Can Atalay, Gezi davasıyla ilgili ‘Artık söylemeliyim’ dedi: Muhalefet eksik kaldı

Example HTML page

TİP milletvekili Can Atalay, “Gezi davası ile ilgili siyasal ve toplumsal muhalefetin çok önemli bir eksiklik yaşadığını artık söylemeliyim. Sözcülük vazifesine talip olanların daha fazla gecikmeden buna uygun davranması gerekiyor” diye konuştu. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na oybirliğiyle seçilen Atalay, “Üyeleri ilk toplantılarını tam katılımla yapmak üzere Silivri’ye davet ediyorum. Bürokratik zorlukla karşılaşırsa genel başkanlarla görüşerek bunu aşabilirler” dedi.

  • “Gezi davası ile ilgili siyasal ve toplumsal muhalefetin çok önemli bir eksiklik yaşadığını artık söylemeliyim. Yurttaşlar bu hukuksuzluğu kabul etmiyor. Sözcülük vazifesine talip olanların buna uygun davranması gerekiyor, daha fazla gecikmeden…” 
  • “Adalet ve Kalkınma Partisi elitleri adaletsizlikle, zulümle abat olmaya çalışıyor ancak insanlarımız en zor koşullarda, yıkılmış bir kentin ortasında dahi boyun eğmiyor. Umudu büyütmek ise her zamankinden daha mümkün.” 

Gezi davası sanıklarından TİP milletvekili Can Atalay tutuklu bulunduğu Silivri’den Cumhuriyet Gazetesinden İklim Öncel‘in sorularını yanıtladığı röportaj’da şu ifadelere yer verdi;

  • Cezaevinde olmanıza karşın milletvekili seçildiniz. Bunun Türkiye’deki mevcut siyasi ortam hakkında ne söylediğine inanıyorsunuz?

Türkiye, pek çok yönden derin krizler içinde ve insanlar bir çıkış yolu arıyor. Ekonomik kriz, buna bağlı olarak borçluluk krizi, tarımda izlenen yanlış politikalar sonucu temel gıda ürünlerine erişimde yaşanan gıda egemenliği krizi gibi örnekleri çoğaltmak, her birimiz açısından hiç de zor değil. Türkiye’nin yaşadığı en önemli krizlerden biri de adaletsizlik krizi. Gezi davası, bu adaletsizlik krizinin hangi düzeye geldiğinin nişanesidir. Benim, mahpus bir insanın, Hatay halkının dikkat çekici orandan da yüksek oyları ile seçilmem hem bugün hem de yarın hakkında iki önemli şey söylüyor: Adalet ve Kalkınma Partisi elitleri adaletsizlikle, zulümle abat olmaya çalışıyor ancak insanlarımız en zor koşullarda, yıkılmış bir kentin ortasında dahi boyun eğmiyor, memleketlerine ve geleceklerine sahip çıkıyorlar. Umutsuzlukla kenara çekilmek isteyenler için mazeret çok. Umudu büyütmek ise her zamankinden daha mümkün.

(Atalay, ailesi ve özel görüşmecileriyle Silivri Cezaevi’nde.) 

‘DİŞİYLE TIRNAĞIYLA HALK KAZANDI’

  • Soma, Aladağ gibi birçok kritik davalarda sizi gördük. Şimdi ise tutuklusunuz. Kişisel deneyimlerinizi de kattığınızda Türk adalet sisteminin durumuna ilişkin bakış açınız nedir?

Türkiye derin bir adaletsizlik krizi yaşıyor. Hukuk devletinden geriye ne kaldıysa insanlar dişleriyle tırnaklarıyla o bakiyenin de üzerine basıp Türkiye’nin bu koşullarında dahi önemli içtihat kazanımları elde ettiler. Kuşkusuz yeterli denemez ancak en elverişsiz koşullarda dahi mücadele etmenin hem mümkün hem zorunlu olduğunun kanıtı oldu bu davalar ve mücadeleler. Ötesi, eğitim haktır; eğitim ancak eşit, kamusal ve bilimsel olduğunda “hak” niteliğindedir. Laiklik ve bilimsel eğitim mücadelesi önümüzdeki dönemin en kritik başlıklarından. Eğitim hakkı mücadelesinde Kadıköy’deki kazanım için Aladağ’daki çocuğun derdiyle dertlenmek gerekiyor. Hiç kimse yoksulluğun istismarına sessiz kalmamalı. Eğitimde yoksulluğun istismarı öncelikle sonlandırılması gereken alan. Soma, yoksulluğun istismarının, işçi canının en ucuz maliyet kalemi haline dönüşmesinin simgesi oldu. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin Eylül 2020 tarihli kararı ve o kararın o dairenin 5 üyesinden 3’ü değiştirildikten sonra olmayacak yöntemlerle ortadan kaldırılmaya çalışıldığını hiçbirimiz unutmamalıyız.

  • Yine bu gibi yakıcı davalara bakmış olmak, siyasi inanç ve hedeflerinizi nasıl şekillendirdi?

Bu toplumsal davalarda ve mücadelelerde görev yapmış olmak, Türkiye’nin farklı yoksulluk havzalarında yaşamış olmak, siyasal düşüncelerimi ve kanaatlerimi hem güçlendirdi hem de memleket somutunda güncelledi.

İNSAN HAKLARI KOMİSYONU ÜYELERİNİ SİLİVRİ’YE ÇAĞIRDI

  • Yargıda ve siyasette büyük bir değişiklik getirebilme imkânınız olsaydı, bu ne olurdu ve neden?

Yargıda yapılması gerekenleri bu röportaj sınırlarında aktarabilecek kadar mahir değilim. Ama iktidar bize geçtiği zaman yargıdaki pek çok sorun başlığının hemen ve kendiliğinden düzeleceğini düşünüyorum. Hukukun gereğini talep edeceğimizi herkes bilir. Türkiye’de ise ilk öncelik yoksulluğun her türden istismarına son verecek adımların atılmasıdır.

‘OHAL DEVLETİ SİYASETİ’

  • Önümüzdeki 5 yılda Türkiye için temel zorluk ve fırsatlara ilişkin ne öngörüyorsunuz?

İki temel zorluktan söz edebiliriz. İlki, ekonomik kriz. İkincisi ise mevcut kuralsız Adalet ve Kalkınma Partisi elitlerinin dönemsel gereksinimlerine göre işleyen, anayasasızlaştırılmış bir sürekli olağanüstü hal devletinin yerleşik hale gelmesidir. Bu kural tanımayan işleyiş, olağanüstü hal devleti siyaseti sürdükçe, ekonomik krizin aşılamayacağı gibi, çok yüksek bedellerle bulunan “dış kaynaklar”ı temin edenlere bağımlılık önemli oranda artacaktır. Evet, bu bir “beka” sorunudur ve bağımsızlıktan yana olduğunu ifade eden tüm siyasal ve toplumsal güçlerinin demokrasi mücadelesine güç vermeleri zorunludur. Türkiye’nin geleceğinde bağımsızlıkçı politikalar olmalı. Bu ise demokratik kazanımlarla mümkündür.

  • Ailenizin Türk siyasetinde güçlü bir geçmişi var. Bu, kendi siyasi yolculuğunuzu nasıl etkiledi?

Hem çekirdek ailem hem ailem hem de içine doğduğum ortam nedeniyle kendimi çok şanslı sayarım. Evet, hayat her zaman kolay değildi ancak ben, hep büyük bir ciddiyetle konuşulan yurt ve dünya sorunlarına kulak verme olanağı ve her durumda orada duran güçlü dayanışma ağı ile kendim olabildim. “Aile” deyince, hak ve haksızlıkla ilgili hem annemin hem babamın önemine değinmek isterim. “Hakkın yanında ol, haksızlığın karşısında…”

  • Cezaevindeki deneyimleriniz Türk adalet sistemine bakış açınızı nasıl etkiledi ve gelecekteki siyaset çalışmalarınızı nasıl etkileyebilir?

Aslında bilmediğim çok az şeyi öğrendim diyebilirim. İnfaz koruma memurlarının, benim muhatap olduklarımın çoğunluğu esas olarak ekmeklerini kazanıyorlar ve biz kural dışı bir muamele ile karşılaşmadık. Politik davalardaki tutukluluğun uzunluğunu ve “infazı yakılan mahpus sorununu” ise doğrudan gözlemek hiç aklımdan çıkmayacak. Bir de madem mahpushane var, keşke olmadığı günlere ulaşsak. Belli bir vadede insanı sağlığından etmeyecek bir biçimde olamaz mı? Bunun yanıtının peşini bırakmayacağım.

  • Tutukluluğunuzla ilgili toplumdan ve siyasilerden beklentiniz nedir, Meclis’te milletvekilleri ne yapmalı?

Geçtiğimiz hafta TBMM’nin kanunla kurulan tek komisyonu olan İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na teamül gereği oybirliğiyle seçildim. O komisyon üyelerini ilk toplantılarını tam katılımla yapmak üzere Silivri 9 Nolu Cezaevi’ne davet ediyorum. Adalet Bakanlığı bürokrasisinin bu konuda kendilerine izin vereceğini, zorluk çıkarmayacağını umuyorum. Eğer bir zorlukla karşılaşmaları durumunda, üyesi bulundukları parti genel başkanları ile görüşerek bu sorunu kararlılıkla aşacaklarına eminim.

  • Yalnız kaldığınızı veya bırakıldığınızı hissettiğiniz zamanlar oluyor mu, neden?

Kişisel olarak ailemden ve arkadaşlarımdan razıyım. Ama Gezi davası ile ilgili siyasal ve toplumsal muhalefetin çok önemli bir eksiklik yaşadığını artık söylemeliyim. Adına karar verilen mahkeme kararlarında ‘Türk milleti adına’ vurgusu ile meşruiyet kaynağı olarak işaret edilen yurttaşlar bu hukuksuzluğu kabul etmiyorlar. Sözcülük vazifesine talip olanların buna uygun davranması gerekiyor, daha fazla gecikmeden…

‘ÖNCE HATAY’A GİDECEĞİM SONRA YEMİN EDECEĞİM’

  • Cezaevinde bir gününüz nasıl geçiyor?

Her sabah erken kalkıyorum. Sabah spor yapıyorum. Spor bittikten sonra ve görüşler başlamadıysa, haberleri takip ediyor, okuyor, yazıyorum. Sağ olsun, bazı istisnai dönemler dışında hep gelenimiz oldu. Fırsat olursa öğleden sonra mutlaka bir şekerleme oluyor. Akşam yine havalandırma, yürüyüş ve son zamanlarda mutlaka akşam saatlerinde üçümüz beraber bir film izleyip, sonrasında yine okuma ile gün bitiyor. Kemal Tahir “mahpusluk yeme ve uyuma ile geçer” der. Yemekler, salatalar konusunda Hakan gibi büyük bir şansımız var, Tayfun ile benim.

  • Bu zorlu süreçte hem beden hem de psikolojik sağlığınızı korumak için belli rutinleriniz var mı?

Spor yapmak ve okumak-yazmak, beden ve zihin için hiç aksatılmaması gerekenler. Dedim ya, Hakan’ın salataları da önemli bir şansımız…

  • Özgür kaldığınızda yapmayı planladığınız ilk üç şey nedir?

Bulduğum ilk araçla Hatay’a gideceğim. Hatay’dan hemen sonra Ankara’ya geçip, yemin edeceğim. Ailemle biraz vakit geçirdikten sonra yeni dönem planlaması için arkadaşlarımın mesaisine katılacağım.

  • Muhalefet tarafından kesinlikle kazanılacağına inanılan bir seçim kaybedildi. Nerede hata yapıldı, bu konudaki analiziniz nedir?

Çok uzun değerlendirmeler yapmak gereken bir soru. Ancak programatik farklılıklarımız olan tüm demokrasi güçlerine şunu müşterek kabul olarak önermek isterim: Asgari müştereklerde ortaklaşmanın en güçlü ifadesinin en sona kalması yanlış oldu. Örneğin aday çok daha önce ilan edilmeliydi.

ŞERAFETTİN CAN ATALAY KİMDİR?

İlk adı 1971’de öldürülen Türkiye İşçi Partisi İl Başkanı Şerafettin Atalay’dan gelen Can Atalay, 1976’da İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. Soma, Ermenek maden facialarının, Aladağ tarikat yurdu yangınında mağdur ailelerin, Çorlu tren katliamında yaşamını yitirenlerin yakınlarının, Hendek havai fişek fabrikası patlamasında işçi ailelerinin avukatlığını üstlendi. Ayrıca Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan’ın ailelerinin de avukatıdır. 

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir