DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu: TÜİK zengine çalışıyor

Example HTML page

Türkiye tarihinin en büyük bölüşüm krizinin yaşandığını söyleyen DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, TÜİK’in enflasyon rakamları üzerinden halkı yoksulluğa mahkûm ettiğini belirtti. Çerkezoğlu, “TÜİK enflasyonu eksik ölçtüğü sürece emekçinin ve emeklinin ekmeği küçülüyor” dedi. Yaşanan ağır tablonun “beceriksizlik ya da bürokratların iş bilmezliğinden” değil AKP’nin ekonomik ve politik tercihinden kaynaklandığını anlatan Çerkezoğlu, “Tercihler değişmediği sürece, bu düzen sürer” ifadelerini kullandı.

  • “Türkiye tarihinin gördüğü en büyük bölüşüm krizini yaşadığımız bu süreçte TÜİK yoksuldan alıp zengine veren, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan bir düzenin çarklarına uygun biçimde çalışıyor.” 
  • “Gıda enflasyonundaki artış, açlık sınırını da yukarıya çekiyor. Bütün çalışanları ve emeklileri yoksullukta eşitleyen bir politika izleniyor. Milyonlar açlık tehlikesi ile karşı karşıya. Bu zihniyetin değişmesi lazım.” 

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu Cumhuriyet Gazetesinin sorularını yanıtladığı mülakatta şu ifadelere yer verdi.

  • Enflasyon rakamını açıklayan TÜİK’in hesabının emekçiye faturası nedir?

Bugün Türkiye’de yıllardır ülkeyi yöneten siyasi iktidarın tercihleri nedeniyle temel ekonomik politikanın temelinde ücretlerin baskılanması yani emeğin ucuzlatılması var. Türkiye’de bütün emek gelirleri Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı resmi enflasyon verisi üzerinden şekilleniyor. TÜİK’in açıklamış olduğu resmi enflasyon rakamı milyonlarca işçinin emekçinin emeklinin ücretini ve yaşam koşullarını belirliyor yani TÜİK enflasyonu eksik ölçtüğü sürece, TÜİK enflasyonu hatalı ölçtüğü sürece milyonlarca işçinin emekçinin emeklinin sofrasındaki ekmek küçülüyor. Bu nedenle Türkiye İstatistik Kurumu’nun enflasyonu doğru ölçmesi son derece önemli. Bu da yetmez aynı zamanda büyümeden, milli gelir artışından payını alan bir ücret politikasına ihtiyaç var. Yıllardır tüm ücretler TÜİK‘in resmi enflasyon rakamı üzerinden belirlendiği için ve enflasyon da eksik ölçüldüğü için çalışanların, emekçilerin, emeklilerin ürettiğimiz değerden aldığı pay giderek daha fazla düşüyor. Milyonlarca işçinin emekçinin bu yüksek enflasyon karşısında daha fazla yoksullaştığı bir süreci yaşıyoruz. Ücretler çok hızla alım gücünü kaybediyor. Türkiye tarihinin gördüğü en büyük bölüşüm krizini yaşadığımız bu süreçte TÜİK de yoksuldan alıp zengine veren, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan bir düzenin çarklarına uygun biçimde çalışıyor.

  • Gelir gruplarına göre baktığınızda enflasyonun etkisi nasıl? 

Enflasyonun gelir gruplarına göre de hesaplanması son derece önemli çünkü Türkiye’de gelir dağılımı adaletsizliğinın çok arttığı bir dönemdeyiz. Yine TÜİK’in rakamlarına baktığımızda en zengin ve en yoksul yüzde 5’lik kesimler arasındaki gelir farkı 25 kata kadar çıkmış durumda. Dolayısıyla milyonlarca işçinin, emekçinin, emeklinin son derece düşük ücretlerle hayatını sürdürmeye çalıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Hane halkı harcamalarına baktığımızda milyonlarca çalışan, milyonlarca işçi, emekçi ve dar gelirli gelirinin %22’sini gıdaya, %22’sini kiraya yani barınmaya, %21’ine de işe ya da okula gitmek için ulaşıma harcıyor. 

‘MİLYONLAR AÇLIK TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA’

Yani dar gelirler açısından gıda, barınma ve ulaşım en temel ihtiyaçlar ve bu açıdan bakıldığında gıda enflasyonunun gelir gruplarına göre ölçülmesi  de son derece önemli. çünkü öncelikle hepimiz karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Bir yandan resmi enflasyonla halkın hissettiği gerçek enflasyon arasındaki makas giderek daha fazla açılırken, gıda enflasyonu açısından tablo daha da vahim. TÜİK’in en son açıkladığı haziran ayı gıda enflasyon oranı yüzde 53.9, fakat gelir gruplarına göre hesapladığımızda rakamlar daha çarpıcı hale geliyor. Araştırma dairemiz DİSK-AR TÜİK‘in ham verileri üzerinden düşük gelir gruplarının gıda enflasyonunu hesaplıyor.  TÜİK’in gıda enflasyonu ortalama yüzde 53.9 olarak açıklanırken, örneğin emeklilerin gıda enflasyonu yüzde 66.2. En düşük gelirli yüzde yirmilik grubun gıda enflasyonu ise yüzde 85. Gelir düştükçe gıdaya ayrılan pay oransal olarak artıyor, dolayısıyla gıda enflasyonundan yoksullar daha fazla etkileniyor. Yani aslında enflasyonun gelir gruplarına göre hesaplanması son derece önemli. Bugün Türkiye’de dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcaması olan açlık sınırı 10.000 TL’nin çok üzerine çıktı bu süreçte gıda enflasyonundaki artış, açlık sınırını da yukarıya çekiyor. Milyonlar açlık tehlikesi ile karşı karşıya. 

  • DİSK olarak, TÜİK’in madde sepetini açıklamamasını yargıya taşıdınız ve yargı sizi haklı buldu. Şimdi ne yapacaksınız?

TÜİK’in enflasyon hesabındaki eksik ölçümünün milyonlarca çalışan üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle DİSK olarak bu sürecin takipçisiyiz. TÜİK son bir yıldır başka bir şey daha yapıyor. TÜİK 1933 yılından beri enflasyonu hesaplarken baz aldığı, “enflasyon sepeti” diye bilinen veri sepetini geçtiğimiz bir yıldır açıklamamaya başladı. Bu tabii ki, TÜİK’in enflasyon verileri üzerindeki şaibeyi daha fazla artırdı. Çünkü bugün Türkiye’de yaşayan, nefes alan milyonlarca insan, 85 milyon her gün çarşıya, pazara, manava gittiğinde, bu ülkede gerçek enflasyonun, yani fiyat artışlarının ne kadar olduğunu yaşayarak görüyor. Böylesi bir süreçte madde sepetini bile açıklamadan enflasyon rakamı belirlenmesi, TÜİK verilerine olan güveni daha da azalttı. Biz DİSK olarak önce bilgi edinme hakkımıza dayanarak  enflasyon sepetini talep ettik. Reddettiler, paylaşmadılar. Bilgi Edinme Değerlendirme Kurumu’na başvurduk, talebimiz yine reddedildi. Ardından hukuki süreci başlattık ve dava açtık. Ankara 6. İdare Mahkemesi DİSK’in bu talebini haklı buldu. Ve mahkeme kararıyla TÜİK’in enflasyon sepetini DİSK’le ve bütün kamuyla paylaşması, görevinin bir gereği olarak tarif edildi. Ve bu yargı kararına rağmen, kazandığınız bu davaya rağmen Türkiye İstatistik Kurumu bu verileri açıklamamakta direniyor. 

‘TÜİK İTİRAF ETTİ’

En son 5 Temmuz’da bir kez daha TÜİK önünden seslendik. Enflasyonu doğru ölçmeleri ve verileri karartmamaları gerektiği yönünde çağrımızı bir kez daha ifade ettik. Bu basın açıklamasının bir gün öncesinde, 4 Temmuz’da Türkiye İstatistik Kurumu, bütün bu başvurularımıza yazılı bir cevap verdi ve verdikleri cevapta bu madde sepetini bizlerle paylaşamayacaklarını çünkü bu verilerin kendi ellerinde de olmadığını ifade etti! Aslında bu yazının kendisi bile, TÜİK’in bu baskılanmış enflasyon verilerini nasıl belirlediğinin, yani tümüyle iktidarın direktifleriyle belirlendiğinın açık bir itirafı niteliğindedir. Aklımızla dalga geçen bir yanıtla karşı karşıya kaldık. Eğer bu veriler TÜİK’in elinde yoksa enflasyonu  nasıl hesapladıklarını gerçekten merak ediyoruz. Yapılması gereken bellidir. Bu ülkenin en köklü kurumlarından bir tanesi olan, yüzyıla yakın bir geleneği ve birikimi olan Türkiye İstatistik Kurumu, enflasyon rakamını bu ülkede yaşayan herkesin yaşadığı ve hissettiği biçimde, gerçek olarak belirlemesidir. Ve bu belirleme üzerinden de ücretlerin enflasyon karşısındaki gerçek kaybınının giderilmesi ve milli gelir artışından da payını almasıdır. 

‘BÖLÜŞÜM KRİZİ YAŞIYORUZ’

Yaşadığımız bu bölüşüm krizini, Türkiye’de hızla artan gelir dağılımı adaletsizliğini giderebilmenin birinci yolu budur. Bununla birlikte, hiç kuşkusuz ki Türkiye’de çok adaletsiz bir vergi sistemi olduğunun da altını çizmek isterim. Bir yandan TÜİK’in bu baskılanmış resmi enflasyon rakamları üzerinden ücretlerin belirlendiği, diğer taraftan da kaşıkla verilenin kepçeyle, hatta kazanla geri alındığı adaletsiz vergi sistemiyle bugün Türkiye’de çalışanların, işçilerin, emekçilerin, emeklilerin, Türkiye halkının çok ciddi bir biçimde yoksullaştığı bir süreci yaşıyoruz.

‘HUKUKSAL OLARAK TAKİPÇİSİYİZ’

Özetle TÜİK’in hukuk tanımazlığına, yargı kararına rağmen verileri bizlerle, işçi sınıfıyla, kamuoyuyla, bilim insanlarıyla paylaşmamasına ilişkin olarak hem fiilen hem de hukuksal olarak bu sürecin takipçisi olacağız. Çünkü TÜİK’i bu haksızlıktan hukuksuzluktan vazgeçirmek, milyonlarca işçinin, emekçinin, emeklinin ekmeğine sahip çıkmak anlamına geliyor.

  • Türkiye’de emek ucuzladı mı, bunun ülkeye zararı nedir?

Türkiye’de emek ucuzladı çünkü 21 yıldır ülkeyi yöneten siyasi iktidarın temel ekonomik politikası, temel rotası Türk lirasının değersizleştirilmesi ve emeğin ucuzatılması üzerine kurulu. Bu nedenle, bugün Türkiye emeğin uzatıldığı ve ücretlerin baskılandığı bir sürecin çok ağır bir tablosunu yaşıyor. Bunun Türkiye açısından sonucu, milyonlarca işçinin, emekçinin, bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üretenlerin ürettikleri değerden yani milli gelirden payını alamadığı, giderek daha fazla yoksullaştığımız, yüksek enflasyon karşısında alımgücümüzün giderek daha fazla gerilediği ve gelir dağılımı adaletsizliğinin olağanüstü arttığı karanlık bir tablodur. Yine TÜİK’in verileri ile konuşursak, gelir dağılımına baktığımızda Türkiye’de emeğin milli gelirden aldığı pay geçtiğimiz yılın son çeyreğinde Cumhuriyet tarihinin en düşük oranlarını gördü. Bu dönemde Türkiye’de işçiler emekçiler toplam milli gelirin %25’ini alabildi. 2023’ün ilk çeyreğinde bu oran astronomik bir artış ile %38’e çıktı ama zaten TÜİK de bu artışın EYT nedeniyle yapılan kıdem tazminatı ödemelerine bağlı olduğunu söyledi. Yani bu tek seferlik geçici bir durum. Hepimizin yaşadığı gerçeklik ise Türkiye’de Türkiye milyonların çok ciddi bir biçimde yoksullaşması. Ve biraz önce de söyledigim gibi, düzenin bütün çarklarının zengini daha zengin, yoksul daha yoksul yapacak biçimde dönüyor olması… Bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Oysa bu ülkenin tüm değerlerini biz üretiyoruz; işçi sınıfı, emekçiler, beyaz yakalısı mavi yakalısı herkes, hepimiz çalışıyoruz, üretiyoruz… Ve bu ürettiğimiz değerden payımızı alabildiğimiz bir gelir politikası, bir ücret politikası, bir vergi politikasıyla Türkiye’nin yaşadığı bu bölüşüm krizini ortadan kaldırabilmek mümkün. Ve Türkiye’de herkesin insanca yaşayabileceği bir gelire, insanca çalışabileceğimiz bir çalışma hayatına ve çalışma hakkına ulaşabildiğimiz, demokrasinin tüm kurumları ile işlediği bir toplumsal düzen mümkün. Bizim mücadelemiz de bunun mücadelesidir.

  •  Ücretlere beklenen zam yapıldı ama alım gücünde değişim yok. Bu ücretler enflasyonu göz önüne aldığınızda ne kadar zamanda erir?

Burada temel mesele asgari ücretin ve diğer bütün ücretlerin kaç lira olduğu ya da bu ücretlere yüzde kaç artış yapıldığı değil alım gücüdür. Asgari ücretten başlarsak, aslında bir sembolik ücret olması gereken asgari ücret bugün Türkiye’de bir ortalama ücret haline gelmiş durumda. Çalışanların yarısından fazlası asgari ücretle hayatını sürdürüyor. Hatta üniversite mezunu gençlerimizin yarısı asgari ücretle çalışma hayatına başlıyor. Dolayısıyla bir ortalama ücret olan asgari ücret oransal olarak artırılırsa da gerçek enflasyon oranında artırılmadığı için, milli gelir artışından payını almadığı için ve Türkiye çok yüksek enflasyonlu bir sürecin içerisinde olduğu için, bütün ücretlere yapılan artışlar 1-2 ay içerisinde eriyip gidiyor ve uçuyor. Özellikle diğer ücretler asgari ücretle aynı oranda artırılmadığı için, daha az artırıldığı için Türkiye giderek daha fazla bir asgari ücretliler ülkesi haline geliyor.

  • Yapılması gereken nedir?

Asgari ücretin ve bütün ücretlerin gerçek enflasyon karşısında kaybını giderecek; büyümeden, milli gelir artışından payını alacak; açlık ve yoksulluk sınırı rakamları dikkate alınarak belirlenmesi ve yüksek enflasyonla da gerçek anlamda bir mücadele ile ekonomide toplam bir iyileşmenin sağlanmasıdır. Yoksa asgari ücrete ve bütün ücretlere ne kadar artış yaparsanız yapın ya da örneğin sendikalı işyerleri açısından en iyi toplu sözleşmeleri de imzalasak, daha o toplu iş sözleşmesinin mürekkebi kurumadan gerçekleşen fiyat artışlarıyla ücret artışları uçup gidiyor. 

‘YOKSULLUKTA EŞİTLENİYORUZ’

Şu anda bütün çalışanları, bütün emeklileri yoksullukta eşitleyen bir politika izleniyor. Yani herkesin asgari ücretli olduğu, tüm emekllierin en düşük emekli aylığı alarak hükümetin belirlediği rakama mahkum edildiği, bütün kamu çalışanlarının yine en düşük memur maaşı düzeyinde ücretlendirildiği, yani herkesi yoksullukta eşitleyen bir düzen söz konusu. Türkiye’de bunun değişmesi lazım bu zihniyetin değişmesi lazım.

  • Türkiye’de işçi sınıfının ücreti nedir, özellikle Batı ile karşılaştırdığınızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?

Türkiye tüm dünyada emeğin en ucuz olduğu ülkelerden bir tanesi. Asgari ücretin bir ortalama ücret haline geldiği ülkemizde, asgari ücretin dolar ve euro bazında karşılaştırması yaptığımızda Türkiye en düşük asgari ücretli ülkelerden bir tanesi. Çok değil bundan 8-10 yıl önce Türkiye’den daha düşük asgari ücreti olan 12 ülke varken şu anda Türkiye Avrupa’daki en düşük iki asgari ücretten bir tanesine sahip. Türkiye’de asgari ücretin yüksek olduğuna dair özellikle sermaye ve iktidar tarafından sıkça tekrarlanan iddiaların gerçeklikle bir ilgisi yok. Hem rakam olarak alım gücü olarak Türkiye en düşük asgari ücretli ülkelerden bir tanesi. Üstelik tekrar altını çizmek isterim ki; asgari ücret kapsamının bu kadar geniş olması Türkiye’de milyonların açlık sınırının altına çok hızla gerileyen bir asgari ücrete mahkum edilmiş olması anlamına geliyor. Örneğin son iki yıldır o kadar yüksek enflasyonlu bir sürece girdik ki asgari ücret yıl ortasında revize edilmek zorunda kalınıyor. Ama buna rağmen örneğin şu an 1 Temmuz itibari ile belirlenen 11.402 TL asgari ücret bırakın yoksulluk sınırının üstüne çıkmayı, 1-2 ay içinde açlık sınırının aaltına gerileyecek.

  • Gerçek enflasyon dikkate alınsa asgari ücret ne kadar olur?

Asgari ücreti konuşurken milyonlarca işçinin ailesiyle birlikte yaşamak zorunda olduğu bir ücreti konuşuyoruz. O nedenle Türkiye’de asgari ücretin belirlenmesi süreci devletin toplumla yaptığı en büyük toplu sözleşme sürecidir. Asgari ücret deyim yerindeyse Türkiye’de milyonları meselesidir ve memleket meselesidir. Asgari ücret belirlenirken bazı kriterlerin çok net bir biçimde göz önüne alınması gereklidir. Birincisi, sizin sorunuza da söylediniz gerçek enflasyon… Bunun için enflasyonun önce TÜİK tarafından doğru ölçülmesi ve gerçek enflasyon karşısında asgari ücretin kaybının mutlaka giderilmesi gereklidir. İkincisi, asgari ücretin ve tüm ücretlerin büyümeden, milli gelir artışından payını aldığı bir ücret politikasına ihtiyaç var. Eğer asgari ücret ve bütün ücretler milli gelir artışından payını alamazsa gelir dağılımı adaletini sağlamak mümkün olmaz ve herkesi yoksunluk da eşitleyen politikaları devam ettirmiş oluruz. Üçüncüsü, bugün Türkiye’de asgari ücret bütün uluslararası sözleşmelere aykırı bir biçimde tek bir işçi üzerinden belirlenmektedir oysa insan hakları evrensel bildirgesinden Avrupa Sosyal Şartı’na kadar tüm uluslararası sözleşmeler asgari ücreti işçinin ailesiyle birlikte geçinebileceği bir ücret olarak tarif eder.  Ama Türkiye’de asgari ücret hala tek bir işçi üzerinden belirlenmektedir. Dördüncüsü de, açlık ve yoksulluk sınırı rakamları dikkate alınmalı ve bir evde en azından iki kişi çalıştığı zaman o eve bir yoksulluk sınırı kadar gelir girmesi sağlanmalıdır. 

Biz asgari ücretle ilgili rakam önerimizi bu dört kriter üzerinden hesaplıyoruz ve şu an örneğin Haziran ayı itibari ile yoksulluk sınırının 34.000 TL üzerinde olduğunu düşünürsek asgari ücretin ne kadar olması gerektiği de ortaya çıkar. Yıl sonu itibari ile de yine aralık ayı rakamları üzerinden bu hesaplamaları yapacak ve asgari ücretle ilgili olması gereken minimum tutarı da yine bütün kamuoyuyla ve ülkeyi yöneten iktidarla paylaşacağız ve insanca yaşayabileceğimiz bir asgari ücret için mücadeleyi sürdüreceğiz. 

  • Kamu işçisi ile özel sektörde çalışan işçi arasındaki fark çok açıldı. Bunun dengesi nasıl sağlanmalı?

Türkiye’de bütünlüklü bir ücret politikası olmadığı için ve tüm ekonomik politikanın temelinde ücretlerin baskılanması olduğu için dönem dönem özel sektör ve kamu arasındaki ücret dengesizliği de artıyor. Örneğin seçimden önce kamu toplu iş sözleşmeleri çerçeve protokolü imzalandı ve orada seçim öncesi olmasının da etkisiyle bir artış yapıldı. Ve şu anda Türkiye’de kamuda çalışan işçilerin en düşük ücreti 18.000 TL civarında bir rakam olarak belirlendi. Bu kamu çerçeve protokolünün hala uygulanmadığı kamu kurumları da var; bazı üniversite hastaneleri, Aile Bakanlığı’na bağlı kurumlar başta olmak üzere… Ama bu yapılan çerçeve sözleşmeyle kamudaki işçilerin ücreti 18.000 TL olarak belirlenmiş oldu. Özel sektör açısından baktığımızda ise 1 Temmuz itibari ile belirlenen asgari ücret 11.402 TL. Ve özel sektörde sendikalaşma oranının ve toplu iş sözleşmesi kapsamının son derece düşük olduğunu, %5’ler düzeyinde olduğunu göz önüne aldığımızda milyonlarca işçinin asgari ücretle çalıştığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Yani özel sektörle kamu arasındaki ücretlerdeki makasın açlıldığını görüyoruz. Oysa olması gereken özel sektör kamu ayrımı olmaksızın bütün işçilerin ücretlerinin ve asgari ücretin insanca yaşayacak bir düzeyde olması. 

Kısa vadede, bizim yasalarımızda da var olan ama bugün kullanılmayan “teşmil” dediğimiz mekanizma işler hale getirilmeli. Yani bir iş kolunda, bir iş yerinde bir toplu iş sözleşmesi imzalandığında o toplu iş sözleşmesinin o işkolundaki diğer işçilere ve işyerlerine de uyarlanması anlamına gelen teşmil mekanizmasının işler hale getirilmesi ile Türkiye’de son derece düşük olan toplu sözleşme kapsamını genişletmek ve böylelikle ücretleri yukarıya çekmek ve Türkiye’yi bir asgari ücretliler toplumu olmaktan kurtarmak mümkün. Yani kamuda veya özel sektörde çalışan bütün işçilerin insanca yaşayacak bir ücrete sahip olabilmesi ulaşabilmesi için verilmesi gereken bir mücadele ve bu konuda atılması gereken yapısal adımlar var.

‘ASGARİNİN ALTINDA ÜCRET OLAMAZ’

  • Emekliler eskiden asgari ücretten fazla aylık alırdı. Şimdi ise emekli aylıkları asgari ücretin de altında, hatta açlık sınırında. Emekliler için nasıl bir ücret politikası yapılmalı? 

Türkiye’de hak sahipleri ile birlikte düşündüğümüzde 14 milyonu aşkın bir sayıyla aslında çalışanlardan sonra en büyük toplumsal grup emekliler.  Türkiye’de emeklilerin ücretleri özellikle 2008 yılında AKP tarafından yapılan yasal düzenlemeyle çok sistematik bir biçimde geriledi. 2008 yılında çıkarılan 5510 sayılı yasayla emekli aylıkların alt sınırı ve aylık bağlama oranı  ve emeklilerin milli gelirden aldığı pay düşürüldü. Böylece özellikle 2008 sonrasında emekli maaşları sistematik bir biçimde geriledi. Sizin de söylediğiniz gibi, örneğin 2000 yılında Türkiye’de en düşük emekli aylığı asgari ücretin 1.4 katıydı yani yüzde 40 daha fazlasıydı. Oysa bugün en düşük emekli aylığı asgari ücretin çok çok altında ve neredeyse yarısına kadar gerileyebiliyor. Dolayısıyla asgari ücretin bile çok altında, açlık sınırının çok altında ücretlerle yaşamaya çalışıyor milyonlarca emekli ve hak sahibi. Bu asla kabul edilebilir bir durum değil.

‘EMEKLİ AÇLIK SINIRININ ALTINDA’

Emekli aylıkları çok ciddi bir biçimde gerilediği için, biraz da tepkileri azaltmak için iktidar en düşük emekli aylığını açıklıyor. Ve bu şu anda en düşük emekli aylığı 7500 TL. Fakat gerçek aylığı 7500 TL’nin altında milyonlarca emekli var. Örneğin 5000 TL emekli aylığı olan bir kişinin aylığı 7500 TL’ye yükseltilmiyor. 5000 TL’nin üzeri Hazine tarafından 7500 TL’ye tamamlansa da kök aylık aynı kalıyor. Buda yapılan artışların sürekli olarak en düşük aylığın altında kalmasına sebep oluyor. Yani bütün emeklileri en düşük emekli aylığına doğru iten bir politika sürdürülüyor. Yine tepkileri biraz azaltmak için, yılda iki kez bayramlarda emekli ikramiyesi veriliyor. Ama 2018’den beri ikramiyelere artış yapılmıyor. Dolayısıyla bütün emeklileri, bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile çok altında, asgari ücretin bile çok çok altında ücretlere mahkum eden bir politika izleniyor. Oysa asgari ücretin altında ücret olmaz. Dolayısıyla en düşük emekli aylığının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi ve tüm aylıkların da aynı oranda artırılması, bayramlarıda verilen emekli ikramiyelerinin de asgari ücret düzeyine yükseltilmesi şart. 

‘EMEKLİNİN KAYBI GİDERİLMELİ’

Emekli aylıklarının ,yıllardır yaşadıkları bu kaybı da giderecek bir intibak yasasıyla yeniden düzenlenmesi ve böylelikle emeklilerin insanca yaşayacak bir gelire kavuşması sağlanmalı. 

‘ÖNCE ROTA DEĞİŞMELİ’

  • Kabineye ve ekonomi kurumlarına yapılan atamalara baktığınızda umut görüyor musunuz?

Özellikle ekonomik sorunların bu kadar ağırlaştığı, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığının bu kadar ciddi boyutlara ulaştığı bir süreçte ekonomiye dair büyük vaatler verildi ve büyük umutlar yaratıldı. Ama burada benim söyleyeceğim bir şey, ülkeyi yöneten iktidarın temel ekonomik politikalarının, temel rotasının, temel tercihlerinin değişmediği sürece ekonominin başına kimlerin getirildiğinin çok da bir önemi yok. Çünkü biz biliyoruz ki bugün yaşadığımız ağır tablo, yani yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, gelir dağılımı adaletsizliği, işsizlik, bütün bunlar ülkeyi yöneten iktidarın beceriksizliğinden ya da ekonomi bürokratların iş bilmezliğinden kaynaklanmıyor. Ülkeyi yöneten siyasi iktidarın, AKP’nin temel ekonomik tercihlerinin, sınıfsal ve siyasal tercihlerininin sonucu olan bir tabloyu yaşıyoruz biz bugün. Dolayısıyla esas olan bu tercihlerin, bu temel ekonomik rotanın değişmesidir. Tercihler değişmediği sürece, zengini daha zengin yoksul daha yoksul yapan bu düzenin çarkları öyle ya da böyle dönmeye devam eder. Dolayısıyla yeni ekonomi yönetiminine dair umutvar olmak mümkün değildir ve zaten seçimden hemen sonra akaryakıtdan, ekmeğe, çaya kadar her şeye gelen zamlar ve ardından da yaşanan bu krizin bütün faturasını daha fazla işçiye emekçiye halka yüklemeyi hedefleyen vergi düzenlemeleri, yani dolaylı vergilerin artırılması, bu konudaki tercihlerin değişmediğinin, tam tersine yaşanan krizin tüm faturasının işçilere emekçilere halka ödetilmeye çalışıldığının bir göstergesidir.

‘TÜRKİYE BU UTANÇ TABLOSUNDAN KURTULMALI’ 

  • Türkiye’de sendikalaşmanın önündeki engeller neler?

Bugün Türkiye’de her şey ama her şey işçilerin sendikalaşmasının örgütlenmesinin önünde engeldir: Yasalar, mevzuat, işverenlerin tutumu, devletin tutumu, en temel yasal ve anayasal bir hak olan sendikalaşma karşısında işverenlerin her türlü baskıyı uyguladığı süreçler ve bütün bunlara en hafif deyimiyle sessiz kalarak ortak olan bir siyasi iktidar… Yani öncelikle Türkiye’de sendikal mevzuatın tepeden tırnağa demokratikleştirilmesi, sendikalaşmanın ve toplu sözleşme ve grev hakkı başta olmak üzere sendikal hakların kullanımının önündeki tüm engellerin kaldırılması gereklidir. Bugün Türkiye’yi grevleri yasaklamakla övünen bir zihniyet yönetmektedir ve sendikalaşmanın, sendikal hakların kullanımını önündeki engeller Türkiye’de sendikalı işçi sayısını giderek daha fazla düşürmüştür. 

Bütün dünyada da neoliberal stratejinin temelinde işçi sınıfının örgütsüzlüğü durmaktadır ama biz Türkiye’de bunu daha ağır bir biçimde yaşıyoruz. 12 Eylül’den sendikalaşmanın önünde büyük engeller getirilmiştir; grev hakkının kullanımını önünde büyük engeller vardır. Ve bu nedenlerle, bugün Türkiye’de gerçek sendikalı işçi oranı yüzde 12. Her 100 işçiden sadece 12’si sendikalı ama toplu iş sözleşmesi kapsamı daha da düşük, özel sektörde bu oran yüzde 5’e kadar geriliyor. Bu tablonun değişmesi lazım.

  • Nasıl değişir?

Bunun için de tabii sendikaların da işçi sınıfının değişen yapısı ve özellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte yaşadığımız gerçeklikleri göz önüne alması gerekiyor. Sendikaların da kendisini tepeden tırnağa yenilediği ve bugünün ihtiyaçları üzerinden örgütlenme ve mücadele yöntemlerini yenilediği bir sürece ihtiyaç var. Ama asıl olarak sendikalaşmanın ve sendikal hakların kullanın önündeki engellerin kaldırılması ve bu kara tablonun ortadan kalkması lazım. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC her yıl bütün dünyada sendikal hakların ve işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülkeyi açıklıyor ve maalesef benim ülkem bütün dünyada sendikal hakların en kötü oldu on ülkeden bir tanesi. 8 yıldır aralıksız bir biçimde işçi hakları açısından en kötü on ülkeden birisi olmaya devam ediyoruz. Türkiye bu utanç tablosundan kurtulmalı. Bunun yolu da çalışma hayatının tepeden tırnağa demokratikleştirilmesi ve sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması. 

‘DEMOKRASİ İŞÇİNİN EKMEĞİDİR’

  • Sendikaların siyasete etkisi nedir?

Siyasete etki dediğimiz Türkiye’de işçi sınıfı başta olmak üzere bütün toplumsal kesimlerin karar mekanizmasına katılabildiği ve bunun sürekliliğini güvence altında olduğu gerçek bir demokrasinin inşasıdır.  O yüzden biz DİSK olarak “demokrasi işçinin ekmeğidir” diyoruz. Yani demokrasinin olmadığı yerde emeğin hakları olmaz; emeğin hakların olmadığı yerde de demokrasi olmaz. O nedenle asgari ücretten çalışma hayatımıza ve memleketin diğer meselelerine kadar işçi sınıfının söz ve karar sahibi olabileceği, bunun güvence altında olduğu gerçek bir demokrasi için mücadele veriyoruz

  • Sığınmacılar işçilerin ücretleri nasıl etkiledi?

Sermayenin ve iktidarın ücretleri baskı altına almaya yönelik politikalarında göçmen emeği de kullanıldı. Sığınmacıların daha ucuz, daha güvencesiz emek kaynağı olarak görülmesi ve kullanılması, Türkiye’de ücretler genel seviyesini düşürmeye yönelik politikalara hizmet etti. sığınmacıların kayıt dışı ve asgari ücretin bile altında çalışmaya zorlanması, mecbur bırakılmaları tüm ücretleri baskılayan politikaların önemli bir parçası oldu.      

  • Türkiye’deki milyonlarca işçi tüm bu olumsuz koşullardan kurtulmak için, ortak çıkarları doğrultusunda neden birlikte mücadele etmiyor?

Tabloyu tarif ettik: Hem örgütlenmen önündeki engeller, hak aramanın önündeki engeller hem de Türkiye’deki siyasi iklimin kendisi… Evet tüm bunların olumsuz etkileri var. İktidarın ve sermayenin işçi sınıfını bölmeye, parçalamaya ve böylece yönetmeye yönelik politikalarının etkisi var. Bu kadar olumsuz koşulları yaşanırken ekmeği için, hakları için, eşitlik, adalet, barış ve kardeşlik temelinde gerçek bir demokrasi için mücadele edenler de var; ve yeni bir toplumsal düzeni ve yeni bir toplumsal sözleşmeyi kurma mücadelesi de tüm zorluklara ve baskılara rağmen devam ediyor.

‘TÜRKİYE ÜCRETLİLER TOPLUMU’

Toplumunun dörtte üçü ücreti ile geçimini sağlıyor. Türkiye bir ücretliler toplumu haline geldi; bu hakikat de göstermektedir ki işçi sınıfı olmadan, işçi sınıfı örgütlü olmadan, ülkede demokratik bir değişimden, dönüşümden söz edilemez. İşçi sınıfı olmadan demokratik bir cumhuriyetin olmayacağı açıktır. O nedenle bizler tüm sınıf kardeşlerimizi, beyaz yakalısı mavi yakalısı tüm Türkiye işçi sınıfını,  sendikalı olmaya, DİSK’li olmaya ve işimize, ekmeğimize, emeğimize, çocuklarımızın geleceğine ve memlekete sahip çıkmak için yanyana omuzomuza mücadele etmeye çağırıyoruz.

ARZU ÇERKEZOĞLU KİMDİR?

1969’da Artvin’de doğdu. İÜ Tıp Fakültesi’nde eğitim gördü. İstanbul Öğrenci Dernekleri Federasyonu kurucu genel sekreterliği gibi görevlerde bulundu. Hekimliğe başladıktan sonra Tüm Sağlık Sen ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nda üç dönem şube başkanlığı görevlerini yürüttü. 2008’de Dev Sağlık-İş’te halen sürdürdüğü genel başkanlık görevini üstlendi. 2013’te DİSK Genel Kurulu’nda genel sekreter seçildi ve DİSK’in ilk kadın genel sekreteri oldu. 2018 Mayıs ayında DİSK Genel Başkanlığı’na seçilen Çerkezoğlu, bu göreve 14-16 Şubat 2020 tarihlerinde düzenlenen DİSK 16. Genel Kurulu’nda tekrar seçildi.

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir