Tek Adam Yönetiminin Savaş ve Sömürü Politikalarına Karşı Bütün Demokrasi Güçlerini Emek, Barış, Özgürlük İçin Mücadeleye Çağırıyoruz!
Tek Adam Yönetiminin Savaş ve Sömürü Politikalarına Karşı Bütün Demokrasi Güçlerini Emek, Barış, Özgürlük İçin Mücadeleye Çağırıyoruz!
Emek Partisi (EMEP) Merkez Yürütme Kurulunun son ekonomik ve siyasal gelişmelere dair değerlendirmelerde bulunarak yazılı açıklama gerçekleştirdi.
Emek Partisi yapmış olduğu yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi:
Türkiye, ücretlerin hızla eridiği, sermaye için yazılmış 2025 bütçesinin dayatıldığı, emekçiler başta olmak üzere tüm toplumun yaşam ve çalışma koşullarının ağırlaştığı, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin tırmandığı koşullarda bulunuyor. Gazze’de dünyanın gözleri önünde bir soykırıma girişen İsrail, ABD ve Batılı müttefiklerin açık desteğiyle, saldırılarının coğrafi ölçeğini genişletiyor, şiddetini artırıyor. Bu şartlar altında Türkiye sermaye sınıfı ve devleti de, bu uluslararası koşulları, çatışma ve şiddet iklimini ‘fırsata’ çevirmeye çalışan bir yönelim içinde. Bu kapsamda, yaz sonunda başlayan ‘iç cephe’ söylemleri, Kürt sorunu etrafında bir sözde ‘yeni süreç’ tartışmasına varmış durumda. Saray rejimini ayakta tutan Cumhur İttifakının kurucu ortağı MHP ve genel başkanı Devlet Bahçeli bir yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Saray bürokratları diğer yandan, Kürt halkına, kurumlarına ve siyasetçilerine yönelik saldırılar yanında, CHP ve yönettiği belediyelere açık tehditler de içeren bir kampanya yürütüyorlar.
Abdullah Öcalan’ın Meclis’te DEM Parti grubuna hitap etmesi ve “umut hakkı”ndan yararlanmasından, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerine Rojava’ya topyekûn bir operasyon yapılmasına uzanan “çeşitlilikteki” söylemler, Kürt sorununun eşit haklara dayalı gerçek bir çözüm önerisi olmadığını gösterir niteliktedir.
Saray koalisyonunu oluşturan unsurların açıklamaları ve önerileri, toplumun önemli bir kesimi tarafından, Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesini de içerecek şekilde bir anayasa değişikliği ile rejimin tahkim edilmesine yönelik bir planın parçası olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme haksız değil ama yetersizdir.
Haksız değildir, nitekim rejim, Erdoğan sonrası için doğal koşullarda ve uygun bir halef çıkartamamış; 22 yıllık iktidarın, bu uzun dönemin yarattığı olanakların sürdürülmesinin güvenli bir yolu bulunamamıştır. Bu nedenle Erdoğan’ın bir dönem daha aday -dolayısıyla başkan- olabilmesi, iktidar elitlerinin ayrıcalıklarını sürdürebilmesinin görece kolay yolu olarak öne çıkmaktadır. Bu seçenek, 22 yıl boyunca her istedikleri gerçekleşmiş, kârlarını katlamış, emeğe karşı büyük kazanımlar elde etmiş sermaye sınıfının tüm bölükleri için de masadadır. Yerli ve uluslararası sermaye odaklarının, Erdoğan’ın bir dönem daha başkan olması ve anayasanın bu temel amaçla değiştirilmesine dönük temelden bir itirazı bulunmamaktadır. Bu seçeneğin önünde emekçi sınıflar ve onların politik güçlerinin direnci dışında bir engel yoktur.
Fakat ‘yeni süreci’ salt bu ihtiyaç ile açıklamak yetersizdir. Türkiye burjuvazisinin bölgeye ilişkin yönelimleri ve planları uzun süredir biliniyor. Türkiye sermaye sınıfı, başta Orta Doğu ve Afrika olmak üzere, bölge coğrafyasında yeni yatırım ve genişleme olanakları aramakta, Gine’den Pakistan’a uzanan bir eksende, devletin de açık iş birliği ve yardımlarıyla nüfuz elde etmektedir.
Bugün de ABD destekli İsrail saldırganlığının Orta Doğu’daki güç dengelerini sarsacağı, bölge haritasında köklü ve kalıcı değişimlere yol açacağı yönündeki beklentinin Türk devlet ve sermaye sınıflarında da karşılık bulduğu anlaşılmaktadır. Türkiye egemen sınıfları bu savaş ortamının hem risk hem de fırsatlar barındırdığını düşünmekte ve bunu açıkça ifade etmektedir. Son haftalarda, Kürt sorununun başlıca aktörleri üzerinden yürütülen tartışmaları da bu dış politik ve ekonomik etkiler belirlemektedir.
Daha açık söylemek gerekirse, Türkiye egemen sınıflarının bir bölümü, bir İran-İsrail savaşı beklentisine girmiş, bu olası savaşın kendi bölgesel çıkarları için fırsatlar doğuracağını düşünmektedir. “İç cephe” çağrıları, “İsrail bize saldıracak” ve “Lübnan’dan sonra hedef Türkiye” söylemleri, bu beklentiler etrafında oluşturulmuş bir savaş siyasetinin çerçevesi dahilindedir. İçeride İsrail karşıtı bir hamasete yaslanan ama başta ticari ilişkiler olmak üzere, İsrail ve emperyalistlerin bölgesel çıkarlarına hizmet etmeyi sürdüren iktidar, bölgedeki Kürt ulusal varlığını da yalnızca kendi çıkarları üzerinden değerlendirmektedir.
ABD, Siyonist temeller üzerinden bölgedeki uzun vadeli planlarına ve hedeflerine erişme yönünde davranmaya devam ederken, İsrail burjuvazisi ve gericiliği de bu role giderek daha çok mahkûm olmuştur… ABD’deki başkan değişiminin bu konuda ‘yeni’ bir sonuca yol açmayacağı da anlaşılmaktadır. İsrail’i vurucu güç olarak kullanan ABD’nin bölgesel hedeflerine varması için bu yetmemekte, Orta Doğuya ilişkin yeni planlar, yeni seçenekler ve alternatifler üzerinde durulmaktadır. ABD öncülüğündeki emperyalist güçler, ulusal, dinsel, mezhepsel ayrılıkları kışkırtmak ve çatışmaya dönüştürmek, bu yolla bölgeyi yeniden dizayn etmek arayışındadır.
İşte bu koşullarda ortaya çıkan ‘yeni beka’ söylemleri, sadece iktidarın muhalefeti bastırmasına yönelik değil, Türkiye burjuvazisinin ülkedeki tüm güçleri kendi etrafında toplama çabasına da yönelik bir operasyon niteliğindedir. Yeni bir ‘çözüm süreci’ ya da vaat edilen görüşmeler de bunun üzerinden gündeme gelmektedir.
Bu süreç, yakın zamanda ortaya çıkan olay ve olguların da teyit ettiği gibi, bir yumuşama ya da normalleşme değil, aksine siyasal ve hukuksal baskı araçlarının daha fazla devreye gireceği bir saldırı süreci olarak planlanmaktadır…
Bölge önümüzdeki dönemde yeni gelişmelere gebe. Çelişkilerin ve çatışmaların daha da derinleşeceği bir eşikteyiz. Türkiye burjuvazisi de buna yönelik önlemler almaya girişmektedir. Bu süreç, Cumhur İttifakı aktörleri açısından da bazı çelişki ve çatışmaların daha görünür hale geldiği bir süreç olmaktadır… Ancak Kürt sorununu, çözmek bir yana daha da derinleştirecek şekilde istismar etmek konusundaki Cumhur İttifakı zemini sağlam durmaktadır. Tarafların “Kürt sorununu çözme” yönünde bir iradesi ve niyeti yoktur… Kürt emekçiler de yaşananlara baştan itibaren temkinli ve güvensiz yaklaşarak bu duruma işaret etmiştir.
Türkiye’nin tarihsel nitelikte bir Kürt sorunu vardır ve bu sorun, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ekseninde, tam hak eşitliği içinde ve birlikte yaşamayı hedefleyen bir çerçevede çözülmelidir. Kürt ulusal varlığının ve eşitliğinin kabulü; anadilinde eğitim hakkı, Kürtçenin ikinci resmi dil olması gibi anayasal düzenlemelerin güvenceye alınması bunun için gerekli ilk adımlardır.
Kürt sorununun çözümsüzlüğü, esasen Türk ve Kürt emekçilerin aleyhinedir. Çözüm, birlikte mücadelenin güçlendirilmesinden geçmektedir. Toplumun geniş kesimlerinde yüksek enflasyon ve düşük ücret dayatmalarına karşı tepki artıyor. Tüm ücretleri etkileyecek şekilde asgari ücret üzerinde yapılan tartışmalar, sendikal haklara yönelik saldırılar, insanca yaşayacak bir ücret ve çalışma koşulları için mücadele işçi sınıfının gündemindedir. Anadolu’nun dört bir yanında yerli ve yabancı tekeller için girişilen doğa talanına karşı köylüler başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerinin kararlı itiraz ve mücadeleleri sürmektedir. Kadınlar, eşitlik mücadelesi ve şiddete karşı mücadeleyi yükseltmektedir. Tüm bu mücadele ve itirazların birleşik bir şekilde yükselmesi, tek adam iktidarının muhalefet güçlerini bölme ve parçalama taktiklerine karşı en etkili yanıt olacaktır.
EMEK PARTİSİ
MERKEZ YÜRÜTME KURULU (MYK)
Kasım 2024