Murat Karayalçın ;Dış siyasete ki sorunlar AKP’nin beceriksizliğinden ve yetersizliğinden kaynaklanmaktadır…
Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, Sosyaldemokrat Halkçı Parti ve Sosyaldemokrat Halk Partisi Genel Başkanı, aynı zamanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerinde de bulunmuş olan Murat Karayalçın, CHP Küçükçekmece İlçe Başkanlığı’nın düzenlediği dış politika konferansında konuştu.
Murat Karayalçın, Türkiye’nin iç ve dış siyasetine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Özellikle Ortadoğu ve Suriye de yaşanan sorunların AKP’nin Neo-Abdülhamit dış siyasetinden, beceriksizliğinden ve yetersizliğinden kaynaklandığını ifade etti.
Murat Karayalçın konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“Öncelikle bizleri bir araya getiren sevgili İlçe Başkanımız Turgay Özcan yoldaşıma çok teşekkür ediyorum. Yine büyük bir ilgiyle Türkiye’nin dış siyasetine ilgi duyarak bu konuda duyarlılık gösteren Küçükçekmece örgütümüze ve çevre ilçelerden gelen partililerimize duyarlılıklarından dolayı çok teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım;
Türkiye dış siyasette çok sayıda sorununu aşmaya çalışıyor.
Her birisi ayrıca önemli; her birisinin ayrı ağırlığı var. Bunların içinde Suriye sorunu çok farklı; her birinin ayrı ele alınmasını gerektiren durumla karşı karşıyayız. Özellikle Cumhurbaşkanının bir ültimatom niteliği taşıyan son çıkışıyla birlikte Eylül sonuna kadar Amerikalılarla güvenli bölge konusunda anlaşamazsa, bir anlaşma yapamazsa Türkiye doğrudan müdahale edecektir şeklindeki çıkışı nedeni ile yaşamakta olduğumuz sorunlar daha da artmış bulunmaktadır. Aslında dış siyasette Suriye’nin Suriye konusunun özel bir önemi var ama Suriye sorunu CHP’nin birkaç gün önce basına da yansıyan anketinde de görüldüğü gibi aynı zamanda bir iç siyaset sorunu haline de gelmiş bulunmaktadır. Özellikle yurdumuzda yaklaşık 4 milyon Suriyeli sığınmacının bulunması bunlardan kaynaklanan sorunların art arda yığılması Suriye sorununun yalnızca bir dış siyaset konusu olmadığı aynı zamanda Türkiye’nin bir iç siyaset sorunu hem de çok ciddi bir iç siyaset sorunu haline geldiğini göstermektedir.
Bunlara ek olarak Suriye’de dünyanın en büyük iki gücü silahlı bir biçimde çatışmalar içinde yer almış bulunmaktadır. Türkiye bu iki güç arasında denge ilişkileri kurarak, tutunmaya çalışarak Suriye’de tutunmak istiyor. Suriye’de varlığını sürdürme çabası içinde bulunması dolayısı ile dünyanın iki büyük gücünün, iki süper gücünün Suriye’de bulunması, yer alması Suriye sorununun aynı zamanda bir iç siyaset şekline gelmesi, var olan önümüzdeki dar boğazı daha da derinleştirmiştir.
AKP basını -yandaş medya da diyebilirsiniz- AKP’yi destekleyen basın AKP’nin Sayın Genel Başkanı’nın Rusya ve ABD için onların burada ne işi var onlar niye Suriye’de bulunuyorlar binlerce kilometre öteden kalkıp buraya neden geldiler şeklindeki açıklamasını unutarak bu açıklamayı bir tarafa bırakarak Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında denge kurma, Amerika ve Rusya tutunmaya çalışma yönelişini çabasını, yeni bir ‘’Abdülhamit siyasetini, Neo Abdülhamit” dış siyasetini yüceltmeye çalışıyorlar.
Rusya Federasyonu’na doğru daha bir eğilimli olmakla birlikte Rusya’nın kısa bir süre önce kuzeyimizde Kırım yarım adasını ilhak edişini yani kendisine aldığını kendisine bağladığını orada hak kaydedişini Gürcistan’da komşumuz Gürcistan içinde bir bölümü Gürcistan’dan kaptığını göz ardı edemeyiz.
Bu Rusya, ta Petro döneminden bu yana bizim anlamadığımız bir nedenden dolayı Deli Petro diye adlandırdığımız hepimizin çok iyi bildiği derslerinde de bize anlatılan sıcak denizlere inme sıcak denizlerde tutunma arayışında Laskiye’de ve Imeydin hava üssünde gerçekleşmiş olduğunu göz ardı edemeyiz.
Gerçekten iki yabancı güç bu topraklara bu bölgeye Ortadoğuya bir ağırlıkla güçle bölgeye yerleşmiş bulunmaktadır.
Türkiye baştan bu yana yanlış bir biçimde yürüttüğü dış siyasetin bedelini bu iki süper güç arasında denge kurmaya çalışarak ödüyor.
AKP yalnızlıklarını çok çarpıcı ifadeler şeklinde olumlu buldukları şekilde takdim ettiklerini biliyorum.
Hariciyeciler yalnızca Türkiye’nin hariciyecileri değil o ülkelerin başka ülkelerin hariciyecileri de en çok kendi ülkelerinin yalnız kalmalarından endişe ederler.
Dış siyasette tek başına dış siyasette yalnız kalmak hariciyeciler için adeta bir kâbustur. Şimdi o kâbusu Türkiye’nin hariciyeleri yaşıyor. Hepimiz yaşıyoruz. Türkiye’nin Ortadoğu’da bir tek dostu maalesef bulunmamaktadır. Sakın ola ki içinizden biri Katar lafını geçirmesin Katar da dostumuz değildir. Bakmayın tank palete gerçekten Türkiye Ortadoğu’da tümüyle yalnız konumda. Fakat öyle yetenekli insanlar ki AKP’liler yalnızlığı değiştirdiler hünerli yalnızlık, şerefli yalnızlık diye bir kavram icat ettiler. Türkiye’nin değerli bir yalnızlık olduğunu şerefli bir yalnızlık olduğunu iddia etmeye başladılar.
‘’Türkiye’nin yalnızlığı ne değerlidir nede şereflidir’’.
Türkiye’nin yalnızlığı AKP yönetiminin beceriksizliğidir. AKP’nin beceriksizliğinden kaynaklanmaktadır. Şahsen ben yaşamakta olduğumuz dış siyaset sorunlarının AKP’nin yanlış dış siyasetinden kaynaklandığını iddia ediyorum.
Kim olursa olsun, hangi hükümet başta bulunursa bulunsun, yaşanacak bir olay değil yaşanacak bir sorun değil. Evet ciddi bir sorun yaşıyoruz bu AKP’nin izlemiş olduğu, izlemekte olduğu dış siyaset çizgisinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle bu sorunu yaşıyoruz.
Fakat biraz ironik bir biçimde söyleyeceğim AKP ortaya çıkmasına yaratılmasına neden olduğu sorunu çözmeye çalışmaktadır. Bu sorunu kendisi yarattı, bu sorunu izlediği siyasetle yarattı şimdi kendi yarattığı sorunu çözmek için bir özel çaba içinde dengeleri tutturma çabaları içinde.
‘’Gerçekten Çok güç’’
Bu iddiamı Sayın Erdoğan’ın Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemde Erdoğan’ın Başbakanlık yaptığı sırada bizzat kendi ifadesiyle dile getirmiş olduğun iddialarına dayandırıyorum her şeyden önce. Söyle bir iddia da bulunuyorum bu sorunlar AKP’nin kendi yarattığı sorunlardır. AKP kendi yarattığı sorunları çözmeye çalışıyor.
Niye böyle düşündüğümü de söyleyeyim; Sayın Erdoğan da, Davutoğlu da bize, hepimize, yurttaşlarına, bu ülkenin evlatlarına, bizim iznimiz , bizim onayımız dışında özellikle orta doğuda Türkiye’nin yakın bölgesinde ama özellikle Ortadoğu’da hiçbir gelişme olamaz diye bir açıklamada bulunmuşlardı. Yani burada ne olacaksa burada ne yaşanacaksa bu bizim bilgimiz iznimiz içinde ancak olabilir demişlerdi.
‘’Durum Böyle Değil’’
Türkiye maalesef CHP’li olduğum için değil üzülerek söylüyorum o görevde bulunmuş eski bir siyasetçi olarak söylüyorum Türkiye maalesef bu konumda değil Türkiye bu konuma da gelmedi zaten bunlar kendi kendilerine yarattıkları kavramların psikolojik etkisi altında bu ifadeleri söylediler.
Ama bunu bir yana bırakıyorum AKP’nin bu sorunların yaratılmasına neden olmasının iki gerekçesi var.
‘’Atatürkçü dış siyaset çizgisini terk etmesidir.’’
AKP Atatürkçü dış siyaset çizgisini terk etmiş olduğu için bu sorunları yaşıyoruz. Yalnızca Suriye’de değil dış siyasetin genelinde Atatürkçü dış siyaseti terk etmesinin yaratmış olduğu sorunlarla karşı karşıyayız. Bu Suriye sorunu yalnızca dış siyaset sorunu olmadığını aynı zaman da son anketlerin ortaya koyduğu gibi ciddi bir iç siyaset sorunu haline de gelmiştir.
‘’Bu sorunun yaratılmasının nedeni de AKP’nin yetersizliğidir, beceriksizliğidir’’.
Bunları biraz açmak istiyorum; Atatürkçü dış siyaset çizgisi bölgede tarafsızlığa, komşuların iç işlerine karışmamaya özellikle de Arap ülkelerine karışmamaya bölgede tüm bölge ülkelerini kucaklayacak gelişme örgütlenmelerinin anlayışına dayanmaktadır. Atatürkçü dış siyaset anlayışı çok daha geniş bir biçimde tanımlamak mümkün o ayrı bir konu oraya girmek istemiyorum. Bizim konumuza bağlantılı olarak, Ortadoğu’yla bağlantılı olarak, Suriye ile bağlantılı olarak, doğu Akdeniz konusu ile bağlantılı olarak Atatürkçü dış siyaset diye adlandırdığımız çizgiler bu üçünü aktarmakla yetiniyorum.
Tarafsızlık, komşuların iç işlerine asla karışmamak ve bölgede bölgesel gelişmeyi destekleyecek örgütlenmelere öncülük etmek omuz vermek destek vermek.
‘’AKP bunu terk etti’’
Bu dış siyaset çizgisi asla hamasete dayanmamaktadır.
Bu dış siyaset çizgisi yani Atatürkçü dış siyaset çizgisi ölçülmüş biçilmiş oya gibi işlenmiş bir anlayışın ifadesidir.
Atatürk’ün dediği için demiyorum, bunu Atatürk dile getirmişti gerekçesi ile kullanmıyorum.
Atatürk zaten bunu bireysel düşüncesi olmaktan çok bölgedeki gelişimleri kendi yaşadıklarını, yaşadıklarımızı imparatorluk dönemi orada ortaya çıkan gelişmeleri dikkate alarak bu çizgiyi geliştirmeye çalıştı.
Atatürkçü dış siyasetten ayrılmak ülkenin başını belaya sokacak bir durum ortaya çıkartmaktadır.
Ama daha önemlisi söyleyeyim ya da en aza bunun kadar önemli olduğunu niteleyeyim. Atatürkçü dış siyaset çizgisinden ayrılmak bunu önemsiyorum kendi iddialarının da tutturamıyorlar. Kendi iddialarını yapmak istediklerini gerçekleştirmeleri olanaklı değil.
‘’Atatürkçü dış siyasetten yakın tarihimizde iki tane sapma oldu.’’
İki hükümet Atatürkçü dış siyasetten saptı birisi Refah-Yol hükümetidir.
Aslında Refah-Yol hükümetine kadar da baştan itibaren, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hiçbir hükümet sapmamıştır. Bunun içinde Demokrat Parti, bunun içinde ANAP hükümeti var, Doğru Yol Parti hükümetleri de var. Bunların hiç birisi ama hiç birisi Atatürkçü dış siyaset çizgisinden sapmadı.
İlk kez Refah-Yol hükümeti saptı. Başbakan Erbakan ve Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller. Bu hükümet 1 Yıl hükümette kaldı. Yaşı benim yaşıma yakın olanlar o tarihte Erbakan’ın açıklamalarını çok kolaylıkla ve rahatlıkla anımsayacaktır.
Erbakan Başbakan olarak göreve başladığında kendi pozisyonunu hükümetinin politikasını şöyle ortaya koydu.
‘’Türkiye Libya ve İran’la ilişkilerini en çoğa çıkaracak İsrail’le olan ilişkilerini de en aza indirecek.’’
Kaba olarak tanım böyle.
Böyle bir tanımlama yaptı ve ilan etti.
Türkiye’ye ilan etti Dünyaya ilan etti.
Bunu tutturmak için Atatürkçü dış siyaset çizgisinden saptı ama bir yıl sonra Erbakan hükümeti düştüğünde 97 Haziran’ıydı galiba Erbakan istifa ettiğinde Atatürkçü dış siyasetten ayrılmanın bedelini Türkiye’ye yaşatmanın yanı sıra kendi dediklerini de yapamadı.
Yani Libya ve İran’la ilişkiler en çoğa çıkartamadılar, İsrail’le ilişkileri en aza indiremediler.
‘’Bunun tam tersi oldu’’
Türkiye tarihin de ilk kez Kasr-ı Şirin anlaşmasından bu yana Türkiye tarihinde ilk kez Büyükelçilerini geri çağırdı, İran da Büyükelçisini geri çağırdı, Libya’da aynı olay yaşandı, Büyükelçiler karşılıklı olarak geri çağrıldı.
Bu dış siyasette ilişkilerin kötülüğünün çarpıklığının iyileşmesinin çok güç olacağının çarpıcı bir göstergesidir.
Hatta en önemli göstergesidir.
Eğer ülkeler karşılıklı olarak Büyükelçilerini geri çağırıyorsa hiç olmazsa o süre için bir birleriyle olan ilişkilerini askıya almak istediklerini göstermiş olurlar.
İsrail ile ilişkiler tam tersi oldu, birden bire İsrail ile ilişkiler Erbakan hükümetinde daha önce olmadığı kadar gelişti.
Yapmak istediklerini yapamadılar.
Erbakan içinden geçirdiğini, arzu ettiğini yapamadı.
Çünkü Atatürkçü dış siyasetten koparsan, saparsan sen kendi dediğini de yapamazsın gerçekleştiremezsin.
‘’İkinci olay 2011 yılında aslında 2010 yılından itibaren AKP döneminde yaşadık.’’
AKP baştan 2010 tarihine kadar daha doğrusu Arap Baharı’nın başladığı tarihe kadar Atatürkçü dış siyaset çizgisini korumuştu.
‘’O çizgide siyaset yapıyordu.’’
Hatta Esed’in Esat olduğu dönemde Levant dörtlüsü olarak adlandırdığımız Doğu Akdeniz’de 4 Ülkenin 72 milyar dolarlık yatırım paketini içeren bizim meşhur Hicaz Demiryolu’nun yeniden inşa edilmesini de içeren anlaşma imzalamıştı.
Düşünün 72 milyar dolar büyük para değil mi 2010 öncesini söylüyorum 2007 den 2010’a kadar 72 milyar dolarlık ortak proje paketi içinde Hicaz demiryolu var.
Ülkenin en heyecan verici projelerinden biridir.
Ben bireysel olarak o projeden büyük heyecan duymuştum, çünkü bu ifadeyi kullanmak istemiyorum ama gerçekten millidir, gerçekten yerlidir.
Yani Hicaz Demiryolu projesini Türkiye olarak biz yaptık başkalarından destek almadan, para almadan yalnızca kendi kaynaklarımızla kendi mühendislerimizle yaptık.
Arasın da Hicaz Demiryolu projesi var, arasında kültür projeleri var, 72 milyar doları söylüyorum spor etkinlikleri var, bunların arasında basın televizyon kanallarının ilişkileri var.
Düşünün dört ülke Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün bu dört ülke bir araya gelmişler 72 milyar dolarlık büyük bir paketin üzerinde mutabakata varmış.
Bu 4 ülke daha sonra Irak’ın da buna eklenmesi Levant 4’lüsünü Doğu Akdeniz dörtlüsünü 5’liye dönüştürmeyi ön görmüşler.
‘’İşler iyi gidiyordu Arap Baharı’yla birlikte Büyük Ortadoğu projesi gazlaması ile işler değişti.’’
Birden bire AKP yönetimi haftaya Emevi Camii’nde cuma namazı kılacağız demeye başladı.
Bizimkilere gaz verenler yanlışlıklarını gördü geri döndüler ama bizimkiler bunu göremediler gidiş o gidiş.
‘’Hala o çizgideler hala o noktadalar.’’
Türkiye gerçekten çok büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldı.
Çok güzel bir ülkeyiz.
Çok güzel bir coğrafyaya sahibiz.
Bir üçgen içindeyiz.
Türkiye’nin dış siyasetini bu üçgen içinde değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu biz hepimiz Türkiye Halkları olarak Balkanlıyız, Kafkaslıyız ve Ortadoğuluyuz, bu kimlikleri yaşıyoruz, bu kimlikleri taşıyoruz.
Bu coğrafyanın özellikleri var.
Bu coğrafya başka yere benzemiyor.
Bu coğrafyada yaşananları iyi okumamız gerekiyor.
İyi değerlendirmemiz gerekiyor.
‘’Birkaç kesit vermek istiyorum bu coğrafya için.’’
Bana göre ben diplomat değilim ama böyle bir iddiam var.
Dünyanın neresine bakarsanız bakın, Dünyanın neresi ile karşılaştırırsanız karşılaştırın Dünyada savaşın coğrafi esnekliğinin en fazla olduğu yer Ortadoğu’dur.
Dünyanın başka yerinde kıyamet kopar küresel güçler harekete geçmez ya da belki küçük müdahalelerle yetinirler.
Ama Ortadoğu’da en ufak bir gelişme küresel güçlerin tümünü harekete geçirir.
Küresel güçlerin tümü başımıza toplanır.
‘’Niye böyle?
Yani Arjantin’de Şili’de Uzak Asya’da ve Afrika’da değil de burada böyle?
Bu topraklar çok özel ben bunu yalnızca hidro karbon kaynaklarıyla açıklamıyorum tabi ki doğalgaz çok önemli, tabi ki petrol çok önemli hiç kuşku yok.
Ama Allah aşkına dünyanın başka yerinde doğalgaz yok mu? Dünyanın başka yerinde petrol yok mu? Başka yerlerde de var.
Demek ki Ortadoğu’nun önemi burada coğrafyanın savaş esnekliğinin yüksekliğini yalnızca doğalgaza petrole dayandırarak açıklamak yeterli değil.
‘’Başka faktörler var’’
Değişik faktörler var, lojistik unsurlar var, bunların tümünü dikkate almamız gerekiyor.
‘’Bu coğrafyada Osmanlı çöktü bu coğrafyada Cumhuriyet kuruldu.’’
Osmanlı’nın çöküşünü yaşayan, Cumhuriyetimizi devletimizi kuran Mustafa Kemal Atatürk bu dış siyaset çizgisini bu toprakların koşullarını dikkate alarak ortaya koydu.
Birincisi Suriye’de, Doğu Akdeniz’de ve hatta Avrupa Birliği ile ilgili sorunlarımızı da bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Dış siyasette sorunlarımızın yaşanmasının birici nedeni AKP’nin Atatürkçü dış siyaset çizgisinden ayrılması olarak söylemiştim.
‘’İkincisi de beceriksizlik yönetememe durumunun olduğunu dile getirmiştim’’.
Suriye’de savaş başladığında iç savaş başladığında çok doğal olarak sınırımıza doğru Suriyeliler yönelmeye başladı. Bizim topraklarımız böyle sığınmak isteyen insanlar tarih boyunca yüz yıllar boyunca bu topraklara sığınmak istemişlerdir. Bu topraklara gelmek istemişlerdir ve bu toprakları yüz yıllar boyunca yönetenler gelenlere kucak açmışlardır.
Bu bizim karakterimiz ben buna inanıyorum doğru olduğuna da inanıyorum.
Ama burada bir ölçü var bakabileceğin kadar alacaksın, kaç kişiye bakabiliyorsan, kaç kişiyi ağırlayabiliyorsan o kadar kabul edeceksin.
‘’Tarih de aklımda 2011 Mart, Sayın Davutoğlu o zaman Dışişleri Bakanı Suriyeliler sınırımıza yığılmaya başlayınca biz ancak 100 bin kişi alabiliriz dediğini anımsıyorum öyle dedi. Ben bundan çok etkilendim şu açıdan çok etkilendim helal olsun dedim demek ki bunu tartıştılar, bunu değerlendirmesini yaptılar ve sonuçta bakabileceğimiz insan sayısını 100 bin olarak saptadılar.
‘’Şimdi 4 Milyon kişi var’’
Düşünebiliyor musunuz yüz bin kişiye bakabiliriz derken şu anda Türkiye toprakların da 4 milyon kişiyi ağırlıyor.
Ve bu insanlarla yurttaşlarımız arasında çok ciddi sorunlar yaşamaya çok ciddi sorunlar çıkmaya başladı.
Türkiye ekonomisinin gerilemesi ile birlikte bu sorunların da artmaya başladığına tanık oluyoruz.
Geçen gün Sayın Erdoğan’ın Türkiye’nin bu 4 milyarın sığınmacılar için 40 milyar dolar para harcadığını söyledi. 40 milyar dolar bunun ayrıntısını açıklamadılar bu para nereye gitti bu 40 milyar dolar niçin harcandı bilmiyoruz. Bunu 30 milyar dolar üzerinden hesaplamışlardı sonra birden 10 milyar dolar arttı neden öyle olduğunu bilmiyorum.
CHP Merkezi’nde toplanan çalışma grubu bir hesaplama yapmış diyor ki bu parayla 1 milyon konut yapılabilinir. Şimdi bir konutta 4 kişi yaşadığını varsayarsak bu 4 milyon Suriyelinin tümünü ağırlamak mümkün bu parayla 40 milyar dolar ile ağırlamak mümkün.
Şimdi EYT’liler için para yok kaynak yok dediği bir ortamda 40 milyar dolara çıkmış olmasının doğal olarak insanlarımız tarafından tepkilerinin, seslendirilmesine de neden olmaktadır.
‘’40 milyar dolar büyük para’’
Çok büyük para bunun için dolayısıyla 4 milyon Suriyeli sığınmacı Türkiye için çok büyük sorun olmaya başladı.
‘’Dış siyasette sıkıntılar var iç siyasette sıkıntılar var’’
Bir de Türkiye Libya ilişkilerine değinmek istiyorum; Dış siyaset çıkara dayalıdır bun da hiç şüphe yok her devlet kendi çıkarını gözetmek durumundadır.
Bu bir zorunluluk, vicdani zorunluluk, ulusal zorunluluk.
Bir yandan bunu yaparken bir yandan da vefa duygularını kaybetmeyeceksin, kaybetmemen gerekiyor. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı biz Libya’nın bize sağlamış olduğu destekle yaptık. Kaddafi’nin bize sağlamış olduğu destekle yaptık. Kaddafi’nin benzini olmasaydı, Kaddafi’nin bize göndermiş olduğu uçak tekerleri olmasaydı biz bunu yapamazdık.
Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştiremezdik, soydaşlarımıza yardım edemezdik onları kurtaramazdık.
‘’Bunu bize Libya sağladı’’
Ama AKP hükümeti kendi ifadesiyle Batılılarla işbirliği yaparak denizden kuşatma altına aldı ve Libya’yı batırdı.
Kaddafi’nin kanı çok sayıda Libyalının kanı bu siyasete bulaşmıştır.
Buradan bunu bu anlayışı tepkiyle nefretle kınıyorum.
CHP aslında o çizgiden gelen tüm partiler sosyal demokratlar, Cumhuriyetçiler dış siyaseti kendi içinde değerlendirirler ve kendi içinde değerlendirmişlerdir. Dış siyaseti iç siyaset amacıyla kullanmazlar ve kullanmamışlardır.
‘’Bu çizgiyi bu gün partimiz CHP’si sergilemektedir’’
Önümüzdeki hafta Cumartesi günü 28 Eylül’de Türkiye hükümetinin yapamadığını CHP yapacak.
‘’Büyük Suriye Toplantısını örgütlüyoruz’’
Suriye sürecinin, Suriye çatışmasının bütün taraflarını ve uluslar arası kuruluşların temsilcileri CHP’nin 28 Eylül tarihinde Cumartesi günü yapacağı toplantıya çağrılmıştır.
CHP baştan bu yana sorunun çözümü için hükümete Esat ile görüşün çağrısını yapmaktadır. Bu çağrıyı bugün de sürdürüyoruz.
Dün CHP’nin dış siyaset danışma kurulu toplantısı vardı. Sayın Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu’nun başkanlığında yapıldı. Bu toplantıda orada dün ifade ettik Türkiye, Türkiye’nin mevcut yönetimi ivedilikle Esat ile görüşmeye başlamalıdır.
Suriye üzerinden değil, Rusya üzerinden değil, İran üzerinden değil, MIT üzerinden değil, asker üzerinden değil doğrudan Esat yönetimi ile görüşmelidir.
Şunu diyebilirsiniz Türkiye hükümeti Esat ile, Suriye ile görüştüğünde sorunlar çözülecek mi bir garantisi yok tabi ki. Ama neden başkaları üzerinden görüşüyoruz, neden komşumuzla doğrudan biz görüşmüyoruz?
Bu savaşın çıkmasında bizim sorumluluğumuz var. Türkiye bunu önleyebilirdi, en azından bu savaşın çıkmasını engelleyebilirdi, bir ölçüde engellenmesine katkıda bulunabilirdi.
‘’Bunu yapmadı’’
Türkiye ateşe benzinle gitti, yangına benzinle gitti savaşı kızıştırdı.
Türkiye bunun Suriye iç savaşı olmadığını göremedi. Dünyada bütün milletlerin bütün teröristlerin en ileri silahlarla burada yer tuttuğunu, burada çatıştığını maalesef Türkiye yönetimi anlayamadı, anladı sesini çıkartmadı.
Belki de şimdi Esed’i de bir kenara bırakıp, Ruslara fırsat vermeden doğrudan Türkiye bu görüşmeyi yapmalıdır. Bizim birinci önerimiz bu, CHP olarak bu öneride ısrar ediyoruz. 28 Eylülde yapacağımız toplantıda tarafların tüm temsilcilerini de davet etmiş bulunuyoruz.
‘’İkinci Olarak’’
CHP savaş sonrasını da dikkate alarak savaş sonrası nasıl bir Ortadoğu olmalı sorusunu yanıtlamaya çalışarak bir öneride bulundu.
‘’Orta doğu barış ve iş birliği teşkilatı kurulsun’’
Orta doğu barış ve iş birliği teşkilatına burada yaşayan insanların ihtiyacı var.
Burada mevcut topraklar üzerinde, her bir metrekaresinde, ne kadar insan yaşamış ise hepsinin tarihi hakkı var,her birisinin bir tarihte buranın her metre karesini yönetmiş idi.
Süryanilerden başlayın,Asurlardan başlayın yani milahdan birkaç bin yıl önce geriye giderek başlayın. Herkes burada kim yaşamış ise hiç kimse kaybolmamış herkes yaşamını sürdürmekte ne muhteşem şey değilmi?
Buraya zaman, zaman Emperyalist güçler gelmiş hatta bir dönem yönetmişler.
Ama bakın Emperyalist güçler Güney Amerika’ya gitmiş, Güney Amarika’da yaşayanlar tümü ya İspanyolca konuşuyor, yada Portekizce konuşuyor.
Hindistana gitmişler Hindistan,Pakistan,Bangadeş de İngilizce ulusal birliğin sağlanması dili haline gelmiş dünyanın başka yerlerinden de örnekler verebiliriz ama burası önemli burada herkes kendi dilini, kültürünü titizlikle korumakta.Bu insanlara karş,ı bu gün bu tapraklarda yaşayanların sorumluluğu var.
Biz CHP’si olarak bu sorumluluğu çok içten duymaktayız ve bunun gereğini yerine getirmek için art arda öneriler getirmekteyiz.
Aslın da ben orta doğu da bütün sosyal demokrat güçlerin, kitle örgütlerinin,bir araya gelebileceği daha geniş bir platforumdan yanayım.
‘’Benim söyle bir hayalim var onu da söyleyeyim’’
AB Ülkeleri yüz yılar boyunca çalıştılar. Avrupa tarihi savaşların tarihidir.Din savaşlarının,mesep savaşlarının, güç savaşlarının tarihidir.
İkinci Dünya savaşının ardından Avrupalılar uyandılar kendilerini savaşa taşıyan iki ürün üzerinde bir birlik kurmanın doğru karar olacağına karar verdiler.
‘’Birisi Kömür Birisi Çelik’’
Çok basit görünüyor değil mi kömür ve çelik etrafında örgütlendiler bir araya geldiler.
Orada bir siyasi birlik ortaya koydular.
Orta doğu da çok kısa bir süre sonra çok ciddi olarak Su ve Tarım, Su ve Gıda sorunu yaşayacağız.
Ben Gıda ve Su üzerinden bir iş birliği projesinin orta doğuda geliştirilebileceğini düşünüyorum.
Amerika’nın orta doğuda ki gücü azaldı. Avrupa’nın orta doğuda ki gücü azaldı. Artık eskisi gibi belirleyemiyorlar yön veremiyorlar. Eski güçlerin de değiller.
‘’Biz Türkiye olarak, bölgenin en güçlü ülkesi olarak,bu bölgenin en güçlü ekonomisi olarak bunu yapabiliriz. Bunu yapmalıyız.
Sayın Kılıçdaroğlu deyimi ile Türkiye orta doğuyu barışın havzası haline getirecek güce sahiptir.
‘’Biz bunu yaparız’’
Bölgenin kabadayısı olarak değil, bölgenin Abisi olarak bunu yapabiliriz.
‘’Bu çerçevede çalışmalarımızı yürütüyoruz’’
Türkiye’nin özellikle iç siyaset nedeniyle dış siyaset gerekçesiyle AKP’nin izlediği siyasete tepki gösteren insanlar CHP’sinin bu alanda ki çalışmalarında beğeni ile karşılayacağını umuyorum. Buna destek vereceklerine inanıyorum.
Aslın da CHP örgütlerimizin tüm örgütlerimizin bu konuda yavaş, yavaş seslerini yükseltmeleri gerekmektedir.
Yalnızca belediyecilik yaparak değil yalnızca kalıplaşmış siyaset konularını dile getirerek değil bu konuda da öne çıkmalıyız.
Genel merkezimizle ve örgütlerimizle bunu yapmalıyız.
‘’Doğu Akdeniz’den de söz etmek istiyorum’’
Biz denizcilik işini beceremedik, hepimiz tarih okuyoruz be çeşme baskınından da,1770 navari baskınından da, Sinop baskınından da bunları okurken çok üzüntü duymuştum. 1853 Sinop çok içime oturmuştu.
Geliyor Rus donanması ta Rusya’dan Petersburg’dan çıkıyor, batlıktan geçiyor,Okyanusu aşıyor,Cebeli tarihten geçiyor,Ak Denizi geçiyor Çeşme limanındaki donanmamızı yakıyor böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına. Ta oradan geliyor yakıyor bütün leventler şehit oluyor. Donanmayı sıfırlıyorlar, 1770 Küçük Kaynarcadan 4 yıl önce 1853 Sinop orada bizimkiler donanmayı oraya saklamışlar 1853 tarihi Karadeniz’den topa tutmuşlar hepsini perişan etmişler.Meğerse denizcilik kuralıymış donanma orada saklanmazmış,donanma açıkta dururmuş açıkta karşılarmış, gemi var denizci var ama bu konuda en ufak bir bilgi yok. Zaten 1854 de kırım savaşı başladığın da İstanbul’a gelen yabancılar bizim gemilerin ağaca bağlandığını görmüşler esbiri yapmıyorum böyle güçlü halatlarla bağlamışlar gemileri rıhtım da yok zaten rıhtım 1850 den sonra kırım savaşından sonra yapılmaya başlıyor.
O küçük Portekiz dünyaya egemen oluyor ama maalesef Osmalı İmparatorluğu çok yetersiz kalıyor.
İstanbul’dan Çanakkale’ye 4 ayda gemi gidiyor. Gemilerin çoğu Marmara denizin de kayboluyor. Deniz haritası ilk kez 1857 yılında çıkarılıyor.
‘’Şimdi biz yeni bir sürecin içindeyiz’’
Mavi vatan dediğimiz bir gelişmeyle karşı karşıya bulunmaktayız.
Akdeniz’de Akdeniz’in doğusunda,Kıbrıs’ın güneyinde, Kıbrıs’ın doğu yakasında tirilyonlarca metre küp doğal gaz var, aynı oranda petrol var bu değerli yalnızlık yada şerefli yalnızlık denen siyasetin sorumluları maalesef bizim münasır iktisadi bölgemizi ilan etmediler. Münasır iktisadi bölgesinin ilan edememiş olmasının sıkıntılarını yaşıyor. Herkes tümü o bölgedekilerin hemen,hemen tümü tüm ülkeler birbirleri ile bu anlaşmaları imzaladılar.
Biz maalesef ondan sonra devreye girdik,ondan sonra kendi varlığımızı sürdürmek için çaba sarf ettik.
Türkiye’nin için de Güney Kıbrıs Rum yönetiminin anlaşmalarını dikkate alarak söylüyorum. KKTC için de kabul edemiyeceğimiz bir resim var.Önümüz de duruyor.
Bu AKP’nin zamanın da önlem almamasının münasır iktisadi bölgesini ilan etmemesinin bir sonucu ama sonuç itibari ile ne olur ise olsun AKP’nin yüzünden kaynaklanmış olsa bile bu bizim sorunumuz.
Burada mutlaka Yavuzuyla,Fatihiyle,Barbarosuyla öteki gemilerimizle varlığımızı sürdürmek zorundayız. Tek başımıza olsak bile burayı terk edemeyiz bizim burayı terk etmemiz yalnızca KKTC için değil Türkiye içinde çok ciddi sorunlar çıkması anlamına gelir diyen eski SHP Sosyal Demokrat Halkçı Parti ve Sosyal Demokrat Halk Partisi, Genel Başkanı aynı zaman da Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın sözlerini tamamladı.
Bu yararlı konferansı yayınlayarak yansıttığınız için sizi kutluyor ve çok teşekkür ediyorum.