TİP Genel Başkanı Erkan Baş: Türkiye siyasetinin yargı eliyle dizayn edilmesi operasyonu devam ediyor

Example HTML page

Baş, TBMM’de düzenlediği haftalık basın toplantında açıklamalarda bulundu.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği haftalık basın toplantısında, “Biz hiçbir zaman herhangi bir siyasi partinin iç işlerine müdahale etme hakkını kendimizde görmedik. Ama burada bir siyasi partinin iç işleyişiyle ilgili bir sorun yok, burada yargı eliyle Türkiye siyasetinin dizayn edilmesi operasyonu var” şeklinde konuştu.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Sözlerine 32. yıldönümünde Sivas Katliamı’nda yaşamını yitirenleri anarak başlayan Baş, aynı zihniyetin 30 Haziran gecesi İstiklal Caddesi’ndeki Leman Dergisi binasına saldırarak varlığını sürdürdüğünü kaydetti. Baş, “‘Nasıl olur da masum, düşünmekten ve üretmekten başka hiçbir kabahati olmayan insanların bulunduğu bir oteli bir güruh ateşe verip insanları diri diri yakmaya kalkar’ sorusunu soran genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Böylesi bir provokasyonun nasıl yaşandığını görmediği için, yaşamadığı için aklı almayanlar geçtiğimiz akşam İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde yaşananlara aynı pencereden bakabilirler” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) yönelik operasyonlara da değinen Baş, hiçbir zaman herhangi bir siyasi partinin iç işlerine müdahale etme hakkını kendilerinde görmediklerinin altını çizerek, “Nasıl kendi partimize kimse müdahale etsin istemezsek, biz de başka partilerin iç işi olduğuna düşündüğümüz hiçbir konuda taraf olmadık, tavır sergilemedik. Ama burada bir siyasi partinin iç işleyişiyle ilgili bir sorun yok, burada yargı eliyle Türkiye siyasetinin dizayn edilmesi operasyonu devam ediyor” şeklinde konuştu.

‘MADIMAK’TA BU ÜLKENİN GELECEĞİNİ ATEŞE ATANLAR YILLARDIR BU ÜLKEYİ YÖNETİYOR’

Erkan Baş, basın toplantısında şunları kaydetti:

“Bugün gibi hatırlıyoruz, ‘Sivas laiklere mezar olacak! Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak! Bu ateş cehennem ateşi!’ diye haykırarak Madımak Oteli’ni ateşe verdiklerinde emniyet güçleri maalesef seyrediyordu, bu katliamın önüne geçmediler. Oysa Madımak’ta bu ülkenin geleceğini ateşe atanlar, onların yakınları, onların dava arkadaşları bu kör karanlığı memleketin tümüne yaymak için yıllardır bu ülkeyi yönetiyorlar, yönetmeye maalesef devam ediyor. Biz ne bu katliamı ne bu katliamı bize yaşatanları ne bu katliamın yaşanmasında en küçük bir payı olanları, bu katliamcılara yol verenleri asla unutmamalıyız. Unutamayız, çünkü bugün Sivas Katliamı’ndan söz ederken sadece geçmişte yaşadığımız, acısı yüreklerimizde taze bir katliamdan söz etmiyoruz. Görüyoruz ki Madımak’ta yaşananlar aynı emel doğrultusunda, aynı amaçla bu ülkeyi karanlığa mahkum etmek isteyenler tarafından da unutulmamış ve aynı provokasyonlara devam ediyorlar.

GENÇLERE SESLENDİ, LEMAN’A YÖNELİK SALDIRIYI DİLE GETİRDİ

Ben buradan özellikle genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum. Sivas Katliamı, Madımak dendiğinde ‘Nasıl olur? Nasıl olur da masum, düşünmekten ve üretmekten başka hiçbir kabahati olmayan insanların bulunduğu bir oteli bir güruh ateşe verip insanları diri diri yakmaya kalkar’ sorusunu soran genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Böylesi bir provokasyonun nasıl yaşandığını görmediği için, yaşamadığı için aklı almayanlar geçtiğimiz akşam İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde yaşananlara aynı pencereden bakabilirler. Bu provokasyonlara nasıl alan açıldığının, bu linçe nasıl yol verildiğinin birebir aynısını İstiklal Caddesi’nin göbeğinde cam çerçeve indirenlere nasıl müsamaha gösterildiğini izlerken hatırladım. Leman Dergisi bu ülkede yıllardır yayınlanan bir karikatür dergisi ve yine bir karikatür yayınlamış, İsrail’in Filistin’deki saldırganlığının ve katliamlarının hem Müslüman hem Yahudileri nasıl etkilediğini gösteren bir karikatür, savaşta masum insanların acı çektiğini, hayatını kaybettiğini anlatmaya çalışan bir karikatür. Ama işte bu zihniyet karikatürden, kültürden, sanattan, bilimden en küçük düzeyde nasibini almamış unsurlar içerdiği için onların kendi sözde karikatür dergilerinde yalnızca küfür, hakaret ve düşmanlık içeren çizimler bulunduğu için, sırf karikatürdeki isimlerden birinin adı Muhammed diğerinin adı Musa diye provokasyonun fitilini ateşlediler. Bunlara sorsanız her Müslüman’ın bir adının da Muhammed olması gerektiğini söylerler, bunu savunurlar. Müslüman bir karakterin adının verilmesini ise İslam peygamberiyle eşitlemek için yeterli gördüler.

‘MİLYONLARCA YURTTAŞIMIZ BU PROVOKASYONA ALET OLMADI’

Hepsini geçtim, karikatürün içeriği belli, maksadı belli. Derginin karikatürün bağlamına dair yaptığı açıklama ortada, ama işte herkesi kendileri gibi yalancı, takiyeci zannettikleri için derginin açıklamasından da tatmin olmayıp derginin İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde bulunan ofisine taşlı, sopalı, fiili bir saldırıda bulundular. Ondan sonra derginin bulunduğu sokağı kuşatıp oranın yakılması gerektiğini, onların öldürülmesi gerektiğini, laikliğin yıkılması gerektiğini, ‘Kahrolsun laiklik, yaşasın şeriat’ sloganları altında, saatlerce süren bir gösteriyle provoke etmeye çalıştılar. Şunu büyük bir memnuniyetle gördüğümüzü söylemem lazım, kendisini provokasyona atfeden bir avuç insan dışında milyonlarca yurttaşımız, ki onlara da sorsanız bu milyonlarca yurttaşımızın İslam inancını benimsediğini, Müslüman olduğunu söyleyecekler, bu provokasyona alet olmadılar. Dikkat edin, küçük, çok büyük ihtimalle organize edilmiş ve saatlerce provokasyona devam etmelerine rağmen bir türlü istedikleri kalabalığa ulaşamamış, yurttaşın sağ duyusu sayesinde, milyonlarca yurttaşımızın sorumluluğu sayesinde küçük bir azınlık olarak orada kalmış topluluktan bahsediyoruz. Arzu ettikleri şey insanların dini duygularını istismar ederek galeyana getirmek, belki de büyük bir katliama neden olmakken bu provokasyon girişimi yurttaşlarımızın sağ duyusu sayesinde boşa çıkartılmıştır. Milyonlarca insanın yaşadığı İstanbul’da, bir avuç yobaz orayı bir gösteri merkezi haline çevirdiler. Devletin koruması altında, polisin koruması altında insanların hayatlarını tehdit eden, laikliğe, cumhuriyete, bu ülkedeki milyonlarca insanın değerlerine hakaretler, küfürler yağdıran bir gösteri gerçekleştirdiler.

‘BU ÜLKEYİ YÖNETENLER İSRAİL’LE İŞ BİRLİĞİ YAPARKEN AĞZINIZI AÇMIYORSUNUZ’

Şimdi şunu sormak istiyorum, biz günlerdir İncirlik’ten Kürecik’e, bu memlekette Amerika Birleşik Devletleri’nin denetimine terk edilen, ülkemiz topraklarında adına ‘NATO üssü’ denilen, Amerika’nın borusunun öttüğü, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının giremediği, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının bile söz hakkı olmayan topraklardan, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesine, Ortadoğu’da Amerika Birleşik Devletleri’nin, katil İsrail’in politikalarını hayata geçirilmesine Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin iş birliğine karşı sesimizi yükseltirken bu hassasiyetleri bir türlü göremiyoruz. Bu ülkeyi yönetenler İsrail’le iş birliği yapıyor, gemiler gidiyor geliyor, dolarlar gidiyor geliyor, bu hassasiyetleri göremiyoruz. Ortadoğu’nun pek çok yerinde, onların savunduklarını iddia ettikleri değerler itibariyle söylüyorum, her insan canı kutsaldır ama sizin Müslüman kardeşleriniz İsrail tarafından katlediliyor, ağzınızı açıp bir çift laf edemiyorsunuz. ‘Tamam eyvallah, İsrail bir soykırım yapıyor ama bizim özel ticaret anlaşmalarımız’ var diyen bir iktidar bu ülkeyi yönetmeye devam ediyor, İsrail’e her tür lojistik destek sağlanıyor, ticaret devam ediyor, ağzınızı açmıyorsunuz, ama maşallah pek hassassınız.

‘‘ŞERİAT İSTİYORUZ’ DİYE BAĞIRANLARA SORUŞTURMA YOK’

Değerli yurttaşlar, dikkatinizi çekiyorum, ne istiyorlar? Orada gösteri yapan toplulukların videoları bizzat kendileri tarafından çekilip yayınlandı. Ne istiyorlar? ‘Dişe diş, kana kan, intikam, intikam!’ sloganları atıyorlar. Ne istiyorlar? Şeriat istiyorlar, ‘Kahrolsun laiklik’ diye bağırıyorlar. Şimdi buradan hep beraber sormamız gerekmiyor mu? Daha dün hak, hukuk, adalet diyen gençlere karşı polisin gazı devreye giriyor, coplar devreye giriyor, anayasal hakkını kullanan, herhangi bir şiddete başvurmayan yurttaşlarımıza emniyet güçleri saldırıyor. Öbür tarafta bir dergi bürosuna taşlı sopalı saldıran, insanları öldürmekle tehdit eden, ‘Ben şiddet kullanacağım’ diye bağıran unsurlar emniyetin koruması altında eylem gerçekleştiriyor. Aynı Taksim aynı İstiklal Caddesi… Gezi direnişi sırasında toprağına, ağacına, kentine sahip çıkan insanlar anayasal düzeni ortadan kaldırma iddiasıyla bugün hapislerde, yıllarca mahkumiyet verdiniz bu insanlara. Ama ‘Şeriat istiyorum’ diye bağırıp açıkça ‘Ben bu anayasal düzeni yıkacağım’ diyenlerden bir tane gözaltı yok, bir tane açılmış soruşturma yok. Cam çerçeve indiriyorlar, başka mekanlarda oturan yurttaşlara fiilen saldırıyorlar, kadınlara dönük şiddet uyguluyorlar, ülkeyi yönetenler, İçişleri Bakanı oturup bekliyor. Ne oturup beklemesi? Bizzat bunlara güç veriyor. Oturup beklemiyor da izlemiyor da, bunların sırtını ovalıyor, bunlara cesaret veren paylaşımlar yapıyor. Bir karikatür çizdi diye, bir karikatür yayınladı diye insanların evi basılıyor. Bu ülkeyi yöneten sözde İçişleri Bakanı evinde pijamasıyla oturan insanı ters kelepçeyle gözaltına aldırırken bunu kameralara çektiriyor, kendi hesaplarından yayınlıyor. Bir de ‘Yakalandılar’ diyor, sanki kaçıyorlar!

İÇİŞLERİ BAKANI’NA SESLENDİ

Bu insanlar tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilmiş durumda. İçişleri Bakanı’nın görevi asayişi ve güvenliği sağlamaktır. İçişleri Bakanı’nın görevi yangına körükle gitmek, provokasyonları büyütmek, henüz hakkında mahkeme kararı olmayan insanları suçluymuş gibi teşhir etmek, işkencenin arkasında durmak değildir. Yani İstiklal Caddesi’nin göbeğinde yepyeni bir katliamın taşları döşenmek isteniyor, binaya taşlı sopalı saldırılar yapılıyor, ‘Bu binanın yakılması lazım’ diyen bir linç grubu orada toplanmış, İçişleri Bakanı Twitter’dan Leman’ın yazarına, çizerine, 70 yaşındaki muhasebecisine işkenceyle gözaltı görüntüleri yayınlıyor. Bakın çok açık söylüyorum, ortada bir suç falan yok, ama bu insanlar suç işlemiş olsa dahi gece yarısı evleri basılıp yaka paça, ayaklarına ayakkabı giymelerine bile izin verilmeden, boyunları eğdirilerek ters kelepçeyle gözaltına aldırılabilir mi? Hangi hakla bunu yapıyorsunuz siz? Yani polislerin gözünün önünde binanın camının çerçevesini indiriyor, kapısını kırıp zorla içeri giriyor, İçişleri Bakanı bunlarla ilgili bir işlem yapacağına, bu durumu kontrol altına alacağına toplumun sinir uçlarına basacak paylaşımlara devam ediyor. İçişleri Bakanı mısın, görevini anayasadan, yasalardan mı alıyorsun? Yani hatırlatıyorum, sizin gibi daha önce de böyle o koltuklarda oturup sağa sola tweet atanlar vardı, donra her türlü suç örgütüyle fotoğrafları çıkmaya başladı. Şimdi kimse isimlerini bile hatırlamıyor. Ama biz onların işlediği suçları da unutmadığımız için sanıyorum birlikte yargılanacaksınız. Mafya liderlerine, uyuşturucu baronlarına, tetikçilere, ‘Anayasal düzeni ortadan kaldırmak için şiddet uygularım’ diyenlere her türlü müsamahayı gösteriyorsunuz, ama iş hakkını arayan işçiye geldiğinde, toprağını koruyan köylüye geldiğinde, geleceği için sokağa çıkan öğrenciye geldiğinde, eşit yurttaşlık talep eden LGBTİ+’lara geldiğinde devletin bütün şiddet imkanlarını kullanıp bu insanların üstüne yürüyorsunuz. Ne güzel hayat ya!

‘SARAY HUKUKU BUDUR’

Hatırlatmak istiyorum, geçtiğimiz hafta sonu Kadıköy’de Yoğurtçu Parkı’nda Parti Meclisi üyelerimiz, aralarında bütün kamuoyunun yakından tanıdığı sevgili İrfan Değirmenci de var, Onur Haftası nedeniyle sadece sohbet etmek için yan yana gelmişler. Etkinlik biterken ters kelepçeyle insanları gözaltına alıyorsunuz. Yani bir yerde, hiç kimseye zarar vermeden sadece sohbet etmek için bir parkta oturan insanlar var, bunlara ters kelepçe yapıyorsunuz; bir tarafta Saraçhane’de Ekrem İmamoğlu’nun ve arkadaşlarının tutuklanmasının 100. günü vesilesiyle durumu protesto etmek için anayasal haklarını kullanan öğrenciler var, onlara şiddet uyguluyorsunuz. Ama öbür tarafta ‘Şeriat isteriz’ diye bağıranlara her türlü müsamahayı gösteriyorsunuz. İşte ‘saray hukuku’ dediğimiz şey budur. Kendisiyle aynı zihin yapısına sahip olanların, parası olanların her türlü ayrıca sahip olduğu ama bu ülkenin yurttaşlarının, hak isteyenlerin, hukuk isteyenlerin, adalet isteyenlerin düşman haline getirildiği ‘saray hukuku’ anlayışı tam olarak budur. Bir suç saray için işleniyorsa, sarayın tanıdıkları tarafından işleniyorsa, sarayın koruması altındakiler tarafından işleniyorsa onun üzeri örtülür ama saraya muhalefet ediyorsanız suç işlemenize bile gerek yok, size hemen suçlu muamelesi yapılır. Ben o polis memurlarına da sormak istiyorum: Ya arkadaş Kürecik’e gidiyoruz karşımıza sizi dikiyorlar, İncirlik’e gidiyoruz karşımıza sizi dikiyorlar, Amerika’yı koruduğunuz kadar şu yurttaşlarınızı koruyun ya! NATO’yu koruduğunuz kadar, katil İsrail’i koruduğunuz kadar bu ülkenin yurttaşlarını koruyun! Hiç mi içinizde memleket sevdası yok? Buradan herkese soruyorum. 13,5 milyon metrekare bu ülkenin toprağı, vatan toprağı, memleket toprağı Amerikalılara peşkeş çekilmiş, bırakın sıradan yurttaşı bu ülkenin seçilmiş milletvekili oraya giremiyor, bu ülkenin askerinin sözü o topraklarda geçmiyor, oradan Amerika Birleşik Devletleri’nin istediği her karar geçiyor, oradan İsrail’e her türlü destek sağlanıyor, oradan ABD’nin bölgeyi bir kan gölüne çevirmesinin bütün lojistik imkanları sağlanıyor. Buna karşı hiç kimseden çıt çıkmıyor. Öbür tarafta parkta oturan insana, ‘Yasalar, anayasa, hukuk uygulansın’ diyen insana en ağır biçimde şiddet uyguluyorsunuz.

‘BİZE BEŞ KURUŞ VERMEYENLER TRUMP İSTEYİNCE YÜZDE 5’İ VERİYOR’

Değerli yurttaşlar, bakın geçtiğimiz hafta Trump emretti, Tayyip Erdoğan şak diye yaptı, ‘Silah harcamasını gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 5’ine çıkartacaksınız. Şimdi tam Temmuz ayındayız ya, burada gözlerinin içine baktığım basın emekçisi arkadaşlarıma da sesleniyorum, asgari ücretlilere sesleniyorum, emeklilere sesleniyorum, kamu emekçilerine, memurlara sesleniyorum: Ya bize gelince beş kuruş zam yapmıyorlar, değil mi? ‘Asgari ücrete zam yaparsak, emekliye zam yaparsak, memura zam yaparsak enflasyon artar, ekonomik darboğazdan çıkamayız’, ama Trump emredince bize beş kuruş vermeyen ona yüzde 5’i veriyor. Doğalgaza zam geliyor mu? Motorine benzine zam geliyor mu? Meyveye, sebzeye zam geliyor mu? Kiraya zam geliyor mu? Faturalarımız artıyor mu? Hepsi artıyor. Ama iş maaşa gelince, ‘Ekonomik durumumuz kötü, veremeyeceğiz’. E Trump’a veriyorsun!

‘YARGI ELİYLE TÜRKİYE SİYASETİNİN DİZAYN EDİLMESİ OPERASYONU DEVAM EDİYOR’

Bu iktidar tarihin gördüğü en kötü yönetimlerden bir tanesidir. Ancak sürekli olarak muhalefeti bölerek iktidar koltuğunu korumayı başarıyor. Muhalefet bir araya gelmesin, muhalefet Saray Rejimi’ne karşı bir birliktelik oluşturmasın diye çeşit çeşit hamleler yapıyorlardı. Son numaraları Cumhuriyet Halk Partisi’ni bölme, Cumhuriyet Halk Partisi içinde bir yarık meydana getirme çabası. Biz Türkiye İşçi Partisi olarak hiçbir zaman herhangi bir siyasi partinin iç işlerine müdahale etme hakkını da haddini de kendimizde görmedik. Nasıl kendi partimize kimse müdahale etsin istemezsek biz de başka partilerin iç işi olduğuna düşündüğümüz hiçbir konuda taraf olmadık, tavır sergilemedik. Ama burada bir siyasi partinin iç işleyişiyle ilgili bir sorun yok değerli arkadaşlar, burada yargı eliyle Türkiye siyasetinin dizayn edilmesi operasyonu devam ediyor. Geçtiğimiz hafta bir programa katıldım, orada söylemiştim. Milliyetçi Hareket Partisi Kongresi’nden önce Meral Akşener’lerin, Koray Aydın’ların, Ümit Özdağ’ların MHP içindeki muhalefeti sırasında da biz benzer bir şeyi hatırlıyoruz. O zaman mahkeme kararlarıyla kongreler şekillendirildi ve sonrasında Cumhur İttifakı’na giden yol açıldı. Bunu hatırlatmak istiyorum. Dolayısıyla bugün de savunduğumuz şey şudur, her siyasi parti kendi iç sorunlarını da kendi yönetimini de kendi tüzüğüne uygun bir biçimde, kendi üyelik hukukuna uygun biçimde şekillendirilmelidir, en başta bunu söyleyeyim.

‘KAHRAMANLAR BEKLEYEN BİR SİYASETİN BAŞARIYA ULAŞMAYACAĞINA İNANIYORUZ’

İkincisi, Türkiye siyasetinde bir dert var, sürekli olarak birileri önce kahramanlaştırılıyor, sonra hain haline getiriliyor. Dün kahraman ilan edilen bugün hain, bugün hain ilan eden yarın kahraman oluyor. Bakın biz 2023 seçimlerinden öncesinden başlayarak bir hafıza hatırlatması ihtiyacı hissediyoruz. Biz dedik ki ‘Saray Rejimi’nden kurtulmamız lazım. Bu ülkenin kurtuluşu Saray Rejimi’nden kurtulmaktır. Saray Rejimi’ni yıkmayı asıl hedef olarak gören bir muhalefet birlikteliğinin oluşması durumunda Cumhurbaşkanlığı seçiminde o adaya destek vereceğiz’ dedik. Altını çizerek söylüyorum, vekil pazarlığı yapmadık masalara oturup masalardan kalkmadık. Ama bizim için o günün Cumhurbaşkanı adayı da bir kahraman değildi, bugün de değil. Biz ‘Saray Rejimi’ni yenilgiye uğratabilmek için seçimde muhalefetin adayı olarak gösterilecek kişiye oy veririz’ dedik ama kahramanlaştırmadık, çünkü biz kahramanlar bekleyen bir siyasetin başarıya ulaşmayacağına inanıyoruz. Kahramanlar bekleyen bir toplumun yine yeniden hüsranlarla karşılaşacağını tarihten bir ders olarak çıkartmış durumdayız. ‘Muhalefetin bir arada durması gerekiyor’ dedik durduk. Hem seçimlerin ilk turunda hem ilk turla ikinci tur arasında tek bir pazarlık görüşmesinde yer almadık. Herhangi bir bakanlık, müsteşarlık, bakan yardımcılığı, milletvekilliği, hiçbir şey…

‘‘LÜTFÜ SAVAŞ DEPREM SUÇLUSUDUR’ DEDİK DİYE HAİN İLAN EDİLDİK’

Tüm bunlar olup biterken Saray Rejimi karşısında elinden geldiğince, gücü yettiğince en etkili muhalefeti yürüten, en çıkarsız çizgiyi temsil eden Türkiye İşçi Partisi Meclis’e giremesin diye muhalefet kanallarında bile TİP’e medya ambargosu uygulandı. Sözde ‘stratejik oy’ adı altında partimize oy verilmemesi için olağanüstü bir çaba sarf edildi. Muhalefete en çok fayda sağlayacak senaryo neyse onun gereğiyle biz seçimlerde mücadele ettik. Amacımız Meclis’te muhalefetin en güçlü biçimde olması, Tayyip Erdoğan’ın yenilgiye uğratılmasıydı. Bu ablukalar, ambargolar, stratejik oy masalları nedeniyle doğrudan üretim süreçlerinden gelen turizm işçisi, motokurye, öğretmen pek çok arkadaşımız kıl payı oylarla Meclis’e giremediler. Şimdi ne oldu sonra? O stratejik oy mühendislerinin taktikleri, o büyük buluşları nedeniyle Türkiye İşçi Partisi’nin işçi adaylarının Meclis’e giremediği tabloda, Meclis’e giren stratejik oy vekilleri bugün Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarında kendilerine yer buluyorlar. Şimdi bu yüzden sormak istiyorum, tüm bu saldırılar karşısında tek bir söz söylemeyenlerin, bugün Türkiye İşçi Partisi siyasetin yargı yoluyla dizayn edilmesine karşı çıkınca yine partimize karşı akla hayale gelmeyecek iftiralarda, karalamalarda bulunmasını nasıl açıklayacağız? Hatırlatmak istiyorum, yerel seçimde dilimizde tüy bitti, ‘Lütfü Savaş Hatay’da bir deprem suçlusudur, eski AKP’li Lütfü Savaş aday olmasın’ dedik, ‘Eğer Lütfü Savaş’ın adaylığını çekerseniz biz herhangi bir talepte, beklentide bulunmadan Hatay’ı AKP’nin kazanmaması için elimizden gelen her şeyi yapacağız’ dedik. Çekmediler. Çekmedikleri gibi Lütfü Savaş’a karşı söylediğimiz sözler nedeniyle akla hayale gelmeyecek hakaretlere maruz kaldık. Peki ne oldu? Ne oldu ya? Şimdi bugün bu Lütfü Savaş hem CHP’den ihraç edildi hem de CHP’yi felç etme operasyonunun bir numaralı aktörü haline geldi. Hani o gün bize hain diyordunuz, hani o gün ağzı alınmayacak hakaretlerde, küfürlerde bulunuyordunuz, sırf o deprem suçlusu, AKP eskisi o seçimi kazansın diye TİP’i hain ilan ediyordunuz, e ne oldu bugün?

‘KURTULUŞUMUZUN KENDİ ELLERİMİZDE OLDUĞU BİR SİYASET ANLAYIŞIYLA BU SÜRECE MÜDAHALE ETMEMİZ LAZIM’

Değerli yurttaşlar, bugün de aynı durumdayız. Şu kurtarıcı beklemek, kahramanlar yaratmak fikrinden vazgeçip halkın yeniden siyasetin merkezine kendisini koyması, kurtuluşumuzun kendi ellerimizde olduğu bir siyaset anlayışıyla bu sürece müdahale etmemiz lazım. 19 Mart gününden bu yana yine hiçbir çıkar beklemeden, kürsüde bize yer verirler mi, vermezler mi, bizi kırmızı halıyla mı karşılarlar gibi beklentilere girmeden, Saraçhane’deki ilk günden bu yana bütün eylemlere katılmaya devam ediyoruz. Bunları da şunun için hatırlatıyorum, kimleri kahramanlaştırıyoruz, kimleri kıymetlendiriyoruz, kimlerin hangi beklentilerini doğru, haklı, kimin hangi uyarısını, hangi eleştirisini hain olarak değerlendirdiğimizi bir kez daha bir kez daha düşünelim diye söylüyorum. Biz bugün de CHP’ye yönelik operasyonların karşısındayız, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’e halkın hakkını savunduğu her anda destek veriyoruz, destek vermeye de devam edeceğiz. Ama şunu asla unutmayacağız, biz kahramanlar beklemeyeceğiz, bizim kahramanlara falan ihtiyacımız yok. Bu halk örgütlenirse, bu halk birleşirse, bu halk aklını, yüreğini, bileğini birleştirirse ülkemizi bu Saray Rejimi’nden kurtarır, bunun dışında Saray Rejimi’nden kurtulmanın başka bir yolu yoktur. Sarayın çizdiği sınırlar içerisinde muhalefet yaparak, sarayın kurallarını koyduğu oyunlar içerisinde kalarak sarayı yenme mümkün değildir. Bunları söylemek istedim, çünkü ortada topyekun bir saldırı var.

‘HER YIL ORMANLARIMIZ YANIYOR, ORTADA DOĞAL AFET DEĞİL TALAN VAR’

Bakın Meclis’teyiz. Bir taraftan ormanlar yanıyor, her yıl yaz ayları geldiğinde ormanlarımız yanıyor ve bu iktidar her yıl bunu seyrediyor. Bu bir tesadüf olabilir mi? Bu bir yeteneksizlik olabilir mi? Bu bir beceriksizlik olabilir mi? Ortada organize bir talan var. Doğal afet falan yok, organize bir talan var. Organize talan var, çünkü bir taraftan ormanlarımız yanarken öbür tarafta zeytin ağaçlarımızı katletmenin planlarını, programlarını yapan, bunun için yasalar çıkartmaya çalışan bir iktidar var. 23 yılda 22 kere maden kanunu değiştirmiş ama yetmemiş, illa ‘Ben bütün zeytinlikleri, bütün mera alanlarını maden aramasına açacağım’ diyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Sadece bir rakam söyleyeceğim, Kaz Dağları yöresinin yüzde 79’u, Tokat Ormanları’nın yüzde 44’ü, Dersim, Erzincan Ormanları’nın yüzde 52’sine madenlere ruhsatlar verilmiş zaten. Ama yetmiyor işte, doymuyorlar. Maden ruhsatı verilmemiş tek bir yer kalmasın diye, bunun önündeki bütün engeller ortadan kalksın diye saldırmaya, üç kuruş, beş kuruş daha fazla dolar kazanacaklar diye ülkemizi yağmalamaya devam ediyorlar. İşte bu yağmaya, bu talana dur demek için, ülkemizin bağımsızlığına sahip çıkmak için, ülkemizde bu otoriter yönetime karşı demokrasiyi, özgürlükleri savunmak için, emeğin hakkını alacağı bir ülkeyi, sosyalist bir ülkeyi inşa etmek için mevcut siyasi düzenin mevcut siyaset yapma tarzının külliyen reddedilmesi gerekiyor. Alın teri dökenlerin, üretenlerin, yaratanların yöneteceği bir ülkeyi kurmak dışında hiçbir çaremiz, hiçbir kurtuluş olmadığını bir kez daha söylemek istiyorum.”

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir