Canan Kaftancıoğlu hakkında 17 yıl hapis istemi; Dava 6 Eylül’e ertelendi

Example HTML page

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Dr. Canan Kaftancıoğlu’nun 7 yıl önce yaptığı bazı sosyal medya paylaşımları nedeniyle yargılandığı davanın ikinci duruşması bugün görüldü. Kaftancıoğlu savunmasında, “Umarım, bir siyasetçinin fikir ve ifade özgürlüğüne asgari saygıyı duymayıp kamu gücü ve olanakları ile linç kampanyası başlatanlar karşısında ‘Olsun İstanbul’da hakimler var!’ demem mümkün olur” ifadesini kullandı. Savcı, Kaftancıoğlu’nun “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme”, “Silahlı terör örgütü propagandası yapmak”, “Kamu görevlisine hakaret”, “Türkiye cumhuriyeti devleti askeri teşkilatını aşağılamak” suçlarından 4 yıl 10 aydan 17 yıl kadar hapis cezasına çarptırılmasını talep etti.

CHP İl Başkanı Kaftancıoğlu hakkında, 2011 ve 2012 yıllarında paylaştığı tweetler gerekçe gösterilerek “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Türkiye Cumhuriyetini alenen aşağılama”, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme”, “Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” ve “Terör örgütü propagandası yapmak” suçlarından dava açıldı. Kaftancıoğlu, 17 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davada ilk kez, 23 Haziran İstanbul seçimlerinden beş gün sonra (28 Haziran) hâkim karşısına çıktı. Duruşma Kaftancıoğlu’nun talebiyle savunma için 20 gün ek süre verilerek bugüne ertelendi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da şikayetçi sıfatıyla yer aldığı davanın ikinci duruşması bugün saat 10.00’da Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda bulunan İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başladı.

Savcı, savunmasının ardından Kaftancıoğlu’nun “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme”, “Silahlı terör örgütü propagandası yapmak”, “Kamu görevlisine hakaret”, “Türkiye cumhuriyeti devleti askeri teşkilatını aşağılamak” suçlarından 4 yıl 10 aydan 17 yıl kadar hapis cezasına çarptırılmasını talep etti. Bir sonraki duruşma 6 Eylül’e ertelendi.

”DEMEK Kİ SEÇİMLERDE YARGIYI ÜZMÜŞÜZ”

”AKP YARGI ELİYLE SİYASETİ DİZAYN EDİYOR”

AKP vesayetinin yargı eliyle siyaseti dizayn ettiğini söyleyen Kaftancıoğlu, ”Bu dava, İstanbul’u yeniden halka vermek üzere yola çıkmış bir il başkanını dolayısıyla sizleri cezalandırma davasıdır. Çünkü o kaybetti, biz kazandık arkadaşlar. AKP vesayetine son verene kadar bedeli ne olursa olsun susmayacağım, mücadele edeceğim, geri durmayacağım. AKP vesayeti için bugün suç unsuru, öncelikli tanımı kurdukları rant ve israf düzenine çomak sokulmasıdır. Yargıyı kendisinden olmayanlar üzerinde bir kılıç gibi sallayahları uyarıyorum, heykeli döküleceği söylenen savcılar vardı, bugün nerede hatırlayalım. İçeride heyete de hatırlattım. Hayallerinden de düşüncelerimden de asla vazgeçmeyeceğim” ifadelerinde bulundu.


”BİZ MEVSİMİ BAŞLADI, HAYIRLI OLSUN”

Kaftancı oğlu adliye önünde toplanan binlerce yurttaşa selenerek bugün ‘biz mevsimi’nin başladığını belirtti. Kaftancıoğlu konuşmanın devamında şu açıklamada bulundu: ”Bugün, CHP’nin ve burada bulunan diğer siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin, İstanbul dışında gelen herkesin bugün burada olması şahsıma ve bu mücadeleye destek vermesi, Türkiye’de hak ve adalet arayışındaki milyonlar için de bir umut ışığıdır. Ben bu yüzden bu mevsime ‘Biz mevsim’ diyorum. Biz mevsimi başladı hepimize bir kere daha hayırlı olsun. Bugünkü yargılamayı bir kez daha görünce ve henüz deliller, davanın genişletmesi gibi talepler bile dikkate almadan, savcının CD olarak mütalasını hazırlamış olduğunu görünce aklıma Nazım Hikmet’in bir şiiri geldi. Bunu okumasam eksik kalır. ‘Sen çıkmadın, çıkardılar karşıma seni! Sen bu kavgada bir nokta bile değil, bir küçük, eğri virgül, bir zavallı vesilesin!.. Ben, kızabilir miyim sana? Sen de bilirsin ki, benim âdetim değildir bir posta tatarına bir emir kuluna sövmek, efendisine kızıp uşağını dövmek!’

