Erkan Baş: Barış, kirli geçmişle hesaplaşarak ve adaletle gelir!
TİP Genel Başkanı Baş, haftalık basın toplantısında gündemi değerlendirdi.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin İstanbul İl Örgütü’nde düzenlediği haftalık basın toplantısında, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan’a ilişkin açıklamalarını değerlendirerek, “Barış, kirli geçmişle hesaplaşarak; barış, adaletle gelir. Biz barıştan yanayız ve iktidara soruyoruz, siz neyden yanasınız?” ifadelerini kullandı.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, her hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği haftalık basın toplantısını dün partisinin İstanbul İl Örgütü’nde düzenledi.
Basın toplantısında, kamuoyunda “Yenidoğan Çetesi” olarak bilinen suç örgütünün faaliyetlerine değinen ve yaşananlardan AKP iktidarı ile onun sağlık politikalarını sorumlu tutan Baş, “AKP döneminin sağlık bakanlarının tümü bu süreci sorumlusudur. İsim isim söylüyorum: Recep Akdağ sorumludur, Mehmet Müezzinoğlu sorumludur, Ahmet Demircan sorumludur, Fahrettin Koca sorumludur, Kemal Memişoğlu sorumludur ve elbette bunların hepsini bu göreve bir imzayla getiren Recep Tayyip Erdoğan bütün bu sürecin baş sorumlusudur” şeklinde konuştu.
Erkan Baş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisinin grup toplantısında, PKK Lideri Abdullah Öcalan hakkında “örgütü lağvetmesi koşuluyla DEM Parti grup toplantısında konuşması” yönündeki ifadelerini de değerlendirdi. Baş, “Bahçeli aynı konuşmada ‘Kürt sorunu yoktur’ da dedi. Barış, kirli geçmişle hesaplaşarak; barış, adaletle gelir. Biz barıştan yanayız ve iktidara soruyoruz, siz neyden yanasınız?” ifadelerini kullandı.
‘İŞLENEN HİÇBİR SUÇUN CEZASIZ KALMAMASI İÇİN MÜCADELEYE KARARLILIKLA DEVAM EDECEĞİZ’
TİP Genel Başkanı Baş’ın açıklamaları şu şekilde:
“Gündemin son derece hızlı ve yoğun aktığı bir süreçte, bu hafta İstanbul’da il merkezimizden sizlere sesleniyoruz. Dün MHP grup toplantısında Bahçeli’nin yaptığı konuşmaya ilişkin değerlendirmelerimizi de sizlerle paylaşacağız. Belli ki,Saray Rejimi yeni bir aşama ile toplumsal koşulları şekillendirme ve buna ilişkin siyasi pozisyonlar oluşturmaya çalışıyor. Son derece önemli bulduğumuzu bu gündemi paylaşmak istiyorum ama öncesinde unutulmaması, atlanmaması, ötelenmemesi, geri plana bırakılmaması gerektiğini düşündüğüm bir gündemle başlayacağım.
Türkiye İşçi Partisi olarak biz, yurttaşla kuvvetli bağları olan partiyiz ve varlık gerekçelerimizden bir tanesi, belki de yurttaşlarımızın bizden en çok beklediği, destekçilerimizin en fazla talepte bulunduğu başlıklardan bir tanesinin 22 yıllık bu iktidarın tüm suçlarından hesap sormak olduğunu biliyoruz. Hesap sormak için Türkiye İşçi Partisi’ne gönül veren, destek veren, oy veren, üye olan tüm yurttaşlarımıza bu vesileyle bir kez daha söz vermek istiyorum: Her ne olursa olsun işlenen hiçbir suçun cezasız kalmaması, tüm suçluların hesap vermesi için ve bu suçların unutulmaması, ötelenmemesi için mücadeleye kararlılıkla devam edeceğiz.
