet tır bulunuyordu ve paketlenen koliler bu TIR’a yükleniyordu. TIR’ın akşam saatlerinde yola çıkması ve sabah Hatay’a ulaşması gerekiyordu. TIR, Hatay’a çok sayıda mama, battaniye, ilaç ve gıda malzemesi götürüyordu.

‘HATAY’IN BEKLEDİĞİ ACİL İHTİYAÇLAR POLİSİN KEYFİ TAVRI NEDENİYLE GECİKTİ’

Üyelerimizi ve gönüllülerimizi tekme tokat gözaltına alan İstanbul Emniyeti, hemen ardından, yani bizler İl Başkanlığı binamızda yardım kolileri hazırlarken binamızı da kuşattı ve TIR’ı yüklememize engel olmaya başladı. O sırada binada bulunan parti yöneticileri olarak ben ve İstanbul İl Başkanımız Cengiz Yeter polis memurlarına ve amirlerine yaptıkları şeyin hem hukuksuz hem de insanlığa sığmayan bir davranış olduğunu, parti binamız etrafındaki kuşatmayı kaldırmaları gerektiğini, hem insanları terörize edip korkutarak hem de TIR’ın yüklenmesini önleyerek Hatay’a yardım ulaştırmamıza engel olduklarını, buna sessiz kalmayacağımızı, buna izin vermeyeceğimizi, bunu kabul etmeyeceğimizi söyledik. Polis memurları ise talimat aldıklarını ve çekilmeyeceklerini söylediler. Biz de faaliyetimize devam edeceğimizi, hiçbir gücün Hatay’da soğuktan titreyen çocuklara yardım göndermemizi engelleyemeyeceğini söyleyerek çalışmamıza devam etmek üzere üyelerimizin ve gönüllülerimizin yanına döndük.

Bunun üzerine, Hatay Milletvekilimizin de o arada aramıza katılmış olmasına ve polis memurlarına kuşatmayı kaldırmalarını tekrar söylemesine rağmen, polis kuşatma çemberini daraltıp hepimizi gözaltına aldı. Dayakla, tekme tokatla, ters kelepçeyle, yerlerde sürüklenerek buradaki 87 kişi gözaltına alındı. Saatlerce polis otobüsünde bekletildikten sonra sabaha karşı da hiçbir şey olmamış gibi salıverildik.

Biz bir şey kaybetmedik, ama o gece Hatay’a ulaşması gereken yardım TIR’ı yüklenemedi ve Hatay’ın beklediği acil ihtiyaçlar sırf polisin keyfi tavrı nedeniyle gecikti. Bunun vebalini biz değil ama o gözaltı emrini veren polis amirleri, eminim ki, ömürleri boyu taşıyacaklar.

BUGÜN BURADA KEREM KINIK YARGILANMALIYDI, BİZ DEĞİL!’

Olayın özeti budur. Ve tüm Türkiye gibi siz de fark etmişsinizdir ki, bugün burada yargılanmamızın hiçbir sebebi bulunmamaktadır. Bugün burada hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, zimmetimize para geçirmekten, görevimizi ihmalden, binlerce insanın canına mal olmaktan yargılanmıyoruz. Ama yargılanması gerekenleri ifşa ettiğimiz için, protesto ettiğimiz için yargılanıyoruz. Bugün burada depremzede yurttaşlarımıza el uzatmayan, onları kara kışın ortasında yapayalnız bırakan, elleriyle beton delmeye çalışarak yakınlarını enkazdan çıkarmaya uğraşan yurttaşlarımızı kaderine terk eden, insanlar enkaz altında kurtarılmayı beklerken onların üzerine camilerden selalar okutanlar yargılanmalıydı.

Bugün burada hükümetin sağladığı her tür teşvik ve ihaleyle semirdikçe semiren, bir deprem coğrafyası olan ülkemizde olası bir depremde hepimize mezar olacağı belli olan binalar inşa eden, deprem bölgesindeki on binlerce yurttaşımızın ölümüne, yüz binlercesinin ise yuvasız kalmasına neden olan müteahhitler yargılanmalıydı. Bugün burada, başlıca görevi afet durumlarında halkın yanında olmak olan, başta çadır olmak üzere acil ihtiyaçları hızlı ve bedelsiz biçimde karşılamakla görevli, bu görev için halkın ödediği vergilerden maaş alan Kızılay yöneticileri ve onları bu görevlere atayanlar yargılanmalıydı. Bugün burada, Kızılay’ın o dönemki başkanı olan Kerem Kınık yargılanmalıydı, biz değil. Ve hiç şüphesi olmasın ki, Kerem Kınık yargılanacak da. Oturduğu makam koltuğundan nasıl kalktıysa buradaki sanık sandalyesine de öyle oturacak.

‘17 AĞUSTOS’TAN BU YANA ÜLKEMİZE REVA GÖRÜLEN KADER DEĞİŞMEDİ’

Sözlerimi bitiriyorum. 17 Ağustos Depremi yaşandığında, 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydim. Haftalarca Adapazarı’nda kaldım, yardım faaliyetlerine katıldım. İnsanların ellerine geçirdikleri kazma kürekle enkazların altından yakınlarını, çocuklarını çıkarmak için nasıl canhıraş uğraştıklarını gördüm. Çünkü depremin ilk anlarında, ilk günlerinde Adapazarı’nda da ortada ne devlet vardı ne de yardım.

Aradan 24 yıl geçti. Türkiye bir kez daha devasa bir deprem yaşadı ve 24 yıldır yapılan bütün uyarılara rağmen doymak bilmez müteahhitlerin yaptığı çürük binalar yine on binlerce kişiye mezar oldu. Ve yine insanlar, ellerine geçirdikleri ne varsa onlarla enkaz kalıntılarından yakınlarını kurtarmak için çırpındı. Çünkü ortada yine ne devlet var ne yardım, ne AFAD vardı ne Kızılay. Yani 24 yılda değişen bir şey olmadı. Bizim güzel ülkemize reva görülen kader değişmedi. Ölenler değişmedi, zenginleşenler değişmedi. Ama değişecek, değişmek zorunda, değişmek şart! Bizim yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamasın diye değişmek şart.

‘YARGILANACAKLAR VE BİZİM GİBİ GURURLA DEĞİL UTANÇLA HATIRLANACAKLAR!’

6 Şubat günü hepimizi kahreden deprem gerçekleştiğinde benim oğlum 4 aylıktı. Bugün, yargılandığımız gün, oğlum 1 buçuk yaşına geliyor. Ve ben o enkazların altında can veren bebekleri hatırladıkça, yavrularını kaybetmiş anne babaları hatırladıkça, başını sokacak bir çadır bulamadığı için soğuktan titreyen el kadar çocukları hatırladıkça oğlumu sevmeye, öpmeye, koklamaya utanıyorum.

Ben oğlumu severken utanıyorum ama biliyorum ki oğlum benden utanmayacak. Oğlum, bu yargılamaya da bakacak ve babasıyla gurur duyacak. Çünkü bizler, çocuklarımıza bırakabileceğimiz mala mülke, yata kata, banka hesabına sahip değiliz. Biz, çocuklarımıza sadece gurur ve haysiyet bırakabiliriz. Ben, bugün bu nedenle oldukça bahtiyarım. Fakat, başta Kerem Kınık olmak üzere burada yargılanması gerekenlerin hiçbiri, çocuklarına bu gururu bırakamayacaklar, benim bahtiyarlığımı yaşayamayacaklar. Ve aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, unutmasınlar ki, onlar da yargılanacaklar. Ve bizim gibi gururla değil, utançla hatırlanacaklar.

KIZILAY’IN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜNÜN İFŞA EDİLMESİNDEN RAHATSIZ OLDULAR’

Soyer’in savunmasının ardından, TİP İstanbul İl Başkanı ve Parti Meclisi Üyesi Cengiz Yeter de savunma yaptı. Yeter, “Yargılanması gereken sosyalistler, devrimciler değil Kızılay Başkanı Kerem Kınık’tır, onun arkasındaki siyasi güçtür” vurgusu yaptığı savunmasında şunları söyledi:

“İstanbul’dan her gün çok sayıda TIR, kamyon ve çeşitli büyüklükteki araçları bölgeye ulaştırılacak malzeme ile doldurduk. Çok sayıda arkadaşımız da düzenli olarak deprem bölgesine gitti, orada uzunca bir süre dayanışma organizasyonlarına dahil oldu. Canla başla bu mücadeleyi sürdürüp hükümetin bıraktığı büyük boşluğu doldurmaya çalışırken gündeme Kızılay’ın halktan topladığı paralarla ürettiği ve bölgeye doğrudan göndermesi gereken çadırları para karşılığı yardım organizasyonlarına sattığı haberi gündeme düştü.

Bunun üzerine İstanbul İl örgütümüz protesto hakkını kullanmak için bir karar aldı. Bu karar doğrultusunda bir grup üyemiz Kadıköy Kızılay Şubesi önünde toplanarak bir basın açıklaması yapacaklar ve Kızılay’ın bu tavrının kabul edilemez olduğunu bildireceklerdi. Ancak Kadıköy Kaymakamı ve İstanbul Güvenlik Şube, Kızılay Başkanının koruyuculuğuna soyunmuş, hızlı bir yasak kararı alınmıştı. Güvenlik şube memurları da büyük bir gayretkeşlikle basın bildirisi için Kızılay önüne gitmek üzere binadan çıkan arkadaşlarımıza saldırdı.

Arkadaşlarımız darp edilerek gözaltına alındılar. Bununla da yetinilmedi, hepimizin yakından tanıdığı Hanifi Zengin liderliğinde bir polis ordusu İl Binamızı ablukaya aldı, adeta binamızı suç mahali olarak ilan ettiler. Bu durum karşısında benimle birlikte çok sayıda parti yöneticimiz bina önüne gelerek bu durumu protesto ettiğimizi bildirerek, ablukanın kaldırılmasını talep ettik. Aynı anda, deprem yardım faaliyetimizin sürmesi için de çaba sarf edilmeye devam edildi.

Ancak Kızılay’ın ülkedeki birçok kurum gibi çürümüşlüğünün ifşa edilmesinden rahatsız olan kolluk güçleri, bizleri konuşturmayacaklarını bildirerek ne söylemeye çalıştığımızı umursamadan Hanifi Zengin liderliğinde hırsla ve şiddetle içerisinde milletvekillerimizin de bulunduğu Türkiye İşçi Partisi üye, dost ve gönüllülerine saldırarak, ben dahil onlarca parti yöneticimiz ve üyemizi ters kelepçe yaparak göz altına aldılar. Ters kelepçenin bir işkence biçimi olduğunu belirten üyelerimizi darp ettiler.

‘BİZİ ENGELLEMEK İSTEYENLER KINIK’IN HAZİN SONUNU DA ENGELLEYEMEDİLER’

Bu arada bölgede toplanan halk zaman zaman yuhalıyor, zaman zaman da alkışlıyordu. Alkışlananlar günlerce hiç yılmadan deprem bölgesine ihtiyaç malzemelerini yetiştiren, ilk günden itibaren orada enkazın altına giren devrimcilerdi. Yuhaladıkları da çürümüş Kızılay’ı devrimcilere karşı savunan, bütün hırsıyla saldıran kolluk kuvvetleriydi. Ancak gerçekte yuhalanan, böylesine çürümüş bir kurumu savunmak uğruna gözü dönmüşçesine her türlü eylemi yasaklayan Kaymakam ve onu arkasındaki siyasi güçtü.

Kızılay önünde bir basın açıklaması ile kamuoyuna duyurulacak küçük bir eylem gece geç saatlere kadar tüm ülkenin gündemine giren dev bir protestoya dönüştü. Belki de parti heyetimiz Kaymakama ve Hanifi Zengin’e bir teşekkür ziyaretine gitmeliydi gözaltıların sonrasında. Aylarca anlatarak yeteri çıplaklığında anlatamayacağımız bir gerçeği birkaç saat içerisinde halkın görmesini sağladılar: Kim halkın yanında, kim karşısında…

Peki sonuçta ne oldu? O savundukları Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ı hükümet dahi savunamadı ve istifasını istediler. O gün bizi engellemeye çalışanlar oluşan alev parçasının üzerine benzin dökerek tüm halkın gerçekleri bir kez daha bizim ağzımızdan duymasına engel olamadılar. Kerem Kınık’ın hazin sonunu da engelleyemediler.

Bugün bizi yargılayarak bir kez daha sesimizi yükseltmemizi, kararlılığımızı vurgulamamızı sağlıyorsunuz. Sistemin çürümüşlüğünü gözler önüne sermemizin önünü açıyorsunuz. Biz burada, binlerce yoldaşımız da dışarıda haklılığımızı bir kez daha vurgulayacağız. Yargılanması gereken sosyalistler, devrimciler değil Kızılay Başkanı Kerem Kınık’tır, onun arkasındaki siyasi güçtür, on yıllarca ranta yönelmiş deprem gerçeğini göz ardı etmiş sorumlular ve bu ülkeyi yönetenlerdir.”

‘KEREM KINIK DEĞİL BİZ YARGILANIYORUZ, BU KABUL EDİLEMEZ!’

Duruşma, TİP MYK Üyesi Oya Sönmez’in savunmasıyla devam etti. Sönmez, “Kızılay’ın halktan topladığı paralarla ürettiği ve bölgeye doğrudan göndermesi gereken çadırları para karşılığı depremzedelere satmasını kabul etmediğimiz için yargılanıyoruz” diyerek başladığı savunmasında şunları kaydetti:

“Kendi halkı çadır diye ortalıkta perişan olurken soğuktan donarken, bu daniskaya, saçmalığa karşı çıktığımız için, temel hakkımız olan protesto eyleminde bize saldıran polis ama polis şiddetine maruz kalan tekmelenen, işkenceye uğrayan bizler yargılanıyoruz. Şiddeti, işkenceyi uygulayan polisler değil biz yargılanıyoruz! Kerem Kınık değil biz yargılanıyoruz. Bu kabul edilemez.

Dün 6 Şubat’tı, bugün 7 Şubat. Bu duruşmanın deprem felaketinin yıldönümünün hemen ertesi günü olması gerçekten yaşadığımız büyük felaketin boyutunun anlaşılmadığını gösteriyor. Biz bir yıl önce resmi rakamın 53 bin 537 olarak açıklandığı ve uzun yıllar travmasını atlatamayacağımız felaket yaşadık. O felaket günlerinde kendi vatandaşına çadır talebi varken vermeyen, satan bir kurumu protesto edenleri yargılama günü sanırım bu olmamalıydı. Ayrı dünyanın insanları olunduğunu isteseniz bu kadar iyi anlatamazdınız. Seçilen tarihte bayağı bayağı insanlarla dalga geçildiğini kötü niyet taşıdığını düşünüyorum, söyleyecek söz bulamıyorum doğrusu.

‘EYLEM YAPMAK DEĞİL ÇADIR SATMAK SUÇTUR!’

Ben Gaziantep İslahiyeliyim. Depremzede bir ailenin çocuğuyum. Deprem felaketinin en çok vurduğu hatta belediye başkanının ilçenin yarısının gittiğini ağlayarak televizyonlarda söylediği ilçeliyim. Tüm ailem, akrabalarım, sülalem Gaziantep İslahiye’de, Hatay İskenderun’da ve Maraş’ta yaşıyor. Deprem’de çekirdek ailemden teyzemi, 2 kuzenimi, 4 de çocukları olmak üzere 7 kişiyi kaybettim. Eş, dost, akraba benim bildiğim 19 kişiyi kaybettik. Geniş ailemde kaybettiklerimizin sayısı 100’den fazla. Bu sadece 1,5 dakika içerisinde bizim kaybettiklerimiz. Bu öyle sayı diye, istatistiki bilgi diye geçiştirilecek bir şey değil. İnsanlar birdenbire hiçbir şeysiz kaldılar. En sevdiklerini kaybettikleri gibi, evlerini, işlerini kaybettiler. Kimsesiz kaldılar, kimsesiz kaldık bizatihi.

O günler soğuktu, insanlar evsizdi, insanlar donuyordu ve insanlar çadır bekliyordu, konteyner bekliyordu. Ve Kerem Kınık efendi, Kızılay çadırlarını bizlere ulaştırmaktansa satmıştı. Tabii ki protesto edeceğim tabii ki bu adaletsizliğe, iki yüzlülüğe, halk düşmanlığına itiraz edeceğim. Benim aileme mensup en geniş sülalem hala konteynerlerde yaşıyor, konteyner bulamayanlar çadırda ya da az hasarlı binalarda barınmaya devam ediyor, hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bunu kimse kabullenmemi beklemesin.

Bir gün burada Kerem Kınık ve benzerleri yargılanacak onu göreceğim. Pişman değiliz, verdiğimiz eylem kararının da yaptığımız eylemin de sonuna kadar arkasındayız. Eylem yapmak değil çadır satmak suçtur. Söyleyeceklerim bu kadar.”

‘UFACIK ÇOCUKLAR, BEBEKLER İÇİN AİLELER BÜYÜK BİR ÖFKEYLE ÇADIR ARIYORLARDI’

Oya Sönmez’in ardından TİP MYK Üyesi Deniz Gülşen de duruşmada savunma yaptı. Gülşen, “Biz fotoğraflara bakarak yaşlanacak olanların sesiyiz, öfkesiyiz” ifadelerini kullandığı savunmasında şunları dile getirdi:

“Depremde göçük altında kalanları kurtarmak için 72 saat çok önemlidir, sonrasında kurtulma şansı mucizelere kalır. İlk gün duyulan yardım çığlıkları saatler geçtikçe azalır ve yardım edemediğiniz her insanın, sesi duyulmayan her insanın sorumluluğunu üzerinizde hissedersiniz. Biz ilk günlerde 80 saat civarı uyumadan kurtarma faaliyetinde bulunduk. Elimizden geldiğince bölge halkıyla birlikte çalıştık. Devlet hala yoktu.

Defne Dostluk Parkı’nda kurduğumuz afet koordinasyon merkezinde, Türkiye’nin dört bir yanında hem partimizin hem de duyarlı insanların yolladıkları yardımları halka dağıtmaya çalıştık. İlk günler su bile bulunamıyordu ama giderek daha organize bir faaliyet örgütleyebildik. Tabii ki bizim ve başka devrimci arkadaşlarımızın çabaları ne yazık ki halkın ufak bir kısmının ihtiyaçlarını karşılamaya yetiyordu. Ayrıca çadır ihtiyacını çözemiyorduk. Devlet, yakınlarını kaybeden, acıları daha taptaze olan insanların en temel ihtiyaçlarını bile karşılamıyordu. En önemli eksik çadırdı. Ufacık çocuklar, bebekler için aileler büyük bir öfkeyle çadır arıyorlardı.

Pandemi dönemi yaşanan olayı hatırlarsınız. Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’nın eşi ile sahibi olduğu iki dezenfektan firmasından bakanlık bünyesindeki kurumlara 9 milyon değerinde ürün satıldı. Bakın bunlar bizim ülkemizde, AKP iktidarında normalleştirildi. İnsanlar ölürken cebini düşünen bakan olur mu ama oldu ve yargılanmadı.

‘BİZ, FOTOĞRAFLARA BAKARAK YAŞLANACAK OLANLARIN SESİYİZ’

Aynısını deprem döneminde yaşadık. Halka neden çadır dağıtmadığını anlamadığımız, yıllarca yardım gelirlerini toplayıp ne yaptığını bilmediğimiz Kızılay, bir yardım derneğine çadır satmış. Bunun üstü örtülmemeliydi, gündemden düşürülmemeliydi. Bu görev de partimize, devrimcilere aitti tabii ki. Biz bunun için eylem yapmaya çıktığımız an polis üzerimize saldırdı. Böyle olacağını biliyorduk. Basit bir basın açıklamasına bile izin verilmemeliydi. Çünkü bu derece büyük bir suç halktan saklanmalıydı. Biz bunu engelledik. Bununla gurur duyuyorum.

Son olarak şunu söylemek isterim. Biz fotoğraflara bakarak yaşlanacak olanların sesiyiz, öfkesiyiz. Bizim karşımızda olanlar ise hesap hareketlerine bakarak yaşayanların sesi. Ama herkes emin olsun ki yaşanılan ve yaşatılan bütün bu acıların hesabını soracağız ve ne pahasına olursa olsun biz kazanacağız!”

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir