YENİ OSMANLICILIĞIN ŞİFRELERİ ve AKP POLİTİKALARI
Ali Galip Mamal
Değerli dostlar;
Bu yazımızda AKP’nin yeni Osmanlıcılık , fikrinin ne anlama geldiğini, yeni anayasa çalışmaları, Türk milleti tanımı, sözde barış süreci, başkanlık sistemi ve şimdilik Suriye, ilerleyen aşamalarda ise Güney Irak (maliki yönetimi) ve İran’la (şii topluluklar) ilişkilerde neyi amaçladığına, tarihin penceresinden bakmaya çalıştım.
Yazımın güncele nasıl uyarlanabileceği bölümünü ise, siz değerli okurların takdirine bırakıyorum.
1500’lü yıllarda Anadolu’da iki büyük devlet egemenlik yarışı için rekabet halinde idi. Bu devletlerden biri Osmanlı İmparatorluğu, diğeri ise Safavi devleti . İki devletinde temel amaçları , egemenlik alanlarını (topraklarını) büyütmek ve İslam coğrafyasının liderliğini almaktı.
Safavi devleti tarihte ilk kez Şii On ikiciliği ( 12 imam ve Caferilik) devletin resmi mezhep’i olarak kabul etmiş ,ehlibeyt (Peygamber soyundan gelenler) iddiası ile İslam liderliğinin kendilerine hak olduğu iddiasını savunmuşlardı. Safavilerin bu inanç sistemine karşılık, Osmanlı imparatorluğu ise Hanefi mezhep’inin Sünniliğini esas alan bir inanç sistemine sahipti.
Bu iki devletin inanç farklılıkları yanında , birçok ortak özellikleri vardı. Her iki devletinde kurucuları Türkmen boyları idi, Hakimiyet alanlarındaki halk Oğuz ve Azeri Türkmenlerinden oluşuyordu. 1500’lü yıllarda her iki devlette resmi olarak Türkçe konuşuyordu. (Oğuz ve Azeri lehçeleri, bugünkü Türkçemize en yakın dil). İlerleyen yıllarda Safaviler , İran perslerini yenerek egemenlik alanlarını daha da genişlettiler, bunun etkisiyle Farsça da dillerini etkilemeye başladı, Osmanlılarsa, İran ve Araplar üzerindeki otoritelerini iyice artırdılar ve dil olarak, Farsça ve Arapçanın da dilimize girmesine yol açtılar.
Safavilerin Devlet yönetim şekli mutlak monarşi idi.(yani yönetim birimlerinin tekbir merkez, kişi tarafından idaresi) Osmanlılarda da yönetim biçimi , arada farklı denemeler olsa da (1 ve 2 meşrutiyet) 1299’dan 1918’e kadar monarşik anlayıştı.
Aynı dili konuşan, Aynı Ahaliye sahip olan ve aynı dini inancı yaşayan bu iki kardeş devletin, aralarındaki siyasi ve coğrafi egemenlik mücadelesi, toplumuzda bugün bile devam eden ciddi çatışmalara ve ayrışmalara sebep olmuştur. İnsanlarımız, toplamı bizim tarihimizi oluşturan unsurlardan , bir kısmını öne çıkarıp diğer kısmını red anlayışına yönlendirilmiştir. (Alevilik- Sünnilik meselesi) insanlarımız birbirlerine kırdırılmıştır.
Bu kırılmanın temeli 1500’lü yılların başındaki ayrışmadan başlamaktadır. Osmanlı Padişahı 2. Beyazıt (1481-1512) aşırı genişlemiş olan Osmanlı topraklarını ve devam eden büyüme hayallerini, kendisinin de temsil ettiği, Türkmen boyları (TÜRKLÜK) eliyle gerçekleştiremeyeceğini düşünerek, daha geniş bir kitleyi kapsayacak olan İslam kimliğini (ümmet) öne çıkaran bir ulus politikası izlemeye başladı. Devletin Türk devleti değil, İslam devleti olduğu vurgulandı.Bu değişim Anadolu’daki Osmanlı tebası olan birçok Türk boyunu rahatsız etti, orta, doğu ve güney Anadolu başta olmak üzere, birçok bölgedeki isyan ve kalkışmaların temelini oluşturdu.
Ayaklanan Türkmen boylarının yerine, takviye edilecek yeni unsurlar arandı. 2. Beyazıt Safavilerin yıkarak kendilerine bağladıkları Akkoyunlu devletinde, divan görevine kadar
yükselmeyi başaran Nakşibendi Şeyhi İdris-i bitlisiyi, İstanbul’a çağırarak projeler üretmeye koyuldu.
Bu ortamı fırsat bilen Safavi devleti de, Osmanlının İslam Ulusu (Ümmet) projesine karşılık olarak, Anadolu’da hakim olan Türkmen beylerinin sempatisini kazanarak, destek bulabilmek amacı ile Türkmen kartını ortaya sürdü. Safavi devleti , devletin resmi dilini Türkçe olarak kabul etti. Hayatın her alanına Türkmen Kültürünü yaymaya çalıştı.
Yıktıkları ve egemenlikleri altına aldıkları, Akkoyunlu Türkmen devletinin izlediği projelere , paralel projeleri hayata geçirdi. Bu taktik Anadolu Türkmenleri üzerinde büyük bir sempatiyle karşılanıyordu. Tek sıkıntı dini inançlarda düğümleniyordu. Safaviler , Şii Caferiye inancına sahiptiler ve ehlibeyt (peygamber soyundan gelme) iddiaları vardı. (kısmi Fars’i ve Arabi bir anlayış) Oysa Anadolu’daki hedef kitle Türkmenlerdi, ehlibeyt olmazlardı.
Burada yeni bir anlayış devreye girdi ve Şii, Alicilik anlayışı Anadolu’ya, Ali’yi sevenler, Aliciler, Aleviler şeklinde yansıtılarak, taban bulmaya çalıştı. Bu yeni anlayış birçok Türkmen boyunu ciddi şekilde etkiledi. Bu değişim o kadar taraftar buldu ki, 20’yi aşkın Türkmen boyu, binlerce kişiyle beraber Tebrize gidip, 1501 yılında, 14 yaşındayken Şah İsmail’i , Safavi devletini resmi olarak kurup , başına getirdiler. Şah İsmail , devlet yönetimi ve Askeri unsurlar yanında , siyasi ve edebi olarak ta, Şah Hatayi mahlasıyla, Türkçe şiir ve kasideler yazarak ,Anadolu Türkmenlerini etkileme politikası izledi. Akkoyunlu devleti ve akabinde kurulan Safavi devletinin izlediği bu Türkmenlik ve Türkçülük stratejisi yalnızca Osmanlı’yı değil, (dilde, inançta ve kültür üzerinde yarattığı etkilerden ötürü) bölgedeki pers,arap ve kürt unsurlar başta olmak üzere diğer etnik yapıları da çok ciddi rahatsız etmeye başladı. (İşte 2.Beyazıt ‘ın naksibendi şeyhi, şafi , İdris-i Bitlis-i yi İstanbul’a daveti bu döneme denk gelir).
1. Selim , diğer adıyla Yavuz Sultan Selim, şehzadeliğini Trabzon’da vali olarak geçirdiği için bu gelişmeleri yakından izliyor ve Osmanlı açısından , ciddi sıkıntılar yaratan bu sorun için projeler üretiyordu.
1512 yılında Kırım Hanı Mengli Giray’dan destek alıp, babasını devirerek Osmanlı tahtına çıktı. Safavilerle olan sorunu halletmek için çalışmalara başladı.
Safavilerle girişeceği bir savaşta, bölgedeki Türkmenlerin (başlarına 12 köşeli kırmızı börk taktıkları için Yavuz dönemiyle beraber, tarihimize isimleri Kızılbaş Türkmenleri veya Kızılbaş Alevileri olarak geçer). Safavileri destekleme ihtimali Yavuzu çok endişelendiriyordu. Bu dönemde, babası Beyazıt’a da akıl hocalığı yapan Nakşibendi şeyhi-İdris-i Bitlis-i bir aktör olarak tekrar sahneye çıktı. Yavuz, İsmail’le savaşmadan önce, alan temizliği görevi Bitlis-i ye havale edildi. Bölgedeki aşiretleri toplayıp ittifak kurmalarını sağlayan Bitlis-i , bu bölgede 40.000’in üzerinde Türkmen alevisinin (Kızılbaş) öldürülmesini sağladı. Rahatlayan ve tehditlerden arınan bölgede , Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail 1514 yılında Çaldıran ovasında karşılaştılar. Sayıca ve imkanları itibarıyla çok güçlü olan Osmanlı Ordusu Safavileri yenerek, bozguna uğrattı , tehdit dönemlerini sonlandırdı. Çaldıran savaşından sonrada hizmetlerine devam eden Bitlis-i, bu coğrafya da, 30.000’in üzerindeki Türkmen’in katline devam etti. Canlarını kurtarmak için kalan Türkmenlerse, doğuda Azerbeycan, batıda ise orta Anadolu bölgelerine kaçarak dağıldılar.
Kaynak eserlerde adı Şeyh İdris-i Bitlis-i (1457-1520) kürt kökenli Osmanlı Devlet adamı, olarak geçen şahıs;
Farsça yazdığı Selim name adlı eserinde, yandaşlarını Kızılbaşlarla savaşa teşvik ettiğini, onların kılıç zoruyla, Kızılbaşları temizlemek için yemin ettiklerini ve bu arada 70.000 kızılbaşı öldürdüklerini , diğerlerini kaçmak zorunda bıraktıklarını iftiharla anlatır.
Doğal olarak Yavuz , kılıç dahi sallamadan, o bölgelerin tehditlerden (Türkmen boyları) temizlenmesini sağlayan Bitlis-i yi ödüllendirir.
Bu ödül , Türkmenlerden temizlenen bölgelerin , yayınlanan fermanlarla Kürt beylerine verilmesidir. (bölge bu dönemden sonra Kürdistan diye anılmaya başlar). Diyarbakır (o dönemdeki adı Amid) vilayeti başta olmak üzere , bölge 19 sancağa bölünüp tamamının başına Kürt Vali ve Sancak beyleri atanmıştır. İlerleyen yıllarda aynı etnik temizlik çalışmaları devam etmiştir.
İlginç olan şu ki ; o döneme kadar, Eyalet sistemiyle yönetilen Osmanlı da, mutlak monarşi yani tek merkezlilik ilkesi çiğnenmezken, Bitlis-i ye dağıtılması için verilen topraklara özel bir statü tanınmış , özerk federal bir sisteme geçilmiştir. Kürt beyleri tarafından yönetilen bu bölgelerde, yönetim babadan oğüla geçecek şekilde , yani süreklilik arz ettirilerek düzenlenmiş ve Yavuz eliyle özerk bir eyalet sistemi oluşturulmuştur. Feodalite ve Aşiret sisteminin o bölgelerde yeşererek devam etmesine sebep olan bu yapı , 1840’lara kadar sürmüştür.
Projesi başarılı olan Yavuz, doğu tehdidini bertaraf ettikten sonra , 1517-1520 yılları arasında , Rıdaniye muharebesiyle , memlük sultanlığını da yıkarak, Hilafeti almış ve ilk Osmanlı halifesi olmuştur. Halife Yavuz , teslim aldığı kutsal hazinelerden , Sancak-ı Şerif’i (Peygamber efendimizin sancağı , özel bir kılıf da saklanan ve sadece devletin maruz kaldığı ciddi ayaklanma ve kalkışmalarda, birliği tesis etmek için kullanılan sancak) sıklıkla kullanmaya başlayarak İslam’ın ve Osmanlı’nın simgesi bayrak haline dönüştürmüştür. Bir başka uygulaması da, temeli dedesi Fatih ve Babası Beyazıt tarafından atılan , Türkçe yerine yeni dil arayışı olmuştur. O zamana kadar kullanılan Türkçe yerine , hitap ettiği coğrafyanın ortak dili olmasını savunduğu Osmanlıcayı, teşvik etmiştir. Osmanlıca, Türkçe, Arapça ve Farsça’nın kelime ve gramerlerinin ortak olarak kullandığı bir dil olarak tasarlanmış, ancak teknik alt yapısı olmaması ve halka yabancılığı nedeniyle İstanbul’da, saray çevresinde , kısıtlı bir grup tarafından, daha ziyade edebi bir dil olarak (Divan edebiyatı) kullanılabilmiştir. Bu uygulama aynı zamanda , bir topluluğa ait ilk ve tek çift dil uygulaması olarak tarihe geçmiştir. Bir başka detayda ,Osmanlı tebalarına, zaten var olan dillerini kullanmada, ,(Arapça,farsça ,Kürtçe gibi…)herhangi bir engel çıkarılmamış,Osmanlıca sadece Anadolu Türkmenlerine dayatılan bir dil olmuştur….