“UMARIM ‘İSTANBUL’DA HAKİMLER VAR’ DEMEM MÜMKÜN OLUR”

Kaftancıoğlu savunmasında şu ifadeleri kullandı:

Her birinizin çok değerli olduğunu düşündüğüm zamanını böylesi bir davayla meşgul ediyor olmak şahsım adına üzüntü verici. Savunmama geçmeden önce kısaca kendimden söz etmek isterim. Çünkü 7 yıl öncesinde attığım tweetlere geri dönüyorsak bu tweetlere beni getiren hikâyeyi birkaç cümleyle tarif etmem gerekiyor. Ordu’nun bir köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Bana ve benim gibilere dayatılan hayattan kurtulmanın tek yolunun okumak ve mücadele etmek olduğu gerçekliğiyle çok erken yaşta yüzleştim. Çocukluğumun anayurdunun bana öğrettiklerine, çamurlu köy yollarında koştururken kulağıma fısıldadıklarına, insanlığın o kadim hayaline eşitlik, özgürlük ve kardeşlik hayaline daima bağlı kaldım. Zamana ve zemine göre gelişen ancak değişmeyen, inandığım ve savunduğum tüm değerler, hayatımın şekillendiği tüm zamanlarda yol haritam, pusulam oldu. Umarım ve dilerim ki; düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde, toplumsal olarak canımızı acıtan, hiçbir ayrım yapmadan, her biri tarifsiz acıyı barındıran güncel olay ve olgular karşısında hiçbir suç kastı ve niyeti taşımadan gösterdiğim toplumsal, siyasal ve insansal sosyal medya paylaşımlarım nedeniyle, bütün dünyanın gözü önünde açık bir hak ihlaline uğramadan bu salondan çıkabilirim. Umarım, bir siyasetçinin fikir ve ifade özgürlüğüne asgari saygıyı duymayıp kamu gücü ve olanakları ile linç kampanyası başlatanlar karşısında “Olsun İstanbul’da hakimler var!” demem mümkün olur. Bu umudum ve dileğim şahsımdan ziyade hukukun üstünlüğüne inanan ancak üstünlerin hukuku altında ezilmeyi reddeden yine hukuk sınırları içinde mücadele edecek olan milyonlar adınadır.

“BU DAVA CEZALANDIRMA DAVASIDIR”

İnsan Hakları Mücadelesi vermiş örneğin işkencenin ne hukukta ne de tıpta çok da dillendirilemediği bir dönemde mahkemelere ve hekimlere yol gösterici olması amacıyla bu konuda tez hazırlamış bir hekimim. Bu mücadelemde tüm canlıların en temel hakkı olan yaşam hakkını sonuna kadar savunmuş; fikir ve ifade özgürlüğü, aile içi şiddet, çocuk istismarı gibi acı gerçeklikler ise daima ilgilendiğim ve savunduğum konular olmuştur. Savunduğum bu değerler ve ilkelerle birlikte; 2011-12 yılları arasında CHP İl Bşk Yrd, 12-14 il başkan vekili, 16-18 PM üyesi, 2018 Ocak ayından beri de İstanbul il Başkanı olarak aktif siyasetin içinde bulunuyorum. İl başkanı seçildiğim ilk günden itibaren yalan ve iftiralarla beslenen ailemi de içine alan korkunç hatta kolay katlanılmayacak, bir karalama kampanyasına maruz kaldım. Bilinçli ve kasıtlı yapılan o saldırılar ve tehditlerle bugünün taşları döşenmeye başlanmıştı aslında. Neyse ki hayat, o taşlara takılmadan yürümeyi de öğretiyor insana. İl başkanı seçildiğimin hemen ertesi günü şahsımı hedef göstererek talimat niteliğinde hakkımda “Bedelini ödeyeceksiniz” ithamında bulunanların şu an bizi getirdiği noktadayız. Çok ilginçtir ki; 13 Ocak’ta il başkanı seçiliyorum. 15 Ocak’ta jet hızıyla başlatılıyor. Aynı gün ne tesadüf ki Cumhurbaşkanı şikayetçi oluyor ve hızlıca soruşturma dosyasına dahil ediliyor. 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önce 22 Mayıs 2018’de soruşturma izni veriliyor 23 Haziran seçimlerine giderken iddianame oluşturuluyor ve 5 gün içinde kabul ediliyor. Mazbatadan bir gün sonra 28 Haziran’da da ilk duruşmamız vardı. Bu gün 18 Temmuz yine bir aradayız. Sürecin işleyiş hızı, şekli, daha da önemlisi tarihleri alt alta sıraladığımızda söz konusu yargısal sürecin siyasi niteliğini göstermesi bakımından önemli. Gelelim 7 yıl öncesine. O yıllarda yine aktif siyasetin içindeyken yazdıklarım suç kabul edilmeyerek bugün “suç” olarak değerlendiriliyor olması ve il başkanı seçildikten sonar alçakça saldırıların başlaması oldukça manidar. İşte bu nedenlerle bu dava bir cezalandırma davasıdır. İstanbul’u yeniden halka vermek üzere yola çıkmış bir il başkanını cezalandırma davası. Bu dava, muktedire göre şekillenen yargı sisteminin, suçu ve suçluyu iktidar karşıtı olup olmamaya göre tanımlayan bir hukuki anlayışın sonucudur. Bu anlayış emin olun bizler kadar sizleri de mağdur etmektedir.


HAKİM ARAYA GİRDİ

Hakim, mahkemeyi itham edemezsiniz diyerek Canan Kaftancıoğlu’nun sözünü kesti.

“AKP GENEL BAŞKANI’NA YAPILAN ELEŞTİRİLER CUMHURBAŞKANI’NA HAKARET KAPSAMINA SOKULARAK HUKUKSUZ BİR SÜREÇ İŞLETİLDİ”

Kaftancıoğlu savunmasına devam etti:

Neymiş suç aygıtım? Top, tüfek, silah değil. 7 yıl önce attığım tweetler yani sosyal medya paylaşımları. O anın sözünü hayatın sözü gibi algılar ve yıllar sonra yorumlamaya kalkarsanız eğer memlekette bu salonlarda sosyal medyada o anın duygusunu sözünü aktaran milyonlar haricinde başka bir davalı göremezsiniz. O yıllarda 140 karaktere sığdırılan sözlere bakarak kişiler, fikirler hakkında yorum yapmak bile mümkün olamayacakken yargılama hem de ağır cezada yargılamanın takdirini yine sizlere bırakıyorum. Tüm vatandaşların yurttaş gazeteciliğini yaptığı bir dönemde, bir insan hakları savunucusu, bir siyasetçi, bir vatandaş olarak benim de toplumsal olaylar karşısında düşüncelerimi ifade etmem en temel hakkım ve görevimdir. Ayrıca o anın acı gerçekliği nedeniyle söylenilen yüzlerce binlerce söz içinden ta 7 yıl geriye giderek cımbızla seçilen sözler üzerinden yapılan suçlamalar, bir başarının cezalandırılmasından başka bir şey değildir. Mustafa Kemal Atatürk’ün oturduğu o makama hakaret etmek, o makamı değersizleştirmek kimsenin hakkı olmadığı gibi haddi de değildir. Kim olursa olsun. O makamlarda oturanlar da dahil. Cumhurbaşkanına hakaret, Cumhurbaşkanının devleti temsil etmesi ve anayasada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak, tarafsız olduğu Anayasal güvence altına alınan, yüksek temsiliyeti esasına dayandırılmıştır. umhurbaşkanının göreve başlarken TBMM’de ifade ettiği ”Cumhurbaşkanı Andı” incelendiğinde Cumhurbaşkanının tarafsız olacağı, görevini tarafsızlıkla yerine getireceğine dair yemin ettiği görülecektir. Cumhurbaşkanının bu anayasal yemine ve kamusal kabule uygun davranmadığı, hatta özellikle tarafsız olmadığını defalarca kamuoyu ile paylaştığı bilinen bir hakikattir. 16 Nisan 2016 Referandumu ile birlikte “Partili Cumhurbaşkanlığı” müessesinin, fiilen zaten var olan taraflı cumhurbaşkanlığını kurumsallaştırdığı hatırlanmalıdır. Bu sebeplerle, Cumhurbaşkanının temsil ettiği bu anayasal makamın kurumsallığına ve toplumsal saygınlığına dikkat çekerek kendisini CHP olarak her vesile ile tarafsızlığa davet etmişliğimiz bir gerçekliktir. Bu bağlamda 82 milyon vatandaşının tamamına karşı tarafsız olması gerektine sonuna kadar inandığım Cumhurbaşkanının mahkeme salonlarında bile taraf oluyor olması, şahsımdan ziyade hukuk ve ülkem adına üzüntü vericidir. Cumhurbaşkanı olan kişi aynı zamanda bir siyasi partinin de genel başkanıdır. AKP Genel Başkanına yönelik siyasi eleştiriler dahi Cumhurbaşkanına hakaret kapsamına sokularak hukuksuz bir süreç işletilmektedir.

“GÜLEN’E MECZUP DEMİŞ OLMAM KİMLERİ RAHATSIZ ETTİ?”

Cumhurbaşkanının benim tweetlerim nedeniyle herhangi bir zarar gördüğü ve siyasi kimliğinin veya kariyerinin etkilendiği söylenemez. Ayrıca bir siyasetçinin yargılanmasını talep etmek de bir hakaret değildir. Bu arada Sn. Cumhurbaşkanı bu tweetlerin bir kısmından dolayı aleyhime tazminat davası açmıştır zaten. Şayet varsa bir zararı işbu davaları kazanırsa tazmin edilecektir mutlaka. Cumhurbaşkanın AKP genel başkanı olan taraflı siyasi kimliği ve doğru bulmadığım uygulamalarına dönük siyasi hiciv ve eleştiri haklarımı, düşünce ve ifade özgürlüğümü kullandım. Paylaşımlarım Cumhurbaşkanı oluşu nedeniyle ve o sıfatla yürüttüğü hukuki ve idari işlemler ya da sarf ettiği beyanları sebebine dayalı paylaşımlar değildir. Twitlerimde bu ayrımı gözeterek siyasi bir kimlik, duyarlı bir vatandaş, başkalarının acılarını duyumsayabilen bir hekim, başkalarının acılarına ağlayabilen bir kadın olarak RTE’nin AKP Genel Bşk sıfatıyla yaptığı partisel, ideolojik ve kutuplaştırıcı siyasi anlayış ve yaklaşımlarına eleştiride bulunarak bu ideolojik ve kamplaştırıcı siyaset dil ve üslubuna yüksek sesle itiraz ederek düşünce ve ifade özgürlüğünde bulundum. Siyasilerin, parti başkanlarının diğer insanlara nazaran ağır eleştirilere daha fazla katlanmak zorunda oldukları demokratik toplumlarda geniş bir kabul görmüştür. Birçok yargı ve AİHM kararlarında ortaya çıkan sonuçlar da söylediklerimizi doğrular niteliktedir. Bilindiği üzere siyasi tartışma alanında ve kamu yararını ilgilendiren konularda ifade özgürlüğü en geniş şekilde korunur. Siyasi eleştiri niteliğindeki açıklamalar hakaret olarak veya kişilik haklarını ihlali olarak kabul edilmemelidir ve alkışlar kadar eleştirilere de katlanmak zorundadır. İktidar mensuplarının “Hocaefendi” diyerek el etek öpmek için randevu sırasına girdikleri, devletin bütün kaynakları peşkeş çektikleri bir dönemde Fetullah Gülen’e meczup demiş olmam kimleri ve neden rahatsız etmiş olabilir? 1981 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakultesi Psikiyatri bölümünde psikotik bozukluk tanısı konulan ve ilkokul mezunu olduğu bilinen Fetullah Gülen’e meczup demiş olmam kimleri ve neden rahatsız etmiş olabilir?

Bu twitten de görüldüğü üzere değerlerinize, ilkelerinize ve ideolojinize uygun yaşıyor ve siyaset yapıyorsanız eğer, yıllar geçse de söyledikleriniz ve savunduklarınız çelişmiyor. Hiçbir kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret etmediğim gibi saygınlığını rencide edebilecek nitelikte herhangi bir somut isnadım olmamıştır. Ben Anadolu’nun küçük bir yerinde görev yapmış bir öğretmen çocuğu olmanın ötesinde yine Anadolu’da kamu görevi yapmış bir hekimim.
Kamu görevinin saygınlığını, o saygınlığın nasıl korunduğunu ve önemini çok iyi bilirim. Toplumda infial uyandıran somut olay ve olguların şahsım tarafından, eleştiri ve kimi kez ağır nitelikli eleştiri vasıf ve mahiyetinde sosyal medya paylaşımına dönmüş olmasında tipik hiçbir suç unsuru aranamaz, aransa dahi bulunamaz. Ve yine söylemlerim, bahsi geçen kamu görevlilerinin hayatlarını olumsuz etkilememiş, görevleriyle ilgili bir engele yol açmamıştır. Siyasi kişilerin halkın nabzını tutarak politik yönden hesap sorduğu, kimi kez ağır nitelikte sert eleştiri yapabildiği, bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hatırlanmalıdır. CHP olarak, AKP’nin Siyasi Programında referans aldıkları ideolojik yol haritaları ve doğru olmadığını düşündüğümüz siyasi uygulamalarına karşı yüksek sesle muhalefet etmemizden daha doğal bir şey olamaz, olmamalı. Genel Başkanımızın veya başkalarının inanç aidiyeti üzerinden tarihsel ve toplumsal kutuplaştırma gayretini, Berkin Elvan’ın çocuk yaşta yaşam hakkının elinden alınmasını Hrant Dink’in katledilmesini ve sonrasında işletilen hukuksuz süreçleri kabul etmediğimi yüksek sesle dile getirişim, çoğulcu demokrasi ve özgürlükler bağlamında yüzde yüz karşılığı bulunan bir hak kullanımıdır. Genç kızların ne giyip giymeyeceğine, kadınların kaç çocuk doğurup doğurmayacağına ve hatta ne şekilde doğuracağına iktidarda olanlar, erkek egemen bakış açısı karar veremez, vermemelidir. Bu yaşam tarzı müdahalelerine kişisel ve kurumsal olarak sessiz kalmamız ne Cumhuriyet Halk Partisi olarak ne CHP İl Başkanı olarak ne bir kız çocuğu annesi olarak benden ve bizden beklenmemelidir. Atatürk Türkiyesinin, Cumhuriyetin aydın birikiminin var ettiği bir hekim, Cumhuriyeti kuran CHP’nin sorumluluk mevkiinde bir il başkanı olarak devleti alenen ya da perdeli olarak aşağılamam düşünülemez. Sözlerim devleti aşağılamak değil tam tersine o koltuklarda oturanların, yaptıkları ya da yapmadıklarıyla devletin itibarsızlaştırılması, ulusal ve uluslarararası arenada aşağılanmasını engellemek içindir. Paylaşımlarım, devleti aşağılamak değil tam tersine devlet adına görev yapanların devleti küçük düşürmemesi için bir uyarıdır, bir tepkidir. Bana sorarsanız vatandaşlardan daha çok devleti temsil yetkisi bulunanlar devleti aşağılamama ve itibarını yerle bir etmeme sorumluluğuna sahiptir. Paylaşımlarım incelendiğinde üzeri yıllarca kapatılan ve hala kapatılmaya çalışılan siyasi cinayetlerin açığa çıkarılmayışını, faillerinin yargılanamayışını, yine “bu ülkede güvercinleri vurmazlar” diyen Hrant Dink’in katledilişini, çocuk yaşta öldürülen Berkin Elvan’ın katillerinin hesap vermeyişini, her türlü rüşvet ve yolsuzluk batağına batan bakanların açığa çıkmış aleni suçlarına karşın siyaseten aklanışlarını sorgulayıp kamusal ve insanı görevimi yapışım yargılama konusu edilemez, suç olarak tariflenemez. Soruşturulması ve yargılanması gereken ben değil biraz önce sözünü ettiğim kişi ya da kişilerdir. Suç olduğu iddia edilen paylaşımlarım da düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Tüm yaşamı boyunca verdiğim İnsan Hakları Mücadelesinde kin ve düşmanlığa karşı mücadele etmiş, buna uygun davranmış ve yaşamış biri olarak hakkımdaki en gülünç iddialardan birisi bu iddiadadır. (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik)

“HEYKELİ DİKİLECEĞİ SÖYLENEN SAVCILAR VARDI. BUGÜN NEREDELER?”


AKP Genel Başkanının çocuğa, gençliğe, kadına, farklı etnik ve inanç gruplarına politik bakış açısını doğru bulmadığımdan, çocuk yaştaki ölümlere karşı ideolojik duyarsızlığını rahatsız edici bulduğumdan kindar bir nesil yetiştirme gayret ve idealini alenen teşhir ettiğimden, 15 Temmuz darbesinin açığa çıkarılması gereken birçok bilinmeyeninin olduğunu düşündüğümden, demokratik kaygılarla değil ideolojik kışkırtma ile sokaklarda linç girişiminde bulunanları hukuken ve ahlaken kabullenemememden ötürü yazdığım tweetlerim düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Suçu her ne olursa olsun insan yaşamına alenen ve büyük bir pervasızlıkla son verenlere karşı bir yaşam hakkı savunucusu olarak tepki göstermemden daha anlaşılır bir şey olamaz. Halkın iradesine karşı yapılan ve sayısız masum insanı öldüren, yaralayan her durum darbedir. Darbelerle yüzleşmek, sebepleri ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirmeyi; kim sebep olduysa yargılanmalarını sağlamayı gerektirir. Bu darbe “Bize allahın bir lütfu diyerek” ya da tarafımızdan yapılan tüm uyarılara ragmen “darbeye giden yolun taşlarını döşeyerek” ya da darbe girişiminde ölen ya da yaralanan sayısız masum insanı üzülerek ve içim acıyarak söylüyorum bu mahkeme salonunda olduğu gibi politik çıkarlarına alet ederek” üstesinden gelinecek bir şey değildir. Darbeye giden yolun taşlarını döşeyenler de, darbeyi gerçekleştirenler de, darbe hukukunu işletenler de suçludur, sorumludur ve hukuk karşısında hesap vermelidir. Öldürmeyi değil yaşatmayı meslek edinmiş, ölümü değil yaşamı kutsamış biri olarak hayatımın her alanında yaşamı ve yaşatmayı savundum; savunmaya da devam edeceğim. Devletin, toplumun, vatandaşın geleceği için değil sadece kendi gelecekleri için ölümü kutsayarak insanların yaşam haklarını gaspeden anlayışlara karşı daima mücadele ettim bundan sonra da edeceğim. Bu suç başlığına konu edilen tweetler, o yıllarda ki takipçi sayım, beğeni ve paylaşımlar dikkate alındığında söz konusu dönemde maksimum 20-30 kişiye ulaşmışken bu paylaşımlarım nedeniyle kamu güvenliğini açık, mevcut ve yakın tehlike yaratacak şekilde bozduğuma dair hangi somut olgu ve olay gerçekleşmiştir? Bu tweetler nedeniyle ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin hangi somut suç unsurlarına rastlanılmıştır? Şahsımın husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar verdiğim, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerde bulunduğum hususu neye dayandırılmaktadır? İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında ”açık, mevcut ve yakın tehlike” kriterini gözetmeden, baştan önyargılı yaklaşımlarla suç isnat etmek aslında şahsıma karşı işlenmiş iftira suçunun varlığına işaret etmez mi? Bu söylemlerimin tamamı ifade özgürlüğü kapsamı altındadır. 20 yıl önce okuduğu bir şiir sebebiyle cezaevine gönderilen Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade özgürlüğü hakkı nasıl savunulduysa bugün de benim ifade özgürlüğü hakkım savunulmalı. Şiddete ve şiddetin tüm unsurlarına siyaset yaparken terör örgütü propagandası yaptığımın iddia edilmesi gerçek dışı ve komik. Gülüyorum ancak Aziz Nesin’in dediği gibi “acı acı.” Bu iddianın asıl amacının kovuşturmayı Asliye Ceza Mahkemeleri kapsamından çıkarıp uydurma bir terör örgütü propagandası suçu ile Ağır Ceza Mahkemesi kapsamına alınması olduğunun farkındayım. umhuriyet Halk Partisi’ni kamuoyunda itibarsızlaştırmak, CHP kurumsal kimliğini ve şahsımı terör örgütleriyle birlikte anılmasını sağlamaya dönük tamamı ile kötü niyetli bir adli mühendislik çalışması olmuştur. Çözüm süreci döneminde tüm kamuyoyu gibi benim de isimlerini vahşi bir cinayet sonrasında öğrendiğim üç kadın ile ilgili yazmış olduğum tweetin terör örgütü propadandasıyla alakası yok. Nasıl ki Nazım Hikmet şiiri okuyup paylaştığı için Erdoğan’a komünist ya da komünizm propagandası yapıyor dememiz mümkün değilse benim de sosyal medya paylaşımım için aynı durum söz konusudur. Suçları ne olursa olsun adı geçen 3 kadının yargısız infaz edilmesi ne hukuki ne de insani olarak kabul edilemez. Yine bir yaşam hakkı savunucusu olarak, yazdığım tweette olgusal ve ilkesel nedenlerle bu cinayetleri eleştirdim. Suçu ne olursa olsun herkesin yaşama ve yargılanma hakkı devlet ve hukuk güvencesi altında olmalıdır. “Bir insanın hayatına bu kadar vahşice son vermek çok kötü, çok çirkin adeta bir vahşet. Gerçekten üzüntü duyduğumu ifade etmek isterim.” Bu sözler dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a ait. Söz konusu cinayetlerin hemen ardından yaptığı basın açıklamasından bir alıntı. Sn Arınç’ın sözlerini hatırlatma sebebim, onun da aynı suçtan yargılanmasını istemek değil elbette. Yargısız infaza, vahşice işlenen cinayetlere ilişkin insani ve hukuki söylemlerin suç olamayacağını ifade etmek için bu hatırlatmayı yapma gereği duydum. İfade özgürlüğü hakkı herkes için eşit biçimde uygulanmalıdır. Bu paylaşımın inatla ve ısrarla suçlama kapsamına sokulmak istenmesi akıllara ziyan bir yaklaşım olmuştur. Öldürülen kişinin bir sözünü tırnak içerisinde alıntılayarak yazmak ve bu yargısız infazı kınamanın hiçbir suç içermediği çok açıktır. Bu paylaşımın yasa dışı örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterdiği, övdüğü veya teşvik ettiği nasıl söylenebilir? Bu iddia, mahkemelerin geçtiğimiz yıllarda 1800’lü yıllarda yaşayan Rose Luxemburg ve Clara Zetkin gibi isimler hakkında terör örgütü üyeliği kararı vermesi kadar komik ve absurd bir olaydır. Her kim teröre ve terör örgütlerine destek veriyorsa bu vesileyle bir kez daha tekrar ediyor ve buradan da alışılageldik tavrımla “Allah belasını versin” diyorum. Bu tweetim üç kişinin öldürüldüğü saldırının biçimine ve insanlık onuruna aykırı oluşuna ilişkindir ve ifade özgürlüğü hakkının koruması altındadır. Benim iki örgüt üyeliğim var. Biri üyesi olmaktan onur duyduğum meslek örgütüm diğeri ise yöneticisi ve İstanbul’da başı olmaktan gurur duyduğum Cumhuriyet Halk Partisi örgütüdür. Vatandaşının temel hak ve özgürlüklerine, etnik ve inançsal aidiyetlerine ve hatta yaşam haklarına saygı göstermeyenlerin, her vesile ile anayasal suç işleyenlerin devletin kamusal otoritesini bireysel ve partisel menfaatler için pervasızca ve partizanca araç edinenenlerin olduğu bir iklimde geçmişte sizlerin şu an oturduğu makamlarda hukukun üstünlüğüne değil üstünlerin hukukuna sığınanların geldiği durum ortada. Heykeli dikileceği söylenen savcılar vardı. Bugün nerede? Hatırlayın.


Kumpas davalarında hukuka göre değil aldıkları emir ve talimatlara göre karar veren hakimler vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Cezaevinde öldükten sonra suçsuz olduğu tescillenen hukuk mağdurlarını yargılayanlar vardı. Neredeler? Hatırlayın. Vatandaşın üstüne gaz sıktıran Valiler vardı. Bugün nerede? 

“BUNUN İÇİN MÜCADELE EDİYORUM”

Güvenliğimizi sağlamakla görevliyken, cinayetlerin parçası olan Enmiyet Müdürleri vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Hatırdıklarımızı yaşamamanın tek yolu hukuka sadece hukuka sığınmaktır. Ve ben Toplumsal Bellek Platformu kurucularından biri olarak bunları hatırlatmakla sorumluyum. Karar vermemiz gerekiyor; Eşit yurttaşlık temelli demokratik toplum düzeninin ve Cumhuriyetin aydın birikiminin ilke ve gereklerine uygun bireyler olarak mı yaşayacağız, yoksa her türlü hak ve hukuk kavramının siyasi iktidarın tercih ve takdirlerine terk edildiği, düşünüp ifade etmenin her türlü izansız ve terazisiz yaptırımlara maruz bırakıldığı, otoriter rejiminin kulları olarak mı yaşayacağız? Ben, Cumhuriyetin aydın birikimine ihanet etmeden, evrensel insan hakları kurallarını sonuna kadar içselleştirmeye çelışan, hukukun üstünlüğünü olmazsa olmazım sayan eşitlik, özgürlük, kardeşlik hayalinden asla vaz geçmeyen bir kadın, bir hekim bir siyasetçi, bir anne geçtim tamamını vicdanlı ve onurlu bir insan olmayı, insan kalmayı tercih ediyorum. Beni buraya bu mahkeme salonuna bir hayal getirdi demiştim. Ve hayalleri nedeniyle yargılanan ilk kişi olmadığımı biliyorum ama son olmayı umut ediyorum. Bunun için de mücadele edeceğim.

KAFTANCIOĞLU’NA DESTEK İÇİN ÇAĞLAYAN’A GELDİLER

Kaftancıoğlu’na destek olmak için sabahın erken saatlerinde Adliyesi önüne çok sayıda partili ve yurttaş geldi. Yaşlısından gencine binler “Hak, hukuk, adalet” ve “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atarak Canan Kaftancıoğulu’na destek amacıyla birbirinden farklı bir çok pankart ve döviz açtı.

“SEÇİLDİKTEN İKİ GÜN SONRA…”

Duruşma öncesi, CHP Hukuk Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Çanakkale milletvekili Muharrem Erkek, adliye binası önündeki alanda kurulan platformda partililerle basın açıklaması yaptı. Genel Başkan Yardımcısı Erkek, “Bugün yine partililerimizle, siyasi partilerin çok değerli temsilcileri, sendika başkanlarıyl, ‘Hak, hukuk, adalet’ diyen, demokrasi mücadelesi veren herkesle Çağlayan Adliyesi önündeyiz. Niçin burdayız, çünkü malesef bu iktidar döneminde kumpas davaları, siyasi davalar bitmek tükenmek bilmiyor. Bu davada siyasi bir davadır. Bu davanın hiçbir hukuksal temeli yoktur.

Sayın Canan Kaftancıoğlu, 13 Ocak 2018 tarihinde, İstanbul il başkanı seçildikten iki gün sonra bu haksız soruşturmayı başlattılar. Çünkü Canan Kaftancıoğlu seçildiği gün, Istanbul’u, İstanbul ittifakı ile birlikte kazanacağız demiştik. Soruşturma dosyası açık tutuldu. 24 Haziran genel seçimlerinden önce Adalet bakanlığı soruşturma için izin verdi. İstanbul’da İstanbul ve demokrasi ittifakı kuruldu. 31 Mart’ta İstanbul ittifakı kazandı. Bu kaybı hazmedemeyenler YSK eliyle 6 Mayıs’ta seçimi iptal etti. Ne tesadüftürki 22 Mayıs’ta da bu temelsiz, kurguya dayalı iddiname hazırlandı ve dava açıldı. Yargıyı silah olarak kullanıp, siyaseti dizayn etmek isteyenler asla ve asla başarılı olamayacaklar. Kurguya dayalı iddianemeler, kumpas davaları, siyasi davalar birgün gelir mutlaka çöker. Bu davada düşünce, ifade özgürlüğü yargılaniyor. Siz isanları yargılayabilirsiniz, hapsedebilirsiniz ancak düşünceyi hiç bir zaman hapsedemezsiniz, yargılayamazsınız” açıklamasında bulundu.

“BU DAVA İNTİKAM DAVASIDIR”

Cumhur Ittifakı’nın İstanbul’u kaybettiği için intikam almak istediklerini belirten Muharrem Erkek, “Bu dava bir intikam, kumpas davasıdır. Bu dava İstanbul ittifakina, İstanbul iradesine karşıdır. Bu davalar bize asla ve asla geri adım artırmaz. Aksine bizi daha da güçlendirir. Genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu tarafından başlatılan adalet yürüyüşü hala devam ediyor. Bu davalar ülkemizin itibarina da zarar veriyior. Hukuk devletine, adalete olan güveni temelinden sarsıyor. Türkiye bu tabloyu asla ve asla hak etmiyor” dedi.

“CUMHURİYET VE SÖZCÜ DAVALARI BURADA GÖRÜLÜYOR”

Her nedense barış akademisyenleri, milletvekilleri, avukatlar, Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerin de bu mahkemede yargılandığı ve cezalandırıldığını vurgulayan Erkek, “Bu davaya bakan 37. Ağır Ceza Mahkemesi’ni de ilgiyle takip ediyoruz. Türkiye’nin önemli tüm siyasi davaları burada görülüyor. Bu iktidar döneminde yaratılan tüm adaletsizlikleri adaletle ortadan kaldırmaya kararlıyız” açıklamasında bulundu.

Dava hakkında gazetemize konuşan CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, “Savcı elinde diskle mahkemeye çıktı. Bu dava büyük bir yargı ve siyaset mühendisliğin ortaklaştıgi bir dava. Bu yargıda adaletin gerçekleşmeyeceği aşaği yukarı ortaya çıkmış durumda ” dedi.

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir