Uluslararası İnsan Hakları Gününde Jeremy Corbyn dünya düzeninden esaslı bir kopuşun gerekliliğini savunuyor

British Labour Party leader Jeremy Corbyn speaks during a United Nations panel on human rights and international cooperation in Geneva, Switzerland, December 8, 2017. REUTERS/Pierre Albouy

British Labour Party leader Jeremy Corbyn speaks during a United Nations panel on human rights and international cooperation in Geneva, Switzerland, December 8, 2017. REUTERS/Pierre Albouy

Uluslararası İnsan Hakları Gününde Jeremy Corbyn dünya düzeninden esaslı bir kopuşun gerekliliğini savunuyor

İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn geçen 8 Aralık Cuma günü Cenevre’de yirmibirinci yüzyıl sosyalizmine bakışını özetlediği bir konuşmayla Birleşmiş Milletler görevlilerine hitap etti.

Uluslararası İnsan Hakları Günü bağlamındaki konuşma küresel ekonomik eşitsizliklerin kökenlerini, süregiden iklim krizini ve dünyanın dört bir tarafındaki savaşların etkisini ele aldı. “Ortak insanlığımıza yönelik bu tehditler”in üstesinden, buna göre, sadece “herkes için geçerli ve azınlık için değil çoğunluk için işleyen kural temelli bir küresel sistem”le gelinebilir.

Salvador Allende ve Thomas Sankara gibi müteveffa sosyalist liderlerden alıntılar yapan Corbyn, uluslararası işbirliği ve dayanışma üzerinden biçimlenmiş temelden farklı bir dünya düzeninin anahatlarını sunuyor.

Konuşmayı bütünüyle aktarıyoruz.

YENİ BİR ENTERNASYONALİZM

Rousseau’nun döneminden bu yana sığınılacak bir yer ve felsefe mekanı olmuş Cenevre’de Palais de Nations’daki bu tarihsel ortamda konuşmak için beni davet etmeniz nedeniyle sizlere teşekkür ederim. Sonu kötü biten Milletler Cemiyeti’nin II. Dünya Savaşı öncesindeki merkezi artık Birleşmiş Milletler’e evsahipliği yapıyor. Burada konuşmak özellikle bir ayrıcalık çünkü partimizin programı Birleşmiş Milletler’i destekleme taahhüdünde bulunuyor. “Barışı, özgürlüğü, demokrasiyi, ekonomik güvenliği ve çevrenin korumasını güvence altına alma” vaadi.

Uluslararası İnsan Hakları Günü’ne yaklaşırken bu fırsatı ortak insanlığımıza yönelik en büyük tehditlere ve bunların üstesinden geleceksek devletlerin hakiki uluslararası işbirliği ve – bireysel ve kolektif, toplumsal ve ekonomik olduğu kadar içeride ve dışarıda hukuki ve anayasal olarak – insan hakları konusunda neden ağırlıklarını koymaları gerektiğine odaklanmak için kullanmak istiyorum. Benim ülkem bir kavşakta. Britanya halkının Avrupa Birliği’ni terk etmek için geçen yılın referandumunda verdiği karar dünyadaki rolümüzü yeniden düşünmemiz gerektiği anlamına geliyor.

Bazıları Brexit’i Britanya’nın, dış dünyayı kabul etmeyip, herkesi korkulacak bir rekabetçi olarak görerek kendine dönmesi için kullanmak istiyor. Başkaları Britanya’yı düşük ücretlerle, sınırlı haklarla ve dibe doğru yıkıcı bir yarışta ucuz kamu hizmetleriyle kuralsız bir vergi cennetine çevirerek, Brexit’i halihazırdaki ekonomik sistemimizin güvensizlikleri ve eşitsizliklerini daha da derinleştirmek için kullanmak istiyor. Partim, AB’yi terk ettiğimizde, işçi hareketinin ve ülkemizin enternasyonalist geleneklerine dayanarak tamamen farklı bir geleceği savunuyor. Avrupalı komşularımızla ve AB dışındakilerle, dünyanın dört bir tarafında daha geniş proaktif enternasyonalizmin yanı sıra, karşılıklı fayda ve adil ticarete olduğu kadar dayanışmaya da yaslanan, yakın ve işbirlikçi ilişkiler geliştirmek istiyoruz.

Britanya’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilk imzacılarından olması ve 1998 İnsan Hakları Yasası ile Sözleşme’nin yasalarımıza yerleşmesinden gurur duyuyoruz. Bu nedenle İşçi Partisi, nasıl BM İnsan Hakları Konseyi’nin çalışmaları bizimki gibi ülkelerin – bu senenin raporunun başarısız olduğumuzu tespit ettiği engelli haklarında olduğu gibi – taahhütlerine bağlı kalmasını sağlamaya yardım ediyorsa, Avrupa Konseyi aracılığıyla diğer Avrupalı devletler ve ilerici partiler ve hareketlerle çalışmaya devam edecek.

Uluslararası işbirliği, dayanışma ve kolektif eylem dış politikamıza yansıtma konusunda kararlı olduğumuz değerler. Bu değerler, herkes için adalet ve güvenlik temin edecek ilerici ve kural temelli bir uluslararası sistemi genişletmek için diplomasiyi kullanacak olan gelecek İşçi Partisi hükümetinin dünya sahnesinde yapacağı her şeyin kılavuzu olacak. Söz konusu kurallar gerçekten evrensel olmalı ve küresel destek sağlamak ve güven vermek için zayıflara olduğu kadar güçlülere de uygulanmalı. Bunlar, güçlüler istedikleri gibi davranırken zayıfları disipline etmek için kullanılamayacaklar, eğer öyle olursa adaletin değil iktidarın aracı olarak görülerek itibarsızlaşırlar.

Bu nedenle güçlü olanların uluslararası kuralları ve uluslararası hukuku benimsemesi ve bunlara saygı duymasını sağlamak zorundayız. Eğer bunu yapamazsak, 1948 Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin idealleri, gerçekleşmekten ziyade bir umut olarak kalır ve uluslararası kurallar uluslararası alanda kararları alan küresel güçlerin kendilerince seçip kullanacakları şeyler olarak görülür. En acil olanı, insan hakları davasını güçlendirmek, ortak insanlığımızın karşısında duran birbirlerine bağlı en büyük dört tehdite karşı durabilmek için başka ülkelerle birlikte çalışmamız.

Birincisi, çoğu kişinin neoliberalizm olarak adlandırdığı ve bütün dünyada eşitsizlik, marjinalleşme, güvensizlik ve öfkeyi çoğaltan, hesabı sorulmayan servet ve gücün ufak bir kurumsal seçkinler grubunun elinde yoğunlaşmasıdır.

İkincisi istikrarsızlık yaratan, tüm dünyada çatışmaları destekleyen ve bizlerin geleceğini tehdit eden iklim değişikliğidir.

Üçüncüsü, çatışmadan, zulümden, insan hakları ihlallerinden, toplumsal yıkımdan ve iklim felaketlerinden eşi görülmedik sayıda insanın kaçışıdır.

Ve son olarak çatışmaları çözmek ve yönetimleri değiştirmek üzere, diplomasi ve müzakereden ziyade tek taraflı askeri eylem ve müdahalede bulunulmasıdır.

TOPLUMSAL BİR EKONOMİ İNŞA ETMEK

Hakim küresel ekonomik sistem bozuktur. Bu sistem, müreffeh bir azınlığın küresel kaynakların yüzde 90’ını kontrol ettiği bir dünya üretiyor. Şirketlerin vergi kaçırmalarından kaynaklı olarak gelişmekte olan ülkelerin yılda 100 milyar dolardan daha fazla bir kaynağı yitirdiğinin tahmin edildiği, ulusların içinde ve arasında grotesk düzeylerde eşitsizliğin ve artan güvensizliğin dünyasını; yasadışı finansal akışlarla Küresel Güney’den yılda 1 trilyon doların çekip alındığı bir dünya üretiyor. Bu küresel bir skandal.

En güçlü uluslararası şirketlerin dünyamızın nasıl ve kimin için yönetileceğini dikte etmeye devam etmesine izin verilmemeli. Yapısal uyum programlarının dünyanın çoğunu ilkin harap etmesinden otuz yıl ve 2008 finansal çöküşünden on yıl sonra bunları sunan neoliberal ortodoksi çöküyor. Müflis ekonomik sistem ve toplumsal düzene dair güven krizi, bu anda bize çoğunluğun çıkarlarını ilk sıraya yerleştiren yeni bir ekonomik ve toplumsal konsensus inşa etmek için nesilde bir gelen bir fırsat veriyor.

Ancak küresel seçkinlerin sisteminin ve kararları karşı koyan olmaksızın alma imtiyazlarının parçalanıyor olması, bazı siyasetçileri korku ve bölünmeleri harlamaya itti. Ve uluslararası işbirliğiyle sanki bu ulusal teslimiyetmişçesine dalga geçmelerine. Başkan Trump’ın Müslümanlara karşı getirdiği utanç verici yasak ve Meksikalılara karşı söylemi ırkçı kışkırtmalar ve misojiniye katkı sundu ve odağı Wall Street hakimiyetindeki yönetiminin gerçekte yapmakta olduklarından başka yere kaydırdı.

Şirketler ve en zenginlere vergi indirimleriyle milyarlar sunulurken, ücretlerin son on yıl içinde çok sayıda insan için gerçekte düştüğü Britanya’da, bizim Başbakanımız daha az aşırı ancak dikkati Hükümetin başarısızlıkları ve gerçek gündeminden kaçırmayı amaçlayan bir yaklaşımı benimsedi. Halkımızın bütününün sivil ve siyasal haklarını teminat altına alan ve aslında ülkede herkese fayda sunan İnsan Hakları Yasası’nı ortadan kaldırma tehdidinde bulunuyor. Ve “eğer dünya vatandaşı olduğunuza inanıyorsanız, hiçbir yerin vatandaşı değilsinizdir” diyerek ısrar ediyor.

Bu zararlı ve müflis düzene karşı bir alternatif mevcut. Dünyanın en büyük şirketleri ve bankaları, kuralları yazsınlar ve sistemi çıkarları doğrultusunda ayarlasınlar diye kendi başlarına bırakılamazlar. Dünya ekonomisi insanların çoğunluğu için ortak fayda sağlayabilir ve sağlamalı. Ancak bu, uluslararası düzeyde gerçek ve köklü yapısal değişiklikler gereksinecek.

Birleşmiş Milletlerin dayanışma, insan haklarına saygı ve uluslararası düzenleme ve işbirliği temelinde ortak zemin ve yeni bir konsensusu geliştirmek üzere oynaması gereken anahtar bir rol bulunuyor. Bu rol, demokratik liderlerin hesap sorulmayan iktidar hakkında gerçekleri konuşmaları için bir platform olmayı da barındırır.

Böyle bir an, büyük muhalefete ve ABD müdahalesine karşın seçilmiş Şili Başkanı Salvador Allende 4 Aralık 1972’de New York’da BM Genel Meclisi kürsüsüne geldiğinde yaşandı. Hiçbir devlete, parlamentoya ya da ortak çıkar temsil eden bir kuruluşa hesap vermeyen ulusötesi şirketlerin oluşturduğu tehdide karşı küresel eylem çağrısında bulundu. Dokuz ay sonra Allende, 17 yıl süren vahşi bir diktatörlüğün öncüsü olan ve ülkeyi serbest piyasa köktenciliğinin laboratuvarı haline getiren General Augusto Pinochet’nin darbesinde öldürüldü.

Ancak, 44 yıl sonra, dünyanın dört bir tarafında insanlar ayağa kalkıyor ve çokuluslu şirketlerin vergiden kurtulma, toprak ve kaynakları ucuza ele geçirme ve işgücünün ve toplumların kalbini söküp atmalarını sağlayan sınırsız iktidarına yeter diyor. Bu nedenle Britanya’da gelecek İşçi Partisi hükümetinin BM İnsan Hakları Konseyi’nin ulusötesi şirketleri uluslararası insan hakları hukuku altında düzenlemek üzere yasal olarak bağlayıcı bir anlaşma oluşturma çabalarını aktif bir şekilde destekleyeceği taahhüdünde bulunuyorum. Gerçek kurumsal sorumluluk bunların iştirakleri ve tedarikçilerinin bütün faaliyetleri için geçerli olmak zorundadır. İnsan haklarını ihlal eden ya da Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde maden üzerinden çıkan çatışmalarda olduğu üzere çevreyi mahveden şirketlerin cezasız bırakılmasına bir son verilmelidir.

Çok uzun bir süre için kalkınma, zincirlerinden boşanmış piyasaların ve hesap sorulamayan çokuluslu şirketlerin küresel sorunları çözmek için anahtar konumda olduklarına yönelik temelsiz bir dogma tarafından yönlendirildi. Bu nedenle gelecek İşçi Partisi hükümetinde Uluslararası Kalkınma Departmanı’nın sadece yoksulluğu ortadan kaldırma değil ayrıca bundan ayrı düşünülemeyecek olan dünya çapında eşitsizliği azaltma görevi de olacak. Bu amacı gerçekleştirmek için, gelişmekte olan ülkeleri soyan ve kamusal hizmetler için gerekli kaynakları kurutan küresel vergi kaçırma ve ticari sahte fatura skandalına karşı harekete geçmeliyiz.

Sadece Afrika’da her yıl, kıtaya yardım olarak giren 30 milyar doları oldukça aşan bir miktar, tahminen 35 milyar dolar, vergi kaçırma nedeniyle ve 50 milyar dolar da yasadışı finansal hareketlerle kaybediliyor. Paradise ve Panama Belgeleri’nin gösterdiği üzere süper-zenginler ve muktedirlere kendilerini düzenlemeleri için güvenilemez. Küresel Güney’de ülkelerin kendi halklarından çalınan milyarları korumak için desteğe ihtiyaçları varken, çokuluslu şirketlerin ülke ülke raporlama gerçekleştirmeleri istenmeli. Bu nedenle gelecek İşçi Partisi hükümeti, Zambiya’nın, yağmalamanın önüne geçmekte kendilerine yardım edecek Norveç yardım kuruluşu NORAD’la çalışmasında olduğu üzere gelişmekte olan ülkelerin vergi otoriteleriyle birlikte çalışmak için uğraşacak.

9 Aralık Uluslararası Yolsuzlukla Mücadele Günü. Yolsuzluk sadece “orada” gerçekleşen bir şey değil. Hükümetimiz demokrasinin altını oyan ve insan haklarını ihlal eden yolsuzluğa yol vermede merkezi bir rol üstlendi. Yolsuzluk, küresel bir tepki gereksinen küresel bir sorun. Siyasetçiler kamusal fonları vergi cennetlerine akıtırken insanlar yoksul bırakıldığında bu yolsuzluktur ve İşçi Partisi hükümeti vergi cennetlerinin üzerine kararlılıkla gidecektir: kraliyete bağlı yerler ve deniz aşırı coğrafyalar için, bütün şirket ve emanetçilerin sahiplerinin, yöneticilerinin, ana hissedarlarının ve gerçek faydalanıcıların kamusal kaydını kapsayan katı şeffaflık standartları getireceğiz.

İKLİM ADALETİNİ SAĞLAMAK

İklim değişikliği ortak insanlığımıza yönelik ikinci büyük tehdit. Gezegenimiz tehlike altında. Küresel ısınma yadsınamaz, doğal felaketlerin sayısı 1970’ten bu yana dört katına çıktı.

Yakın zaman önce Karayipleri vuran gibi Kasırgalar daha büyükler çünkü daha ılık denizlerden nemi topluyorlar. Denizleri daha sıcak hale getirense, esasen dünyanın daha zengin ülkelerindeki emisyonların yol açtığı iklim değişikliği. Ancak en az kirleten ülkeler, çoğunlukla da gelişmekte olan uluslar – gıda güvensizliği ve toplumsal yerinden edilmeyi de getiren – iklim değişikliğinin yol açtığı hasarın keskin ucunda duruyorlar. Bu uluslarla dayanışma içinde bulunmalıyız. İki ay önce Antigua ve Barbuda Başbakanı Gaston Browne’a bu platformu, söz konusu mesajı netleştirmek için kullanma sözü verdim.

Uluslararası toplum kaynakları seferber etmeli ve dünyanın en büyük kirleticileri yükün en büyük kısmını üstlenmeli. Bu nedenle en fazla kirleten ülkelerin, Birleşik Krallık dahil, hükümetlerinden şunları talep ediyorum:

Öncelikle dünyanın dört bir yanındaki felaketlere yanıt verebilmek için kapasitelerini geliştirmelerini. Dünyada en iyi eğitim almış ve en vasıflılar arasında yer alan silahlı kuvvetlerimizin deneyimlerini insani acil durumlarda kullanabilmelerine olanak tanınmalı. Donanmasını çok yönlü bir hale getiren ve birden fazla rol üstlenen bir güce dönüştüren İtalya bu konuda öncülük edenler arasında.

İkincisi, İşçi Partisi’nin Britanya’nın Bütçe Sorumluluk Ofisi ile yapmayı taahhüt ettiği üzere finansal tahminlere katmak amacıyla, çevresel bozulmanın maliyetlerini bileşenlerine ayırmalarını talep ediyorum.

Üçüncüsü tarihi önemdeki Paris İklim Anlaşması’nın arkasında sağlam bir şekilde durmalarını.

Ve son olarak borç silme ve borç affı için ciddi ve acil adımlar atmalarını talep ediyorum.

Uluslararası borçları ödemek için uğraşırken kendi yaratmadıkları iklim krizleri karşısında toparlanmaya çalışan ülkelerin deneyimlediği adaletsizliğe karşı uluslararası bir toplum olarak davranmalıyız. 1987’de, bir darbede kendisi de öldürülmeden birkaç ay önce Afrika Birliği Örgütü’ne seslenen Burkina Faso Başkanı Thomas Sankara’nın sözlerini hatırlamak gerekli: “Borç” diyordu “öncelikle, ödemezsek borç verenler ölmeyeceği için ödenemez. Ama ödersek… biz öleceğiz.”

Yoğunlaşan iklim krizi, çatışma ve umutsuzluktan kaçan insanların halihazırda eşi görülmedik sayısını daha da artırıyor. Bugün dünyada İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar fazla mülteci ve yerinden edilmiş insan bulunuyor. Mülteciler bizim gibi insanlar. Ancak bizden farklı olarak şiddet, zulüm ve iklim kaosu nedeniyle evlerini terk etmek zorunda bırakıldılar. Günümüzün en büyük ahlaki sınavlarından birisi, 1951 Mülteci Sözleşmesi’nin lafzına ve ruhuna nasıl uygun davranacağımızdır. Sözleşme’nin ana ilkesi basitti: mültecileri korumak. Ancak küresel ekonominin sadece yüzde 2,5’unu oluşturan on ülke dünyadaki bütün mültecilerin yarısından fazlasına evsahipliği yapıyor.

Dünyanın en zengin ülkelerinin devreye girmesi ve ortak insanlığımızı gösterme zamanıdır. Başarısızlık yok edilen vatanları içinde yerinden edilen ya da mülteciye dönüşen milyonlarca Suriyeli anlamına geliyor. Rohingya mültecileri Myanmar’a vatandaşlık garantisi ya da devlet şiddetinden korunma garantisi olmadan döndüler ve Papua Yeni Gine ya da Nauru’da olduğu üzere mülteciler insan yaşamı için uygun olmayan kamplarda süresi belirsiz biçimde gözaltında tutuluyorlar. Afrikalı mülteciler savaşın yıktığı Libya’da köle haline getirilerek satılıyor. Bu gerçeklik, insanlık duygumuzu ve insani dayanışma duygumuzu rahatsız etmeli.

Avrupa ülkeleri Akdeniz’i kat eden mültecilerin ve göçmenlerin ölüm oranı artarken daha fazla şey yapabilirler ve yapmalılar. Ve insan kaçakçılarına karşı daha etkili önlemler almalıyız. Ama açık olalım: uzun erimli yanıt, çatışma, zulüm ve eşitsizliğin kökenlerine inen, insan haklarına dayalı hakiki uluslararası işbirliğidir.

BARIŞ İÇİN ÇALIŞMAK

Başka birçok insan gibi hayatımın çoğunu savaş ve çatışma karşısında, sıklıkla düşmanlıkla karşılaşsam da diplomasi ve diyaloğu savunarak geçirdim. Bunun herkes için kalıcı ve hakiki güvenlik sağlamanın tek yolu olduğuna kaniyim. Yakın dönemdeki felaket getiren istilalar ve işgallerden sonra dahi askeri güce, “Önce Amerika” ya da “İmparatorluk 2.0”a küresel güvenliğin tesisi için başvurmak üzere yine tekrarlanan bir baskı söz konusu. Britanya halkının başkalarının acılarına duyarsız olmadığını, ülkenin dışarıdaki acımasız savaşlarının etkisine ve geri tepmesine karşı kör kalmadığını biliyorum. Irak, Afganistan ve Libya ve Somali’de rejim değişikliği için savaşlar, istilalar, müdahaleler ve işgaller kendi bağlamlarında başarısız oldular, ülkeleri ve bölgeleri yıkıma uğrattılar ve Britanya’yı ve dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirdiler.

Birleşik Krallık hükümeti bazı insan haklarını desteklerken, diğerlerinin ihlalinde suç ortağı olmasa dahi sessiz kalıyor. Çok fazla sayıda insan, Suudi Arabistan’a milyarlarca pound değerinde silah satışlarının desteğiyle Yemen’de gerçekleşen aleni ve büyük ölçekli insan hakları ihlallerini bilerek görmezden geldi. Görme, duyma, konuşma yaklaşımı insan hakları ihlallerine karşı eyleme olanağımızın ve güvenilirliğimizin altını oyuyor. Yemen’e gönderilen Britanya hükümeti yardımı geçtiğimiz yıl 150 milyon £ altındaydı – Suudi Arabistan’a silah satan Britanya silah şirketlerinin karından daha az. Bu durum ülkemizin öncelikleri ya da şu an Yemen’i saran insani felakette hükümetimizin rolüne dair ne anlatmakta? Rohingya Müslümanlarının etnik kırımına karşı konuşabilme güvenilirliğimiz, Britanya hükümeti Myanmar hükümetine destek verirken, ciddi biçimde erozyona uğrar.

Hükümetlerimiz, İsrail-Filistin çatışmasında iki devletli bir çözüm ve kapsamlı yerleşimi onaylıyormuş gibi yapıyor ancak sahip oldukları gücü Filistin halkının mülksüzleştirilmesi ve gördüğü baskının sona erdirilmesi için kullanmak üzere hiçbir şey yapmıyorlar. BM Genel Meclisi’nin İsrail’e dönüşecek topraklar yanı sıra Filistin devleti için oy vermesinden 70 yıl, İsrail’in tarihsel Filistin’i işgalinden yarım yüzyıl sonra Gush Shalom ve Barış Şimdi gibi İsrailli barış örgütleyicilerinden öğrenmeleri ve Filistinlilerin her gün karşılaştığı çok sayıda insan hakkı ihlalinin sona ermesi talebinde bulunmaları gerekli. Devam eden işgal ve yasadışı yerleşimler uluslararası hukukun çiğnenmesi demek ve barış önünde engel oluşturuyorlar.

ABD Başkanı’nın, yönetiminin Kudüs’ü, işgal altındaki Filistin topraklarını da kapsayan İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını ilan etmesi, haklı olarak yoğun uluslararası kınamayla karşılanan barışa karşı bir tehdit. Bu karar sadece pervasız ve provokatif değil – İsrail-Filistin çatışmasının siyasi olarak çözüme kavuşturulmasına dönük herhangi bir umudu geriye atma tehlikesini getiriyor. Başkan Trump’ın Eylül ayında BM Genel Meclisi’ndeki konuşması barışa yönelik daha genel bir tehdite işaret etti. Çok taraflılığa, insan haklarına ve uluslararası hukuka saldırısı hepimizi derinden endişelendirmeli.

Dönem, İran ve bir grup dünya gücünün gerilimleri azaltmak için sağladığı dikkate değer bir başarı olan İran Nükleer Anlaşması’nın reddedilmesi zamanı değil. Bu, sadece Orta Doğu’yu değil ayrıca Kore Yarımadası’nı da tehlikeye atıyor. ABD, Tahran’la olan nükleer anlaşmayı terk ettiğinde Pyongyang’ın silahsızlanmanın getireceği yararları dikkate almak için ne gibi teşvikleri kalacak? Trump ve Kim Jong-un absürt ve kavgacı hakaretlerle dehşet verici bir nükleer yüzleşme tehdidinde bulunuyor. Neredeyse insanlığın bütünü gibi iki lidere şunu söylemek istiyorum: bu bir oyun değil, uçurumun kıyısından geri dönün.

Savaş ve şiddetin dünyanın sorunlarını çözmeyeceği aşikar. Şiddet, şiddeti besler. 2016’da terörizm kaynaklı ölümlerin yaklaşık dörtte üçü, beş devlette görüldü: Irak, Afganistan, Suriye, Nijerya ve Somali. Bu nedenle savaş ve terörizm kurbanları için ayağa kalkalım ve uluslararası adaleti bir gerçeklik haline getirelim.

En büyük silah ihracatçılarının bütün silah ihraçlarının sadece yasal olarak değil ayrıca ahlaki yükümlülükleriyle de tutarlılığını sağlamasını talep edelim. Bunun anlamı silahların insan hakları ihlalleri ya da insanlığa karşı suç oluşturmasına dönük açık bir tehlike varsa silah ihracatı izni verilmemesidir. Birleşik Krallık, dünyanın en büyük silah ihracatçılarından, bu nedenle silah üretimini toplumsal olarak faydalı, yüksek vasıflı, yüksek teknolojili başka alanlara dönüştürmenin yollarını ararken uluslararası yükümlülüklerimizi yerine getirmemiz gerekli.

Bu nedenle iki partiden temsilcilerin de desteklediği yakın dönemde ABD Temsilciler Meclisi’ne gelen ve daha önce görülmedik iki şey yapan kararı uygun karşılıyorum. Bunlardan ilki Yemen’in yıkımında, Suudi öncülüğündeki koalisyon uçaklarının bombalama ve hedef seçimleri için elzem olan havada yakıt ikmalini de kapsayan ABD’nin oynadığı rolün teslim edilmesidir. İkincisi kararın, bu askeri operasyonun Kongre tarafından onaylanmadığını açık kılmasıdır.

Yemen tarihte en büyük kolera salgını nedeniyle umutsuz bir insani felaketin içinde. Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşını destekleyenlerin, Theresa May’in hükümeti dahil, silah satışlarına karşı hukuki ve ahlaki yükümlülüklerimizi karşılamak ve acil bir ateşkes ve bu yıkıcı çatışmanın sona ermesi için müzakerede bulunmak amacıyla topa tutulması için uluslararası toplumun düşüncesinin ağırlığına başvurulmalı.

Barışı destelemek konusunda ciddiysek uluslararası işbirliğini ve barış koruma uğraşını güçlendirmeliyiz. Son yıllarda bu birliklere yeterli katkıda bulunmayan Britanya’nın oynayabileceği önemli bir rol bulunuyor. Barışı koruma, diplomasi ve insan haklarına destek için bir kuvvet olma fırsatını kullanmakta kararlıyız.

İşçi Partisi diplomatik olanaklar ve elçilik hizmetlerine yatırımda bulunma vaadinde bulunuyor ve dünyanın dört bir yanında elçiliklerimizde insan hakları danışmanlarını tekrar bulundurmaya başlayacağız. İnsan hakları ve adalet, Birleşmiş Milletler’i destekleme taahhüdümüzle birlikte dış politikamızın kalbinde yer alacak. BM, uluslararası işbirliği ve eylem için biricik bir platform sunmaktadır. Etkili olması için üye devletlerin Genel Sekreter Guterres’in koyduğu reform gündemini desteklemeleri gerekli. Dünya BM Güvenlik Konseyi’nin yanıtlar üretmesini, daha temsili hale gelmesini ve barış ve güvenlik hakkında kendisine kuruluşunda verilen rolü oynamasını talep ediyor.

Daha barışçıl bir dünyada yaşayabiliriz. Herkes için daha iyi bir yaşam yaratma arzusuyla tutuşuyoruz.

Hükümetler, sivil toplum, toplumsal hareketler ve uluslararası örgütler; hepsi bu hedefin gerçekleşmesine yardım edebilir. Küresel kural temelli bir sistem yaratmak için çabalarımızı iki katına çıkarmalı ve azınlık için değil çoğunluk için çalışmalıyız.

Önce bombalama sonra konuşmaya hayır.

Dış politikada çifte standartlara hayır.

İçeride puan kazanmak için küresel kuruluşları günah keçisi ilan etmeye hayır.

Bunlar yerine: dayanışma, sakin liderlik ve işbirliği. Birlikte:

Merkezinde insan hakları ve adaletin bulunduğu yeni bir toplumsal ve ekonomik sistem kurabiliriz
İklim adaletini ve bu gezegende birlikte yaşamanın daha iyi bir yolunu sağlayabiliriz.
Mültecilerin insanlığının farkına varabilir ve onlara güvenli bir yer sunabiliriz.
Barış, güvenlik ve anlayışlılık için çalışabiliriz
Ortak insanlığımızın hayatta kalması için en azından bunlar gerekli.

Dünyada başkalarının hayatları için kendi hayatlarını ortaya koyan insan hakları savunucularını takdir etmeli, onların farkına varmalıyız – sesimiz onların sesi olmalı.

Teşekkür ederim.

Çeviri: Ali Rıza Gürgen
Kaynak: Politik yol

[Jacobin’deki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]

Example HTML page

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir