Beş yurttaştan ikisi kendini ikinci sınıf hissediyor
Son 10 yıllık değişimi inceleyen araştırmada çarpıcı sonuçlar elde edildi: Her 5 yurttaştan ikisi kendini “ikinci sınıf” hissediyor. Yargı, parti ve medyaya güven azaldı. Sonucu değerlendiren Ağırdır, “Otoriter rejimler sürdürülemez” dedi. Prof. Keyman ise “Siyasal kutuplaşma, toplumsal kutuplaşmadan önce geliyor” dedi
BirGün Gazetesinden NURCAN GÖKDEMİR‘in haberine göre;
Denge ve Denetleme Ağı, son 10 yılda siyasette ve toplumda yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin vatandaşların demokrasi algısı üzerindeki etkisini inceledi.
KONDA’nın 266 bin 993 kişiyle yaptığı yüz yüze görüşmelerin sonuçlarıyla hazırlanan Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu’nun ortaya koyduğu çarpıcı sonuçlardan bir bölümü şöyle:
’YARGI KİŞİYE GÖRE KARAR VERİYOR’:
Toplumun yarısından fazlası mahkemelerin, kişinin iktidarla ilişkisine ve gelirine göre karar verdiğini düşünüyor. 10 kişiden 3’ü kişinin Kürt olup olmamasının yargı kararını etkilediği görüşünde.
YARGI BASKI ALTINDA GÖRÜŞÜ HAKİM:
Mahkemeleri “adaletin dağıtıldığı yer” olarak görenlerin oranı düşüyor. Mahkemeye yolu düşen 10 kişiden 3’ü, hukuk sistemine güveninin azaldığını belirtiyor. Toplumun yarısından fazlası iktidarların savcı ve hakimlere baskı uyguladığına inanıyor. 100 kişiden 61’i yargının tamamen siyasallaştığı görüşünde.
EŞİTLİK ANLAYIŞI:
10 kişiden 9’u adaleti, “herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun eşit olması” diye tanımlıyor. 5 kişiden biri, adaletin “güçlülerin kendini haklı çıkarma yolu” olarak kullanıldığı görüşünde.
“KANUN BENİ KORUMAZ’:
Suç işlemedikçe kanunlar ve mahkemelerin kendisini koruyacağına inananların oranı yüzde 67 olsa da yüzde 20’lik bir kesim aksi görüşte. Üç kişiden biri hukukun, hata yapan devlet ya da onu temsil eden bir kişi olduğunda kendisini korumayacağına inanıyor. Yüzde 41’lik bir kesim ise devletin kurum ve memurlarının hukuk dışına çıktığını düşünüyor.
TERÖRLE MÜCADELE BAHANESİ:
Toplumun yarısından fazlası, hak ve özgürlüklerin Terörle Mücadele adına sınırlandırılamayacağını düşünüyor.
5 KİŞİDEN İKİSİ AYRIMCILIĞA UĞRADIĞI GÖRÜŞÜNDE:
Her beş kişiden ikisi farklı nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını düşünüyor, kendisini ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiğini ifade ediyor. Din, dil, etnik köken, toplumsal cinsiyet gibi kriterleri vatandaşlığın şartı olarak ortaya koyan bir kesim bulunuyor.
FARKLI KESİMLERE BAKIŞ:
Azınlığın haklarının ortadan kaldırılabileceğini düşünenlerin oranı düşüyor. Ancak başta Kürtler, Aleviler ve Müslüman olmayanlar ile eşcinseller olmak üzere, farklı kesimlerin eşit vatandaşlar olarak değerlendirilmesi ve onlara eşit haklar tanınması konularında dile getirilen çekinceler, eşit vatandaşlık algısı konusunda daha alınacak mesafe olduğuna işaret ediyor. Dini inancı olmayanlardan yüzde 52’si, Aleviler’den yüzde 44’ü, Kürtler’den yüzde 30’u ile yaşam tarzını modern olarak tanımlayanlardan yüzde 24’ü ayrımcılığa uğradığını ifade ediyor.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ:
Farklılıklara açık olmak, toplumunun genelinin dışında fikirler beyan edilmesi konusunda çekinceler hala sürüyor. Bunun tüm toplumun ifade özgürlüğünü ilgilendiren bir konu olduğu, bunun neden demokrasinin olmazsa olmazı olduğu konusu yeterince kavranmış değil.
GELENEKSEL MEDYAYA GÜVEN AZALIYOR:
Gazeteler ve televizyonları haber alma aracı olarak görenlerin oranı ciddi biçimde düşerken, haber kaynağı olarak başvurulan gazete ve televizyonlardaki çeşitlenme de azaldı.
YERELDE BEKLENTİ KATILIMCILIK:
Yerel yönetimlerin ek vergi, anadilde hizmet, yerel kaynakların kullanımı gibi konularda yetki sahibi olması konusunda toplumda çekimserlik hakim görülüyor. Toplumun 3’te biri bunu desteklerken, 3 biri karşı çıkıyor. Diğer üçte bir ise arada kalmış durumda. Bu çekimserliğin kaynağında ise Kürt meselesinin yattığı görülüyor. Bununla birlikte vatandaşlar, yerel yönetimlere daha etkin bir biçimde yer almak istiyor.
KÜRESEL ARA BUZUL DÖNEM
KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, araştırmanın toplumun ikircikli tutumunu ortaya koyduğunu ifade ederek, “Mehteran yürüyüşünü bizim icat etmemizin bir nedeni olmalı” dedi.
Yurttaşların aklı ve yüreği ideal dünyaya ilerlerken bulunduğu yere kök salmaya çalıştığına da dikkati çeken Ağırdır, şunları söyledi: “Hükümetin siyasi alanı giderek daraltması, ulusal ölçekteki sivil toplumu giderek etkisizleştiriyor ve başarı üretme ihtimalini daraltıyor. Bu da yeni enerjiyi, kaynakları ve insanları içine çekemiyor. Sivil toplum yerelleşiyor. Bir yandan yerelleşirken diğer yandan reel sorunların üzerine oturmaya çalışıyor. Yeni enerji, yeni bilgi ve kaynak yerellerdeki reel sorunlar ile ilgilenen alanlara doğru kayıyorlar. Ben de yeni bir hikâyenin yerellerden besleneceği ve yerellerden vücut bulacağını düşünenlerdenim. Gündelik ve yerküre ritmindeki değişim, insan arzularındaki değişim gibi temel dinamikler otoriter yönetimlerin sürdürülemeyeceğini gösteriyor. Korona sonrası ekonomik kriz, farklı zaman aralıklarında siyasi kriz olacağını, geleceğin hikayesini taşıyan siyasetler yeni oluşlara kadar sarsıntılı bir dönem geliyor. Küresel ara buzul dönem diyorum.
DAHA GENİŞ GÜVEN İHTİYACI ORTAYA ÇIKACAK
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman “İkircikliğin artmasının temel nedeni siyasal ve kurumsal düzeydeki yapı. Siyasal kutuplaşma, toplumsal kutuplaşmadan önce geliyor” dedi. Eylül ayından itibaren Türkiye’de sağlık, işsizlik ve gıda üçgeninde nasıl bir devlet kapasitesi ve yönetim olması gerektiğinin öne çıkacağını belirten Keyman, “Daha geniş bir güvene ihtiyacımız olduğu ortaya çıkacak. Belediyelerden tutun, sivil toplum örgütlerine kadar aktörlerin katkısı önemli olacaktır. Devlet kapasitesi daha önemli olacak. Sivil toplumsuz düşünülemeyeceği görülecek” dedi.