15. yüzyılın ortalarından itibaren , Osmanlıca yaygınlaştırılmaya çalışılmış , fakat kullanımı , saray çevreleri ve medreseler dışına taşınamamış , Halk bugün kullandığımız Türkçe’yi kullanmıştır.
Devamında gelen padişahlarda, (Sultan Süleyman ve Seyhülislam Ebus suud ilişkisi ve meşhur fetvalar vb) Yavuz projelerine devam etmişlerdir.
Bu konuyu burada bırakalım dostlar
KISA KISA NOTLAR ……….
Tarihi 1389 (1. Kosova Savaşına kadar dayanan )1793-1844 yılları arasında Osmanlı donanma bayrağı olarak kullanılan , ay yıldızlı bayrağımız , 1844 yılında Devletin resmi bayrağı olmuştur.
1890 yılında Abdülhamit’in onayı ile, 1891 yılında yönetmeliği çıkartılarak, Hamidiye alayları kurulur , ağırlıklı Şafilerden oluşan alaylar , Osmanlı- Rus harbinde fayda sağlamak için yapılandırılır . Ancak asıl görevlerini ifa etmek yerine , daha ziyade bölgedeki Alevi ve Ermeni nüfuz üzerine seferler düzenlerler.
1892 yılında Aşiret mektebi Abdülhamid tarafından açılır. Sadece Aşiret çocuklarını eğitmek için İstanbul’da açılan okul 1907 yılında zararlı fikirlerin yayılmasına yol açtığı için kapatılır.
2. Meşrutiyet (1908) meclisi-mebusan oluşturuldu. Çok partili sistem denemesi yapıldı. ( ittihat ve terakki-Ahran fırkası)
23 Temmuz 1908 ikinci meşrutiyetten sonra ittihatçılar Hamidiye alaylarını dağıtıp silahlarını almak isterler , fakat başarılı olamazlar.
8 Ağustos 1909 meclisi-mebusan radikal değişikliklerden sonra , kanun-i esasiye (Anayasa)’yı kabul etti.
Kanunu-i esasiye 18. maddesi;
Devletin resmi dili Türkçedir. Bilmeyenler memuriyete alınamaz.
30 Aralık 1918’de Kürt teali cemiyeti kurulur, doğu illerinde şubeler açar, amaçları Bağımsız bir Kürdistan teşkil etmektir.1921 yılında TBMM tarafından kapatılır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULUŞU (29 EKİM 1923)
Halifeliğin kaldırılması ;3 mart 1924 devletin laikleşmesinin yolu açılır.
Türk dil devrimi (1928 Harf devrimi -1932 Dil devrimi) Osmanlıcanın sonu ve bugünki
Dilimize kavuştuğumuz devrim.
ŞİMDİ AKP ve TAYYİP ERDOĞANIN , BAŞKANLIK SİSTEMİ HAYALİ ve TÜRKİYENİN COĞRAFİK YÖNETİM BİÇİMİ (EYALET SİSTEMİ) ÜZERİNDEKİ DÜŞÜNCELERİNİ ve SON DÖNEMLERDE CEMEVLERİMİZE YÖNELEN SALDIRILAR , NETİCESİNDE ALEVİ YURTTAŞLARIMIZIN KATLEDİLMELERİNİ , BİRDE YUKARIDAKİ BİLGİLER IŞIĞINDA DEĞERLENDİRMENİZİ TEMENNİ EDERİM ……
Şimdilik hoşçakalın