YURTTAŞLARA ÇAĞRI: ‘SAKIN UMUTSUZLUĞA KAPILMAYIN’
Bildiğiniz gibi çok uzun zamandır ülkenin temel gündemlerinden birisinin, en önemli, en yakıcı gündemin yurttaşların, milyonlarca emekçinin yaşadığı açlık, yoksulluk ve sefalet koşulları olduğunu sıklıkla söylüyoruz ve bu konuda bir duyarlılık yaratmak, yurttaşın yaşadığı sorunları yerinde görmek üzere de sistematik biçimde emekçi semtlerinde pazarlardayız. Yurttaşlarla buluşuyoruz, gözlemlemeye çalışıyoruz, dinliyoruz, anlamaya çalışıyoruz, gördüklerimizi anlatmak için bir çaba sarf ediyoruz. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, emekçi mahallelerin tümünde yurttaşlar aynı dertlerle, açlıkla, yoksullukla boğuşuyor ve biz de buna lanet ediyoruz. Bunun kader olmadığını biliyoruz, görüyoruz, değiştirmek için yurttaşlarımızı birleştirmeye çalışıyoruz.
Ama bu hafta açlık ve yoksulluk anlatmayacağım. Pazar günü Gazi mahallesindeydim. Gazi Mahallesi’ndeki emekçilerin, yurttaşlarımızın kendilerine dönük sevgimizi, saygımızı, bağlılığımızı arttıran, umudumuzu büyüten bir tabloyla bizi karşıladığını burada paylaşmak istiyorum. Her yerde olduğu gibi çok derin yoksulluk yaşıyor yurttaşlarımız. Bu konuda çok öfkeliler ama belki bundan daha fazla, bir grup şerefsizin yeni doğan bebeklerin ölümüne neden olmalarına duydukları öfkeyle karşımıza çıktılar, bu öfkeyi ifade ettiler. Gazi sokaklarında, pazarında öfke vardı, lanet ediyorlardı, kızgındı yurttaşlar ve açık söyleyeceğim, biraz da kırgın olduklarını gözlemlediğimi paylaşmak istiyorum. Bu vesileyle önce tüm yurttaşlarımıza bir çağrı yapmak istiyorum: Sakın ama sakın umutsuzluğa kapılmayın. Evet gördüğümüz şey gerçek, evet bu iktidar ülkemizi çürüttü, bu iktidar döneminde para için her şeyi yapabilecek bir canlı türü çok daha görünür hale geldi; ama biz de varız. Buna isyan eden, bunu kabullenmeyen, bunun hesabını sormak için gün sayan milyonlarca emekçi var bu ülkede. O yüzden kimse kendisini yalnız ve çaresiz hissetmesin, kimse umutsuz hissetmesin. Hep birlikteyiz, buradayız. Birlikte bu karanlığa, bu kötülüğe direneceğiz. Asla teslim olmayacağız ve sonunda mutlaka kazanacağız, hiç kimsenin şüphesi olmasın.
‘ESAS KAVGAMIZ PARA İÇİN DOĞAYI, HAYVANLARI, BEBEKLERİ KATLETMEYİ NORMALLEŞTİREN BİR İKTİDARLA’
Önce isimlendirmeyle başlayacağım, sadece bu isimlendirme bile nasıl bir karanlıkla karşı karşıya olduğumuzu bize gösteriyor. ‘Yenidoğan Çetesi’ diyorlar. Daha yeni doğmuş, gözlerini yeni açmış, birkaç günlük belki birkaç saatlik bebekleri para için öldüren, insan demeye dilimin varmadığı bir canlı türü… Şimdi bir adım geri çekilelim, bu iktidar, bugün ‘darbe girişimi’ diye mahkum etmeye çalıştıkları Gezi’de en üst noktasına gelmiştik, doğayı katleden bir iktidardı, ağaçları kesmeye çalışıyorlardı. Buna karşı direndik, direnmeseydik o ağaçları keseceklerdi. Hayvan katliamı için Meclis’ten yasa çıkartan bir iktidar, bu kadar utanmazlar. Doğaya, hayvanlara düşmanlıklarının yanına şimdi yeni bir şey eklediler, gözümüzün içine baka baka bebekleri öldürüyorlar. Ortada para için her şeyi ama her şeyi yapabilecek gözü dönmüş bir iktidar var, bu gerçeği hiç unutmamamız gerekiyor, esas kavgamız bu. Esas kavgamız para için doğayı, hayvanları, bebekleri katletmeyi normalleştiren bir iktidarla. Herkesin buna göre vaziyet alması lazım, yurttaşı buna göre vaziyet almaya çağırıyorum. Şimdi ‘çete’ diye adlandırıyorlar ve çete faaliyeti diyerek kendilerini çıkartmaya çalışıyorlar. Peki soralım, memleketin hangi alanında çete yok? Hangi kurumda, bürokrasinin hangi odağında çete yok? Bütün devlet kurumlarını tarikatlara, cemaatlere peşkeş çeken, bakanlıkları tarikatlara, cemaatlere paylaştıran bu iktidar değil mi? Yoksulluğu, eşitsizliği, sağlık ve sosyal politikalarda yetersizlikleri yaratan bu iktidar değil mi?
‘AKP’NİN ‘SAĞLIKTA REFORM’UNUN SONUCUNU YAŞIYORUZ’
Bakın değerli yurttaşlar, TÜİK rakamı söylemek zorundayım. 2022 yılında bebek ölüm hızı binde 9’ken 2023’te binde 10’a yükselmiş; 5 yaş altı çocuklarda binde 14,5’e yükselmiş. Toplam 51 ilde hem bebek hem 5 yaş altı ölüm oranı son derece hızlı biçimde yükseliyor. Sadece uluslararası bir karşılaştırma olsun diye söylüyorum, OECD ülkelerinin 3 kat üstünde. Bunları münferit olarak göremeyiz. Sağlık Bakanlığı verilerine göre Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulanmaya başlandı, 2023 yılında toplam hastane sayısı 246 iken bugün bu sayı 565 olmuş. Yani özel hastanelerin sayısı 2 buçuk kat artarken kamu hastanelerinde bu oran yüzde 20’yi bile bulmamış. Niye önemsiyoruz bu konuyu? AKP, hatırlayacaksınız, ‘sağlıkta reform’ dedi, ‘sağlıkta devrim’ dedi, ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ dedi ve sağlık politikalarındaki hamleleriyle iktidardaki yerini sağlamlaştırmaya çalıştı. İşte AKP’nin sağlıkta reformunun sonucunu yaşıyoruz…
‘BEBEK ÖLÜMLERİ TESADÜF YA DA BİR ÇETEYE MAL EDİLEBİLECEK ŞEYLER DEĞİL’
Bu yılın ağustos ayında Siirt’te, Nakşibendi tarikatının olduğu, AKP’yle ilişkilerin doğal olarak güçlü olduğu Aydın ailesinin Özel Hayat Hastanesi’nde yataklar boş olmasına rağmen SGK üzerinden milyonlarca liralık vurgun yapıldığı ortaya çıkmıştı. Geçtiğimiz nisan ayında başka bir özel hastanede 14 kişinin usulsüz işlem yaparak 147 milyon lira para çaldığı ortaya çıktı. Sayıştay’ın 2019 yılında yayınlanan raporunda, özel hastanelerde izinli ya da raporlu görünen doktorların sanki muayene ediyorlarmış gibi SGK’ya fatura kestiği ortaya çıkmıştı. Aynı raporda nitelikli sağlık hizmeti için muayene sayısı üst sınırlarına uyulmadığı, fizik tedavi biriminde toplam 16 olan günlük hasta sayısının aşıldığı ve 976 hasta girişi yapıldığı, 411 sigortalıya ölüm tarihinden sonra milyonlarca liralık hizmet faturası çıkartıldığı gibi örnekler var. 2016’da Urfa’da başka bir özel hastanede usulsüz işlemlerle kamu zararı uğratmış 500’den fazla sahte giriş yapılmış. Bunların sayısını arttırabiliriz, sadece örnek olsun diye farklı yıllardan seçerek söylüyoruz. Tüm bunların yaşandığı yerde bebek ölümleri tesadüf ya da bir çeteye mal edilebilecek şeyler değil.
‘RECEP AKDAĞ, MEHMET MÜEZZİNOĞLU, AHMET DEMİRCAN, FAHRETTİN KOCA, KEMAL MEMİŞOĞLU VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN SORUMLUDUR’
Bebekleri göz göre göre ölüme yollayan bu düzeni yaratan bu iktidardır. O yüzden ‘Bir çete bunları yaptı, bunlarla da hesaplaşacağız’ demeyi geçin. AKP döneminin sağlık bakanlarının tümü bu süreci sorumlusudur. İsim isim söylüyorum: Recep Akdağ sorumludur, Mehmet Müezzinoğlu sorumludur, Ahmet Demircan sorumludur, Fahrettin Koca sorumludur, Kemal Memişoğlu sorumludur ve elbette bunların hepsini bu göreve bir imzayla getiren Recep Tayyip Erdoğan bütün bu sürecin baş sorumlusudur. O yüzden geçtiğimiz haftalarda açıkladığımız Halk için Ekonomi Paketi’nin sağlıkla ilgili bölümünde tam olarak bunu anlatmaya çalıştık. Siz çetelere, tarikatlara bu memleketi peşkeş çekerseniz, para babalarına bu memleketi peşkeş çekerseniz, bebek ölümlerini kaçınılmaz olduğu bir ülke yaratırsınız. Bütün yurttaşlara şu çağrıyı yapıyorum: Yaşadığımız hiçbir şey münferit değil, hepsi birbiriyle ilişkili ve sağlığı, hastaneleri yaşam hakkımızı parayla alınıp satılır bir şey haline getiren bir iktidarın yarattığı ülke gerçeği.
‘BU FELAKETİN SORUMLUSU SİYASİ İKTİDARIN UYGULADIĞI EKONOMİ VE SAĞLIK POLİTİKALARIDIR’
O yüzden derhal, acil olarak yapılması gereken şeyleri söylüyoruz. Bir, çetelerle iş birliği yapan ve kapatılan özel hastanelerin geçmişe dönük bütün faaliyetleri incelenmeli, tüm mağdur aileler açığa çıkartılmalı. Öyle soruşturmayı sadece 3-5 kişinin üzerine yıkarak yapamazsınız. Bu katliamlara 19 hastane karışmış, 19’un 11’i kapatılmış ama 8’i hala aktif, çalışıyor. Açık söylüyorum, olayın yaşandığı dönem İl Sağlık Müdürü olan ve şimdi bakan olan Kemal Memişoğlu zaman kaybetmeden istifa etmelidir. Önceki bakan Fahrettin Koca’yla birlikte süreçteki sorumlulukları saptanmalı ve her ikisi de mutlaka yargılanmalıdır. Özel hastaneler… Arkadaşlar, özel hastane olmaz. Sağlığın parayla alınıp satılabildiği bir düzen olmaz. Hastayla doktorun, hastayla hastanelerin arasına parayı sokan bu anlayışı yok etmeliyiz. Bütün özel hastaneler derhal kamulaştırılmalı, halka ait hale gelmeli. Bütün özel hastanelerin kapatılması için vakit kaybetmeksizin harekete geçmeyen herkes bu bebek ölümlerinden sorumludur. Bunun meşrulaştırılmasından sorumludur. O yüzden karşı karşıya olduğumuz tablo her ne olursa olsun üzerinden atlanmaması, unutulmaması gereken büyük bir felakettir. Bu felaketin sorumlusu doğrudan siyasi iktidardır, onun uyguladığı ekonomi politikalarıdır, onun uyguladığı sağlık politikalarıdır. Bu konuda tüm yurttaşlarımızı harekete geçmeye çağırıyoruz. Ülkeyi bu anlayıştan bir an önce kurtarmamız gerekiyor.
‘TİP, YAKLAŞIK 60 YIL ÖNCE TÜRKİYE’DE İLK DEFA ‘KÜRT SORUNU VARDIR’ DEDİĞİ İÇİN 12 MART CUNTASI TARAFINDAN KAPATILMIŞ BİR PARTİYDİ’
Gelelim 1 Ekim’den bu yana yaşadığımız, sokaktaki herkesin ‘Neler oluyor’ sorusuyla karşıladığı gündeme. Şimdi, 1 Ekim’de Meclis açıldı. Türkiye İşçi Partisi olarak biz bu sürecin parçası olmadık ama Meclis açıldığından bu yana iktidar tarafından bir söylem üretilmiş durumda, ‘İç cepheyi tahkim edelim’ diyorlar, ‘1000 yıllık kardeşliğin kuvvetlendirilmesi’ gibi söylemler kullanıyorlar. Ben görüşlerimizi açıklamadan önce bir ön çağrı yapmak istiyorum. İlk söyleyeceğim söz şudur, hem iktidara hem muhalefete, tüm siyasilere, hatta teker teker tüm yurttaşlarımıza açık bir çağrı yapıyorum: Bu süreci özenle, akılla ve vicdanla değerlendirmek, buna göre söz kurmak gereken son derece önemli bir evredeyiz. Bunu bir sorumluluk olarak görüyoruz çünkü bugün adını taşıdığımız Türkiye İşçi Partisi, yaklaşık 60 yıl önce Türkiye’de ilk defa ‘Kürt sorunu vardır’ dediği için 12 Mart Cuntası tarafından kapatılmış bir partiydi. Türkiye İşçi Partisi bu sorunu 60 yıl önce tespit ettiği için, çözüm önerileri geliştirmeye çalıştığı için cuntacılar tarafından kapatılmış bir partidir. Dolayısıyla bizim yıllardır vermiş olduğumuz barış, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin gerçeğe ulaşması, gerçek kılınması bu hedefe varmak bizim en büyük amaçlarımızdan bir tanesidir. Türkiye İşçi Partisi barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük mücadelesinde yarım adım bile geri atmayacak. Biz bütün bu süreci bu sorumlulukla ele almaya çalışıyoruz.
‘BİZZAT İKTİDARIN KENDİSİ HEM ÜLKEMİZİN HEM BÖLGEMİZİN BEKA SORUNUDUR’
Bu sorumlulukla baktığımızda bölgemizin çok uzun süredir çalkantılı bir dönemden geçtiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. ABD’nin başında olduğu bir emperyalist sistem, Afganistan’da başlattığı işgal politikalarıyla, bunu Irak’ta devam ettirerek, Suriye’yi harap ederek, Filistin topraklarındaki siyonist işgali kalıcılaştırmak için çeşitli adımlar atıyor. İran sürekli tehdit altında. O yüzden başlarken şöyle söyleyelim, Türkiye’de egemen güçler, bu iktidar ve para babaları, bütün bu sürecin ya parçası oldular ya da bütün bu sürecin parçası olmak için canla başla çalıştılar. Bunun adı bir dönem ‘Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığı’ oldu, bir başka dönem Irak’ın işgaline ortak olma hevesiyle Meclis’e tezkereler getirdiklerini hatırlıyoruz, bir başka dönem ‘Emevi Camii’nde namaz kılma’ hayalleriyle Suriye’ye dönük operasyonun öncü müfrezesi haline gelmiş bir iktidardan söz ediyoruz. Sınır ötesi operasyonlardan söz ediyoruz, bugün bir başka dönemde İsrail’le ticaretten söz ediyoruz, Filistin’e ürün gönderiyormuş gibi yapıp İsrail’e askeri teçhizat olarak kullanılabilecek mallar satan bir iktidardan söz ediyoruz. Burada dikkat çekmek istiyorum, yıllar boyunca Türkiye’yi bu sürecin parçası kılmak için ellerinden geleni yapanlar, şimdi bir süredir İran üzerinden yeni kargaşalar yükseltmekle de meşguller. O yüzden iktidar ve onu destekleyen güçler bize ‘beka sorunu’ gibi laflarla gelmesinler. Bu laflara karnımız tok. Onların, bölge ülkelerinin ve halklarının karşı karşıya kaldığı tüm işgallerin ve tüm harekatların parçası olduklarını biliyoruz. Bizzat kendileri hem ülkemizin hem bölgemizin beka sorunudur. Onlar için bölgede akan kan, gözyaşı, ancak ve ancak yeni hamleler için fırsatlar oluşturur. Onlar ağlamazlar, timsah gözyaşları dökerler.
‘BAHÇELİ, AYNI KONUŞMADA ‘KÜRT SORUNU YOKTUR’ DEDİ’
Şimdi de bölge sorunlarından yola çıkarak, buna bağlı olarak bir ‘iç cephe’den söz ediyorlar. Bu çerçevede dün Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı tarafından bizzat Abdullah Öcalan kastedilerek ‘Tecriti kaldırırlarsa gelsin DEM Parti grubunda konuşsun’ ifadeleri kullanıldı, gerekiyorsa radikal adımlar atılabileceği ima edildi. Ben sözlerime başlarken bu konuşmaya biraz daha yakından bakma çağrısı yapıyorum. Örneğin aynı konuşmada ‘Kürt sorunu yoktur’ denildi, aynı konuşmada İstanbul Barosu’nun yeni seçilen değerli başkanı İbrahim Kabuoğlu tehdit edildi, aynı konuşmada bebekleri öldüren bu zalim sağlık sistemi, bu kahrolası piyasa sistemi ve onun bakanı savunuldu. Şimdi biz bu söylenenlerden hangisine inanacağız? 1 Ekim’den bu yana devam eden bir süreçten bahsediyoruz ve Kürt sorunu eksenli olarak Bahçeli’nin attığı adımlar, söylediği sözler tartışılıyor ama bir noktaya dikkat çekelim. 1 Ekim günü Bahçeli başka bir sözüyle daha gündeme geldi. Akşam Meclis açılışının ardından gerçekleşen resepsiyonda Özgür Özel’in yanına gitti ve ‘Siyaseten söylüyoruz bu cümleleri, kırılmıyorsunuz değil mi?’ diye bir cümle kurdu. Bunun üstünden atlayamayız. Anlaşıldığı kadarıyla onlar için siyaset makam, mevki, para, çeşitli anlamlara gelebiliyor. Bugün öyle, yarın böyle konuşmayı ‘Siyaseten söyledik’ diye açıklayabiliyorlar ve üzülerek ifade ediyorum, halkın en büyük acılarını bile iktidar oyunlarına alet edebiliyorlar.
‘TÜRKİYE’NİN BİR KÜRT SORUNU VARDIR, BİR DE FAŞİZM BELASI VARDIR’
Bizim siyasetimiz gerçeklerdir. Biz her hal ve şartta inandığımızı, gerçekleri konuşuruz. Biz oyun oynamak, siyaseten söylenen sözler üzerine günler geçirmek değil gerçekleri konuşmak istiyoruz. Nedir bu gerçekler? Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu demek Kürt’ü sorun olarak görmek değildir. Kürt sorunu, Kürtlerin varlığını yıllarca inkar etmek, yıllar boyu ‘Kürt yoktur, Onlar dağdaki Türklerdir’ diyerek bir halkı aşağılamaktır, Kürtçeyi inkar etmektir, Kürt’ün siyasi tercihlerini veya etnik kimliğini yok saymak, ona tankla tüfekle, topla saldırmak demektir. Kürt sorunu, MHP’nin fikirlerinin iktidarda olduğu 12 Eylül’de, Diyarbakır zindanında yaşananlardır. Kürt sorunu köy boşaltmalardır, kayyumdur, tecrittir, siyasi tutsaklıktır. Kürt sorunu sırf barış istedi diye binlerce akademisyeni KHK’lerle işten çıkartmak, ülkeyi terk etmeye, açlığa, intihara sürüklemektir. Sınırların binlerce kilometre ötesindeki Türkleri bu ülkenin ve onun devletinin bir parçası sayarken, Kürtleri ikinci sınıf yurttaş haline getirmektir. Kürt sorunu Van’daki, Diyarbakır’daki, Şırnak’taki işsizliktir, yoksulluktur, açlıktır. ‘Kürt sorunu yoktur’ dersen, bu sorunların hepsini yok sayarsın, bu sorunları dile getirenlerin üzerine de tankla, tüfekle, silahla gidersin, inkar edersin, inkar etmeyi şart koşarsın. İşte bunun adı da sıradan faşizmdir. Onlar bunu yutturmaya çalışabilirler ama biz yemeyiz. Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır, bir de faşizm belası vardır. Onlar, iktidar sahipleri, Ortadoğu’da kan dökülmesini fırsat görürler, onlar savaşlara bakıp ‘Nasıl silah satarız’ diye düşünürler, onlar enkaz altındaki topraklara bakar, ‘İnşaat ya Resulallah’ deyip ihale almaya koşarlar, onlar ‘Su akarken testi doldurulmalı’ diyerek kurdukları Saray Rejimi’ni, suç rejimini nasıl yürüteceklerini düşünür, buna göre plan yaparlar. Ama biz her hal ve şartta barış isteriz. Biz Kore’ye asker gönderildiğinde de barış istedik, biz kimse silahlara başvurmasın istedik, biz yaşamı savunduk. Biz sıvasız evlerin yoksul çocukları sınır ötesi operasyonlarda ölmesin, o evler bir de acıyla bir kez daha yıkılmasın istiyoruz. Bunun için bugüne kadar bedeller ödedik, bedeller ödemeye devam ederiz.
‘BARIŞ, KİRLİ GEÇMİŞLE HESAPLAŞARAK VE ADALETLE GELİR’
10 Ekim’de yan yan olduğumuz yurttaşlarımız sadece barış istedikleri için katledildi. O katliamda hedef hepimizdik. Bu iktidar katliamlara göz yumdu. Barış, kirli geçmişle hesaplaşarak; barış, adaletle gelir. Barış özgürlükle gelir, barış emeğin hakkını almasıyla gelir. Çok açık söylüyoruz: Biz barıştan yanayız ve iktidara soruyoruz, siz neyden yanasınız? Türkiye İşçi Partisi yaşamı savunur, bebeklerin ölmediği bir ülkeyi savunur, gençlerin savaşa gönderilmediği, tüm bölge halklarının barış içinde yaşadığı bir ülkeyi savunur. Tekrar ediyorum, biz barıştan yanayız. Bu ülkede barışı getirecek olanın Türk ve Kürt emekçilerinin birliği, kardeşliği olduğuna inanırız. On yıllardır süren omuz omuza mücadelemiz, barışın en ufak bir ihtimal olduğu zamanlarda bile barışa dair umutlarımızı hep ama hep diri tutmuştur. Emek ve Özgürlük İttifakı bunun için kurulmuştur. Kürt halkının siyasi temsilcileriyle yan yana gelip konuşmaktan, birlikte iş yapmaktan bir an olsun çekinmedik. Aksine, memleketin dört bir yanında ülkenin özgürlüğü için, adalet için, barışın neden gerekli olduğunu anlatmak için, bunların nasıl mümkün olabileceğini paylaşmak için çabaladık, durduk. Şimdi buna devam edeceğiz.
‘SINIR ÖTESİ OPERASYONLAR, REKOR SEVİYEDEKİ SAVAŞ VE SAVUNMA BÜTÇELERİ BİZİ KARDEŞLEŞTİRMEZ’
Silahların değil halkın temsilcilerinin konuştuğu bir ülke hayalimizi anlatmaya devam edeceğiz. Biz açığız ve herkese açık olma çağrısı yapıyoruz. Ajandasını halktan kaçırmaya kimse kalkışmasın, şeffaf bir şekilde, halkın gözü önünde, kim ne istiyorsa bunları bilelim. Meclis bunun için var, herkes gelsin derdi neyse Meclis’te anlatsın. Kim sahtekar, kim fırsatçı, kim samimi hepsi ortaya çıksın. Şeffaflık ve somut adımlar, bunun ortaya çıkması için ön şarttır. Mesela, barış isteyen binlerce KHK’li akademisyen işlerinden edilmişken, Kürt sorununun çözülmesini istedi diye siyasiler zindanlarda tutulurken, yerel yönetimlere hala kayyumlar atanırken bu 1000 yıllık kardeşlik neredeydi? Sınır ötesi operasyonlar, rekor seviyedeki savaş ve savunma bütçeleri bizi kardeşleştirmez. Bunlar devam mı edecek? Yok öyle! Biz barış istiyoruz, biz kardeşlik istiyoruz. Kimsenin dili, etnik kimliği, cinsel yönelimi nedeniyle katledilmediği, baskı görmediği bir ülke istiyoruz. Biz ağzımız dolu dolu ‘Bu ülke Türklerin, Kürtlerin, tüm halkların birlikte kurduğu, barış içinde yaşadığı bir ülkedir’ demek istiyoruz, ‘Türkiye Cumhuriyeti bu halkların devletidir’ demek istiyoruz. Yurttaşlığı eşit yurttaşlık olarak görüyoruz ve öyle tarif ediyoruz.
GENÇLERE SESLENDİ: ‘KİM HALKLARI BİRBİRİNE DÜŞMAN ETMEK İSTİYORSA ONLAR HEPİMİZİN CAN DÜŞMANIDIR’
Değerli yurttaşlar, özellikle genç kardeşlerim, son bir söz de size dönerek, ağızlarından salyalar akıtarak savaş isteyenler için söylemek istiyorum, lütfen sözlerime kulak veriniz: Kim savaş, çatışma, silah istiyorsa, kim halkları birbirine düşman etmek istiyorsa onlar hepimizin can düşmanıdır, onlar NATO’cudur, onlar emperyalizmin gizli, açık işbirlikçileridir. Lütfen unutmayın, halkı birbirine düşürme derdinde olanlar asıl olarak bunlardır. Provokasyon, halkı galeyana getirme bunların uzmanlığıdır. Bunlar özel harp eğitimlerinden geçmiş, emperyalistlerin ve onun Türkiye’deki işbirlikçilerinin kullanışlı aparatlarıdır. Lütfen unutmayın, bölgemizde ne zaman Türk, Kürt, Arap, Acem bütün halklar yan yana durur, o zaman emperyalizm kaybeder. Ne zaman halklar birbirine düşürülür, onun tek bir kazananı olur, o da emperyalizmdir. O yüzden bugün Arap’ı hedef gösteren yarın Türkiye’yi hedefi haline getirir, bugün Kürt’ü hedef gösteren yarın Türk’ün hedef haline gelmesini sağlar. Bu coğrafya bize hasımlığı değil, barışı, kardeşliği mahkum ediyor, iyi ki de öyle oluyor. O yüzden ülkenin dört bir yanındaki genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Kardeşlerim, bu coğrafyanın kaderini kanla, şiddetle, gözyaşıyla değil emekle, adaletle, özgürlükle, barışla yeniden yazmak sizlerin ellerindedir.
‘BUGÜN ÇOK DAHA GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE, TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ İÇİN TALEPLERİMİZİ DİLE GETİRECEĞİZ’
Hepimizin şunu bilmesi lazım, nasıl dün Kürt illerine kayyumlar atanırken, siyasiler zindanlara atılırken, kentler bombalanırken, Türkiye’nin batısında laiklikten, demokrasiden, özgürlükten bahsedemiyorsak bugün de bebekler katledilirken, emekçiler katledilirken, kadınlar katledilirken bu memlekete barış gelmez. Bu ülkede barış sağlanmalı ve biz hep birlikte, Türk ve Kürt emekçileri, bunun için mücadele etmeliyiz. On yıllardır süren birleşik mücadele bize bugün hala barış umudumuzu dimdik ayakta tutma gücü ve enerjisi veriyor. Bunun nasıl olabileceğini bugüne kadarki deneyimlerimizle biliyoruz ve Saray Rejimi’nin planlarını, Saray Rejimi’nin kendi iktidar koltuğunu korumak için her şeyi yapabileceğini de geride kalan yıllarda deneyimlemiş durumdayız. O yüzden, onlar kendi dar amaçları için barış olasılığını bertaraf etmeyi bile göze alıyorlarsa, biz bunun karşısına daha yüksek sesle barışı haykırarak çıkmak zorundayız.
Bitirirken şunu söyleyeyim: Açıklık istiyoruz, şeffaflık istiyoruz, somut adımlar için tüm toplumsal muhatapların, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, siyasi güçlerin ve emekçi halkın dahil olabileceği toplumsal zeminlerin yaratılmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz. AKP iktidarının süreci kendi dar siyasi amaçları için, küçük hesapları için, kendisine can suyu olarak kullanmasına asla izin vermeyecek bir tecrübeye, deneyime, birikime sahibiz. Bugün çok daha güçlü bir şekilde, Türkiye’nin demokratikleşmesi için taleplerimizi dile getireceğiz, bunların mücadelesini çok daha güçlü biçimde vereceğiz. Barışı savunmaktan asla bir adım geri durmayacağız. Kayyum politikalarının derhal son bulması için, ihraç edilen barış akademisyenlerinin görevine dönmesi için, Kürt halkını ötekileştiren, şeytanlaştıran, Kürt halkına selam verenleri dahi kriminalize eden bu zihniyetin geri püskürtülmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz. Barışa dair sürecin de Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde şeffaf ve açık biçimde yürütülmesini savunacağız.”